Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Mayıs '08

 
Kategori
Deneme
 

Okul sıralarından kalma tebeşir yazıları

Okul sıralarından kalma tebeşir yazıları
 

Okul sıralarında,
Bir beslenme çantam vardı
İçinde çocukluğum, masumluğum, şiirlerim,
aşkım ve sen vardı...
Süte nefret karışmıştı, zaman zaman
yanında koyun kokardı, peynirlerde
şekerlenirdi, gözyaşı...

Pek kırılgandı, çocukluğum...Atalet bir dönemimdi...Omzum sırt çantamdan sebepli, romatizmal bir havaydı, okula gitmeye başladım. Bin dokuz yüz seksen altı modası olsa gerek (ki eğitim kanunu yasasının belirlediği bir üst baş müfredatıymış)Üstümde simsiyah bir önlük ve kolalı beyaz ay yıldız desenli yaka vardı.Bu gösterişli üniformayla ayna karşısında kendime baktığımda, büyük adam sanmıştım , kendimi...Defter, kitaplarla gerçek hayatı koltuğumun altına aldığımdaysa, büyümüş ve kocaman adam olmuştum.Verilen her nasihat ise kulaklarımda Banu Alkan modeli birer küpeydi.Oysa şimdi ne zaman yolu aynaya düşse yüzümün, aynanın da yolu düşmüştür, yüzüme...(ki gördüğüm ben artık o çocuk değildi...)
Ve bu okul sıralarından kalma tebeşir kokulu anıları yazmaya başladığımda özledim, o günleri...Herkesi ve her şeyi...
Pek çıtırlığındaydı, gençliğim...Bütün bir yıl devasa ödevlerle anamızı ağlatıp, haziranın en güzel zamanında (ki kiraz ağacı altında sevişmek ne de güzeldir.Dudaklarından yere düşen kirazlara inat...)kıt not verip iflahımızı Ş.Ö.K.K(Şerefsiz Öğrencileri Kalkındırma Kurulu)ile ödüllendirmeyi bir borç bilen öğretmenlerimi...Arkadaşlarımı, altı harfli fişleri, uzun eşek ve kukalı oynamayı...Hüznün mevsimiydi.Yüreğim öyle özlem doluydu ki daha da özledim, seni...Fiziğiyle, kimyasıyla, doğasıyla, coğrafyasıyla ve tabi ki sayısal olarak karnemde amortisi hep koca bir simit olan aritmetik matematiği hiç sevmediğim halde.Sonra öyle bir zaman oldu ki, kaynatılan dersleri, haylazlıkları ve iflah olmaz serseriliklerimizi özledim.Bak yine seni. Şimdi daha da iyi anladım ki en çok ta seni, uykusuz gecelerimin en tatlı, ela gözlü sineği...
Bir an şöyle geçmişe bakıp, düşününce...Kim bilebilirdi ki, o zamanlarda masumluğumuzu ortaya koyup, tüm hatalarımızı bir gün maziye gömülü bırakacağımızı...Ve kalplerimiz yere atıldığında eski Beykoz bardakları gibi her engebeli yolda, kırılgan bir hassaslıkla hayatla boğuşacağımızı...Ve yine kim bilebilirdi ki...Belki hiç kimsenin bilmediği ya da bilmek bile istemediği, kim bilebilirdi kileri...

Sonbahardı...Yaprakların daha kaldırımlara düşmeden önce acı çektiği, üstüne yağmur damlası düştükçe, bir nebze de olsa acısını dindirdiği ve toprağın kil renginde hüzün koktuğu sıradan bir gündü.Gökyüzünde olduğundan da ağır ilerliyordu, bulutlar...Hayallerin tembelliğine alışık, siyam ikizi gibi birbirine yapışık yorgundu, umutlar...Çıtırlığımı katlettiğim beş katlı eğitim mahpus hanesiydi.Dökük sıvası içinde kırk yedi mahkum kapasiteli, tahta kurulu, biortapedik sıralardı...Arkadaşlarımla paylaştığım F tipi bir koğuş idi.

Ve aşkın yalın ayak gezdiği, fakat müfredatlarca yasak olduğu dönemde aşık oldum.Sırf disiplin üst kurulu makamınca alınmış, Türk aile ve toplum yapısına aykırı, bilmem ne kararına bağlı, üç gün uzaklaştırma cezasın eş değerli , bilinmez, sayısız bir yasaya inat olsun diyeydi.Çıtkırıldım bir sevgili idi, tebeşir kokulu...Onsuz geçen boş vakitlerimde ela gözlerinden tutmayın (zira benimde kıskançlığımda taş fırın biraz), şeker yüzündeki o sevincini, hüznünü ve gülüşünü çizdiğimi bilirim, kara tahtalara...Hiç unuttuğumu bilmem portresini çizerken, o masum çilleri...Onu ilk farkedişim, gazete ilanları gibiydi.Sarı koridorlarda...Şöyle diyordu, ilanda;çok güzel bir kız öğrenciden, tertemiz, sıfır kilometre, birinci el, pamuk helva tadında bir kalp satılıktır.İlgilenen, kıymet bilir kişi tercihimdir.Ve hiç düşünmeden alıp gittim, kara sevdalar içinde...

Okula giderken hep argın zamanlarda yorgun düşen ayaklarımdı.Kangıran yarınlara kasıntı, lastik ayakkabılar içinde inatla çırpınıyordu, parmaklarım...Çünkü şişmandım.Ve ben kendimi bildim bileli hep şişman ve durumdan bin pişman olduğum için hamallığımı yapan, sırt çantamdı.Öğretim yıllarım hep bu monotonluktaydı.Evden okula, okuldan eve eğitim nakliyecisiydi.
Sanadır sözüm , tebeşir kokulu yarim.Şimdilerde ne zaman bir okul kapısı önünden geçsem duygulanır, sana şiir olurum.Başlamadan biten bir ilişkide ortaklaşa dinlediğimiz top-on listelerindeki, en hit bunalımlı şarkıların nakaratı olurum.
Ve gözlerin, yüreğimin rasathanesinde sana sismoloji makinesiydi, sana hep rasat olduğumda...Sen artçı beklenmedik depremlerdin, kalbimde...işte sırf bu yüzden kıçımızın şekline bürünmeyi inatla rest çeken kıçımızın şeklini, mekline çeviren sıralarda öğrendim, depremlerle yaşamayı ...

Aşkla savaşmayı...Aldatmayı...Ve ağlamayı...Peki seni senden istesem , seni bana verir miydin?Verirdin be tebeşir kokulu yarim.Unutma ki aşkta verenin bir yüzü karaydı.vermeyeninse hiç yüzü yoktu, sevgi kutsallığında, solaryum faciası olmaya...Ki senden midir, yine bilinmez tebeşir kokulu yarim.Hiçbir zaman o birkaç kendini bilmez, bilim adamları bile bilemedi. Teneffüs zamanlarında çalan zillere karşı bir sempati beslediğimizi.Okulun sarıya boyanmış koridorlarında, ikinci bir ders zili çalana kadar senle evcilik oynama ve yarama pansuman bir hemşire olman varsayımında...Ki teneffüsün ‘suni’ olasılığı belki hep daha güzeldi.Olasılığın olmaması bile belki seni öpmeme tamamen engeldi.Oysa her teneffüs biz eğitim mahkumlarına , sevdiğini görme umuduyla sevdiğini söyleyebileceği, on dakikalık en güzel görüş anı gibiydi, öğretim.Bu yüzdendir, yarim...Merdivenleri üçer beşer inmem...Kantinde seninle karşılıklı birer çift kaşarlı tost yeriz, ihtimaliyle...Senin o bebek ellerin, kantinci dayının nefis çift kaşarlı tostlarına uzanıyordu.Oysa ben her pazartesi başlanması hep gayri mümkün , yirmi altı dilde yeminli, o meşhur diyetteyim.Ve aşık olmamaya hala oruçtayım. (tabi ki senden başkasına)

Bu tebeşir yazıları arasında en büyük yer tutansa arkadaşlarımdı.Biri bembeyaz çizgili pijamasıyla masamda...Diğeri hayata karşı bir süre direnmekte, hemen onun yanında...(-ki kalem kılıçtan daha keskin, kağıtsa yırtıp atmadıkça gerçek dosttan daha dosttu.)

Öbürleri kendi havalarında iki takımdılar, meşreplerde...Okul çıkışlarında, halı saha taraflarında...Ve sağ and sol davalarında...Bense onlardan biraz farklı bir tarz çizmiştim, kendime...Sessiz sakin...İçine kapanık , duygusal ve biraz daha olgundum.Ömrü hayatı boyunca bir daha aşık olmamaya adeta şairane silahlanmış, bir masum çocuktum, dilde...İşleyeceğim cinayeti Agatha Christie romanları gibi, önceden tasarlamaya programlanmış, acımasız bir katildim.
İtiraf etmeliyim ki çilli suretini kara tahtalara çizdiğim, tebeşir kokulu yarim.Elbette bu cinayet listelerimin içinde sende vardın.

Ve yüreğim, yağmurlu bir sonbahardan kalma, ayrılık akşamı bir yolcu iken, kanlı bir trafik kazasında ölüp, gitti.Ela gözlerinde tanıdık bir fotoğrafın yaş dolu bebekleri elinde...Anılarla gömdüm seni...Oysa tetiği çekememek ikimizin de parmak izinin eseriydi.Ne senin, ne de benim aklıma geldi, el ele ölmek...
Sonbahardı...Bir okul duvarında yarım yamalak bir Türkçeyle yazılmıştı, SENİ SEVİYORUM yazısı...Ve tebeşir kokulu...Okul sıraları en güzel anılara tanıktı.Uzaktan da olsa sevişmek, seninle...Ve eğitim öğretim yüklü , bir aile planlama dersinde...Pek kırılgandı, sevdalığım...Ve bir ‘seni seviyorum’ diyemedim.
Ekim/98

 
Toplam blog
: 6
: 507
Kayıt tarihi
: 26.05.08
 
 

1979 yılında Trabzon'da doğdu. 1996 yılında Fenerbahçe Lisesi Tiyatro Grubuna katılarak oyunculuğa b..