Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Temmuz '10

 
Kategori
Öykü
 

Okuma bilmeyen imam

Küçük bir ilçeye İlçe Halk Kütüphanesi Müdürü olarak atanmıştım. Her gün kütüphaneye gider, yanımda çalışan iki memurla işleri yapar, gelen öğrenciler ve halk ile ilgilenir, boş zamanlarımda ise mesai bitene kadar kitap okurdum. Kütüphaneye gelen dergiler, gazeteleri okurken zamanın nasıl geçtiğini unuturdum.İşimi seven , aynı zamanda hem iş gereği, hem de ibadet gibi hissettiğim okumayı sevmem gereği kitaplar ile çerçeveli hayatımda mutlu yaşardım.

Kütüphanedeki memurlar genelde okuma sevmeyen ve daha çok mesai bitene kadar laflayan ve işlerden arta kalan zamanda çarşıda gezen veya yazın kütüphaneye ait bahçede, kışın çay ocağında muhabbet eden, her gün aynı konuları konuşan insanlardı.

Her gün aynı konuları konuşmak , iki gün aynı şeyi dinleyince beni sıkardı da, nasıl olurda onlar günlerce, aylarca aynı konuları konuşmaktan sıkılmazlardı. Hayret ederdim.

Cuma günleri mahalledeki camiye gider, namazdan sonra da genelde evde yemek yiyerek gene kütüphaneye giderdim.

Bir gün Cuma namazı çıkışında yaşı 50 civarında olan kır sakallı, şişman imam benimle konuşmak istediğini söyledi. Ben şaşırmıştım . O ise gülümseyerek “ Mehmet efendi sizinle tanışmak ve muhabbet etmek isterdim. Bugün akşam iş çıkışı kütüphaneye geleyim de bizim evde kitap sohbeti yaparız” dedi. Bulunduğum 5000 nüfuslu ilçede İlk defa kütüphane dışından bir memurun kitaplardan bahsettiğini duymak beni mutlu etmişti. Söz konusu kitap olunca gerisi teferruattı.

Kütüphaneye gidince kitaplara daldım. İmamla konuşmamı unutmuştum nerede ise. Kitap okumaya o kadar dalıyordum ki unutuyordum zamanı ve çoğu zaman çevremdeki insanların varlığını. Akşam mesai bitimine imam efendi geldi. Halinden beni davete önem verdiğini anlamaktaydım.Güler yüzle bir kenara oturdu. Mesai bittiği zaman beraber çıktık dışarı. İmamın evi camiye yakın bir yerde, 3 katlı bir apartmanın zemin katındaydı.

Eve vardığımız zaman geleceğimizden hanımının haberi olduğu belli olmaktaydı ki , hanımı bizi güler yüzle karşıladı. Kaplı açılınca hemen afacan sarışın ufak tefek yüzlerinde benekler olan bir oğlan ile gene sarışın bir kız karşıladılar.

Evin büyükçe salonuna geçtik. Evin salonuna girince çok şaşırdım. Kapıdan girince salonun bir duvarı baştan başa kitapla doluydu. Kütüphanede bile olmayan renk renk ciltli ciltsiz kitaplar sıra sıra dizilmişti. Kitaplara biraz baktığım zaman Seyyid Kutup Tefsiri, Elmalılı Tefsiri, Mevdudi Tefsiri , Hadis külliyatlarını gördüm ilk bakışta. Bu kitaplardan bizim ilçe kütüphanesinde bile yoktu. Bu kitapları görünce hemen oğlum aklıma geldi. İmamın oğlu yaşındaki oğlum bir gün evimizdeki kitapları görünce bana “ Baba acaba bu ilçede bizim kitaplık kadar kitap olan başka ev var mıdır? Bence yoktur” demişti. Gelse görse benim kadar şaşardı.

Doğrusu kitaplara bakarken imamın beni eve neye davet etiğini anlamaya çalışmaktaydım. Benim kitaplara hayran hayran baktığımı gören imamın , biraz gururla bana baktığını gördüm. Kitaplığın hemen yanındaki kanepeye oturacaktım ki, imam beni oturma odasına davet etti. Salonun hemen sonundaki küçük oturma odasına geçince , bir daha hayrete düştüm.. Bu odanın da bir duvarı baştan başa kitaplarla kaplıydı. Kitaplara bir dakika kadar baktıktan sonra imam efendi “ Müdür bey şöyle oturun diyerek “ kitaplara bakan koltuğa oturttu beni. Hemen oğlu kızı gelerek “ Amca hoş geldin” dediler. Hanımı da “Hoş geldin “ dedikten sonra çekildi odadan. Oğlan ve kız eve gelen misafire hayran hayran bakmaktaydılar. Ben de bir kitap aşığı olarak kitaplara bakmaktaydım. Kitapları alığ bakmak istedim ama sonradan vazgeçtim.

Aklıma gelmişken imama dönerek , “İmam efendi , biraz önce salonda gördüğüm tefsirlerin hepsini okudunuz mu? “ diye sordum. İmam bana biraz “ Bu soruda nereden icap etti” dercesine bakarak” Lazım olduğu zaman açıp bakarım ”dedi.

Ben hayret etmiştim. Bir imam tefsiri baştan sona okumuyor da, lazım olduğu zaman açıp bakmaktaydı. İmamın bu konuşması karşısında imam bey hakkında fikirlerim değişmeye başladı.Ama imama soracaktım sorularımı. “ İmam bey, buradaki kitapların hepsini bir defa okudunuz mu? “ diye yeni bir soru sordum. İmam biraz sıkıla sıkıla “ Bunların hepsini okumadım” dedi. Kaç yıllık imam olduğunu sordum. Bana 28 yıllık imam olduğunu , imam hatip lisesini tamamladığını, yakın zamanda da yüksek okulu açık bölümden tamamladığını anlattı. Mesleğin ilk yıllarında çocuğunun olmadığını evlendiği zaman 10 sene çocuğu olmadığı için zamanını kitap okumaya adadığını anlattı. Evinin kira olduğunu da söyledi.

Hocanın anlattıklarını hayretle dinledim. O kadar kitabı olmasına rağmen konuşması, tavırları , bazen birden sinirlenerek konuşması, çocuklarını durmadan azarlaması karşısında hayret ettim. Okumak ayrı şey , uygulamak ayrı şeymiş o zaman daha iyi anladım.

Hanımı çaylar ve pastaları getirmişti.Ben imamı kırmadan sadece okumakla hayatın tamam olmayacağını ve okuduklarımızı anlamak ve hayata uygulamak gerektiğini anlatmanın bir yolunu bulmak gerek diye düşünürken , kitapları tek tek uzaktan, oturduğum yerden gözden geçirmeye başlamıştım.Tam bu sırada “ Safahat” gözüme ilişti. Orada güzel bir beyit hatırladım. Güzel de şiir okurdum. Hemen kalkarak kitabı raftan aldım. İmam hayretle bana bakmaktaydı. Belli ki bu kadar hızlı hareketle, bu kadar merakla bir kitabı seçeceğim aklına gelmemişti.

Safahat’ın sayfalarını yavaşça açmaya başladım. Bir sayfayı bulunca , o sayfanın utsunu kıvırdım, kitabı masanın üstüne koydum. Çayımı aldım. Yudumladıktan sonra masaya koydum. Pastadan bir dilim aldım.

Hocaya manalı manalı bakarak “Hoca sen okuma bilir misin?” dedim. Hoca şaşırmış, “ Bu adam kafayı yedi mi” diye bana bakmaktaydı. Hocanın şaşırdığını görünce “Hoca , ben okuma yazma bilmediğini sormadım . Ama sen okumanın yöntemini bilmiyorsun galiba” dedim. Bu da okuma bilmemekle eşdeğer bence” dedim.

Hoca şaşırmış, “ Okumanın da yöntemi mi olurmuş ya” der gibi bana bakmaktaydı.Ben ise Hocaya bakarak” Hoca efendi. Okumak ama anlayarak hızlı okumak ve verimli okumak , okuduklarımızdan aklımıza kalanları uygulamak şartı ile okumak ibadet gibi olur. Okuduklarımız yaşantımızda görülmeli. Tefsir okuyan bir imam gerçek manada okusa hepsini okur. Çocuklarını her şeyde azarlamaz.” Dedim. Bu söylerken oğlu bana dikkatle bakmaya başladı. Ben de ona bakmaktaydım. Çilli yüzü gülmeye başladı . Beli ki hep babasından azar işiten bir oğlan olarak sevgiye ihtiyaç duymaktaydı. Ben gözlerimi oğlundan ayırarak imama bakarak “ Hoca, bu kadar kitabı eve yığmak güzel de sizin davranışlarınızda da bu kitaplardaki bilgiyi görmek isterim” dedim. İmam bana dik dik bakarak “ Müdür bey, siz beni beğenmiyor musunuz? “ demez mi ?

Gülümsedim.

Bu kasabada da kimi iyiye güzele gitmek üzere eleştirsem bana hemen “ Beni beğenmiyor musun? Demişti. Hatta, 33 yıl öğretmenlik yaptığını , Anadolu liselerinde yöneticilikte yaptığını söyleyen bir öğretmenin yazısını eleştirince de bana aynısını söylemiş” Müdür beğenmiyor musun benim yazımız?” demişti. Eleştiri burada insanı beğenmemek olarak algılanmış ve bu yanlış tutum, önyargı aşılamamıştı. Birkaç kişiyi de olumlu eleştirince kasabada adım “ Adam beğenmeyen Müdür” e çıkmıştı. Ben bu önyargıyı nasıl yıkacağım? Diye hiç düşünmemiş, herkesi olduğu gibi kabullenmeye karar vermiştim.

İmama bakarak çayımdan bir yudum daha aldım. Bana bakan imamın oğluna dönerek” Sen seviyorum, ve sana değer vermekteyim. Kütüphaneye gelirsen sana okuyacağın güzel kitaplar vereceğim” dedim. Ynaımda oturan oğlanı kendime doğru çektim. İmam hayretle oğlu ile kurduğum sıcak diyaloga bakmaktaydı.İmama dönerek “ İmam efendi tatlı dil yılanı bile deliğinden çıkarır” dedim.

Birden masaya koyduğum “Safahat” gözüme ilişti Sayfaları çevirerek işaretlediğim sayfayı buldum. Açtı. Yavaşça okumaya başladım:

“ Ya açar Nazm-I Celil’in, bakarız yaprağına,

Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına.

İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin,

Ne mezarlıkta okunmak , ne de fal bakmak için.”

Sonra “ Safahat” ın sayfalarını kapattım. “ Hoca işte bu Kur2an tefsiri de baştan sona okunmak ve anlaşılmak ve yaşanmak içindir” dedim.

Çayımı içerek tamamladım. Baktım imam biraz bozulmuş, biraz da utanmış, mahçup tavırla bana bakmaktaydı. Tam kalkmak zamanı diyerek hemen kalktım.

Aradan birkaç gün geçmişti ki, İmam efendi nereden bulduysa kasabada çiçekçi dükkanı olmadığı halde elinde bir demet çiçekle geldi. Çiçekçiden alındığı belli olan .çiçeği bana uzatırken birkaç gün önce evinde bana mahcupça bakan imam yerine gülen, sevgi dolu bir imam gelmişti. Yanında da oğlu vardı.

İmam bana çiçeği verirken, hafifçe orada bulunan bir sandalyeye oturdu“ Müdür bey sizi eve davet ederken biraz da size kitaplarımın çokluğunu size göstererek övünme hedeflemiştim ama, baktım ki siz genel kültürünüzle bana dersler verdiniz. Siz gittikten sonra tam 1 gün namazlar dışında sizin anlattıklarınızı düşündüm. Safahatı baştan sona okudum. Anladım ki bizlerin yaşadığı Müslümanlık ile hakikisi arasında fark vardı. Bu farkı hemen telafi etmek için, il merkezindeki arkadaşıma gittim. O kişisel gelişim dergileri okurda gelişirken ben inanmazdım. O dergilerden iki tanesini alıp baştan sona okudum. Okuyunca anladım ki, okumanın ve öğrenmenin yöntemini bilmemekteymişiz. İki gün bilinçli okuyunca anladım ki, ben sizin söylediğiniz gibi okuyan ama okuma bilmeyen insanmışım” dedi.

İmamın bu bilinç ve farkındalığı karşısında sevinmiştim. “ Oğlu bana bakarak” Amca, babam birkaç günden beri bana sert davranmıyor, babamı daha çok sevmeye başladım” dedi. Babası da ben gülümsedik. Gelen çayları içerken odada herkes bize bakıp gülümsüyordu.

Sizde bu hikayeyi okuyunca gülümsediniz işte…

TURAN yALÇIN-TOKAT

 
Toplam blog
: 1096
: 1558
Kayıt tarihi
: 28.12.07
 
 

1967 Tokat'ın  Pazar ilçesi doğumluyum. İşitme engelliyim. İstanbul Üniversitesi iktisat Fakültes..