Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Şubat '22

 
Kategori
Turizm
 

OLASI KRİZLERE HAZIR OLMAK

YÖNETİCİLER OLASI HER TÜRLÜ KRİZE HAZIRLIKLI OLMALIDIR…

Yöneticiler başında bulundukları işletmede meydana gelebilecek olası krizleri öngörebilmeli, hissedebilmelidir ki, başlarına geldiği zaman gafil avlanmasınlar... Ve iş işten geçmiş olmasın.

Amerika Birleşik Devletlerinde kurulmuş olan Alexander Hamilton Institute’ün,  Philip B. Tack’ın başkanlığındaki bir editörler grubu tarafından hazırlanmış olan “KRİZ ZAMANI YÖNETİM” kitabında kısaca kriz başınıza geldikten sonra krizin boyutları, insanlar üzerindeki etkileri ve bu etkilerin giderilmesi, ekibin yeniden özendirilmesi vs. konularda neler yapılabileceği konularına değinmiştir...

Philip B. Tack ve ekibi Kriz Zamanı Yönetim kitabında kısaca;  Kriz başa geldikten, yani gafil avlandıktan sonra neler yapılabileceği üzerinde durmuşlar... Bir cümle ile ifade edersek  BAŞA GELEN ÇEKİLİR demişler.

Benim burada ilgilendiğim konu ise hangi türden olursa olsun, kriz başa gelmeden önce onu öngörmek, hissetmek, algılayabilmek, kestirebilmek üzerinedir...  Başa geldikten sonra, kriz anında krizin boyutunu ölçme ve krizin işletmeyi karşı karşıya bıraktığı sorunlarla mücadele etmenin maliyeti, her zaman, krizi önceden hissederek, önlemler alarak krizi sağlam bir şekilde karşılamanın yada teğet geçmenin maliyetinden mutlaka çok daha yüksek olacaktır.. 

Kriz ne şekilde gelirse gelsin, hissedilmeyip önceden önlem alınmadığında, geldiği kişi yada kurumda mutlaka tamir edilemeyecek yada tamiri çok uzun zaman ve maliyet alacak derin izler bırakabiliyor. Kısaca,  kişi, kurum, ülke ya da dünyada, oluştuğu yeri sarsıyor ve olumsuz yönde müthiş etkiliyor KRİZ... 

Bir gün İzmir Princess Hotel lobisinde Yönetim krulu başkanımız Sn. Sudi Özkan bey ile oturuyorduk... Beş yıl gibi bir süreden sonra yurt dışından ilk kez Türkiye’ye gelmişti... Beş yıl aradan sonra Sudi beyin sorabileceği her türden soruya karşı hazırlıklı olmam gerektiğini düşündüğüm için çok iyi hazırlık yaptım.. Sudi bey sağlı sollu gönderiyor soruları... Bende cevaplamaya çalışıyorum... Sorular bitince önceden hazırlayarak ciltlediğim “Durum Raporu” nu önümüzdeki üzerinde cam olan bambu sehpanın üzerine bıraktım... Sudi Bey, “O’nu benim için mi hazırladın?” dedi. “Hayır efendim, kendim için hazırladım. Fakat bir kopyasını Genel Müdür’e verdim. O size takdim edecektir mutlaka.” Dedim.. Bu arada Sudi bey kalkarak tuvalete gitti.. Ben de beklerken bir sigara yaktım... Sudi bey geldiğinde yarıyı bulmuştu sigaram... Birden kaşlarını çatarak, hiddetli bir yüz ifadesiyle, ” Sen benim yanımda sigara içilmeyeceğini bilmiyor musun ?” dedi. Bende “Bilmiyorum efendim.” Dedim ve hemen sigarayı söndürdüm... Bir kaşını kaldırarak “ Ben zamanında üç paket içiyordum...” ve bir elini yumruk yaparak “ Bak bu kalp... kriz gelince ne oluyor biliyor musun ?” dedi... “Bilmiyorum efendim” dedim... “ Kriz gelince...” dedi, yumruk yaptığı elin küçük bir parçasını diğer eliyle işaret ederek.. “kalbin böyle bir parçası ölüyor.” dedi...      

Çalkantılı zamanlarda “yaşama-savaşı oyunu” nun amacı, oyuncu statüsünü kaybetmeden, rakiplerinizi, alacaklılarınızı, müşterilerinizi ve çalıştığınız bankaları şaşkınlığa düşürecek derecede çarpıcı bir şekilde oyunu kazanmaktır. 

Oyunu kazanmak için krizin etkilerini tahmin etmeli, nakit para sağlayabilmeli, yaratabilmeli, yaşamak ve ayakta durabilmek için yenileme ve ilerleme planını önceden yaparak onu uygulamalısınız.

Yaşama savaşı, belirsizliği olduğu gibi kabul etmekle, tanımakla başlar, yani bir krizin yaklaştığını anlamakla... Kararsız kalmak stresse sokar insanı, gerilim ve baskı altına alır. Bu durum da dengesizliğe, düşünülmeden alınan kararlara ve aslında çözebileceğimiz sorunlardan kaçmaya yol açar.

İzmir Princess Hotel’de bir gün haftalık olağan müdürler toplantısını yapıyoruz... O zamanlar da Uzak doğu ,Japonya ve Rusya kökenli global ekonomik krizin ağırlığını Türk ekonomisi üzerinde çokça hissettirdiği günler... Genelde haftalık toplantılardaki konuşmalarda söz dönüp dolaşıp ekonomik ve finanssal krize dayanıyordu... O gün de öyle oldu... Konuşma sırası bana gelince “ Krizler sadece ekonomik yada finanssal olmaz, bu bakımdan Otelde önceden tahmin etmeden başımıza gelebilecek ve işletmeyi olumsuz yönde etkileyebilecek, olası her şey, her tehlike krizi doğurur.” Dedim ve devam ettim “ Onun için, dört veya beş kişiden oluşacak bir kriz masası kurulmasını öneriyorum.” Dedim... “O senin dediğin ancak Amerika’da olur.” Denilerek önerim kabul edilmedi... Yaklaşık bir hafta on gün sonra bir Pazar günü öğleden sonra, Yeni Foça’daki Kayınvalidemin yazlığındayken mobil telefonum çaldı. Arayan kişi “Dün (Cumartesi) çok aradım seni cep telefonundan ama bir türlü ulaşamadım.” Dedi. “Bütün gün telefonum açıktı, belki Çeşme’deki şebekede bir problem olabilir, hayırdır” dedim..”Sorma dün (cumartesi günü) otelin havuzunda bir çocuk boğulmuş.” Dedi... Çok üzüldüm tabi... Bu arada aklıma son müdürler toplantısı geldi... Ama artık çok geçti... İş, başa geleni çekmeye yani krizi yaşamaya gelmişti...

Pazartesi günü işimin başına gittim... Otel şokta... Yarım saat sonra Güvenlik Müdürü geldi odama.. Kapıdan girer girmez. “Senin söylediğini yapsaydık, kriz masasını kursaydık, o masadan otelin havuzunda birinin boğulabileceği konusu çıkardı ve gerekli önlemleri de önceden alırdık.” Dedi. “Bu saatten sonra yapılacaklar ölen çocuğu ve otelin prestijini geri getirmez artık” diye cevap verdim... Güvenlik müdürü gittikten on, on beş dakika sonra Personel Müdürü geldi odama. O da aşağı yukarı, benim geçen toplantıda neler söylediğimi hatırladığını vs. aynı şeyleri söyledi...

Aynı gün top yöneticilerin bulunduğu İstanbul Princess Otel’deki  Group Head Office’den, Oteller Genel müdürü imzalı bir faks geldi.... Princess Otelleri Genel Müdürlerine, cc Mali İşler Müdürleri... “ Otellerimizin havuzlarında görevlendirilmek üzere derhal cankurtaran istihdam etmeleri..........”

Mırıldanmaları, fısıltıları ve homurtuları duymazlıktan gelirseniz kaybedersiniz. Çözüm bulmak için size bir çıkış yolu göstereceğine sizi pohpohlayan personelinize kulak asarsanız da kaybedersiniz. Kısaca böyle zamanlarda hazırlıksız yakalanırsanız, yakın zamanda üzerinde kafa patlatacağınız bir işletme de olmayabilir...

Ocak ayının sonlarıydı, Grup Başkan yardımcısına  bir yazı geçtim...  “.....mart ayının ortası gibi nakit darlığına gireceğiz, projeksiyonlarımız onu gösteriyor, bu konuda destek alabilir miyiz merkezden?.”... aldığımız cevap, “Beş kuruş işlemez, başınızın çaresine bakın...”. Kara kara düşünüyorum ne yapacağız, sezonun açılmasına 1,5-2 ay var. Nakit akışını sağlamak için üstüne bir ay daha koy... Satıcıları düşünmüyorum onlar iş sahibi biraz bekleseler de olur ama ya personelimiz, çoluk çocuk bakan insanlarımız onlar ne olacak... Elektrik, su, sigorta, vergi, personel maaşı, -krizden dolayı zaten 2 yıl zam yapılamamış- ödenmese olmaz... Düşünüyorum, çıldıracağım... Beş kuruş işlemiyor, başımızın çaresine bakmamız, nakit para yaratmamız lazım...

Sonunda Banquet bölümüne telefon açtım... “ Dolar olarak ileriye yönelik kontratı yapılmış kaç organizasyon var?” dedim. “alınan kaparoları düşerek hemen hesaplayın ve bana bildirin!”. Yaklaşık 100.000 USD civarında kaparosu alınmış kontrat vardı elimizde... Bir yandan da global ekonomik krizden dolayı, Amerikan Doları almış başını gidiyor... Mali İşler Koordinatörlüğü kadrosu boş olduğu için, eski mali işler koordinatörü, yeni başkan yardımcısını telefonla aradım. “ Kontrata bağlanıp da organizasyon günleri ertesinde sezon/yıl boyunca tahsil edilecek 100.000 USD var. Bana özel bir kur verebilir misiniz, çarkı çevirebilmek için bu parayı önceden tahsil etmek istiyorum.” Dedim. “Suadiye Princess oteli USD kurunu 900.000.TL (eski para) olarak sabitlemiş, ne zaman organizasyon olsa bu kuru uygulayacak, siz de onu uygulayın.”  Buna karşılık,  “Onların nakit sorunu olmasa gerek, benim acil sorunum var, onlar organizasyon gününü bekleyecekler parayı almak için, ben ise beklemeden kağıt üzerindeki parayı derhal kasalamak istiyorum, müşterilere cazip gelmesi açısından, sizce USD kuru 850.000.-TL uygun olur mu?”... “Pekala uygula” cevabını aldıktan sonra, telefonu kapatıp Banquet/Ziyafet bölümünü aradım. “ USD kontratı olan tüm organizasyon sahiplerini arayın ve hesaplarını kapatmaları koşuluyla Dolar kurunu 880.000.- TL uygulayacağımızı ve bunun kendilerine işletmemizin bir jesti olduğunu söyleyin ve ayrıca her hafta Dolar kurunu 50.000.- TL arttıracağımızı da ilave edin.” Dedim.

İstanbul’dan Dolar kurunu 850.000.-TL sabit olarak almış olmama rağmen,  Banquet bölümüne 880.000.-TL ve her hafta 50.000.-TL arttırarak uygulayın talimatını vermiştim....

Çok kısa bir sürede, yakınımızda olan nakit darlığını çözdük, kısa bir süre sonra durma noktasına gelecek olan nakit çarkının, ne personele, ne satıcılara ve ne de müşterilere hissettirmeden tekrar rahat bir şekilde dönmesini sağladık, Artan nakit fazlasını da Grup Merkezine gönderdik daha sonra almak üzere... Çünkü otelde tutamazdık. Casinolardan dolayı Hoca Paşa Vergi Dairesi ve kiradan dolayı da İzmir İl Özel İdaresi’nin üzerimize gelip de elimizi kolumuzu bağlamak isteyeceği an meselesiydi...

İstanbul’a gönderdiğimiz nakit fazlasını merak ediyorsunuzdur. Gönderdikten yaklaşık yirmi gün sonra Başkan yardımcısı telefon açarak “Sen o paraların üzerine bir bardak su iç.” Dedi... Paralar, Başkanımız Sn. Sudi Özkan beyin talimatıyla Su işletmesinin Arsenik ve Bor problemini çözmek için Tokat/Niksar’a yeni arıtma ve filtre cihazları alımı için gönderilmişti... Bize işlemeyen beş kuruş, Tokat’daki Niksar Su’ ya işlemişti...  Biz de bir bardak Niksar suyu içtik... İçtik ama hem kendi problemimizi çözdük, hem de öylesine zor bir zamanda Gruptaki diğer bir işletmeye yardımcı olmanın hazzını da yaşadık...

Hayatta kalabilmek için kaçmamak gerek krizlerden, aksine üzerine gitmek gerek krizin. Şayet genel ekonomi, bulunduğunuz bölge, bulunduğunuz sektör ve şirketinizin verimliliği gibi konularda kuşkularınız var ve endişe duyuyorsanız bu bir gerilim yaratacaktır. Sizi kuşkuya düşüren bu sinyalleri görmezlikten gelirseniz baştan kaybedersiniz..

Ertesi yıl aşağı yukarı aynı tarihlerde Otelde nakit konusunda yine kırmızı ışıklar yanmaya başlamıştı... Fakat bu sefer halimizin gerçekten harap olacağı açıktı... Çünkü bir önceki yıl gibi elimizde nakde çevirebileceğimiz Banquet enstrumanı yoktu artık... Çünkü Amerikan Dolarının hızlı yükselmesinden dolayı, Banquet birimine uzun vadede Dolar bazında kontrat yapmamalarını, kısa sürelerde fiyatları, cari dolar değişim kurlarını baz alıp TL olarak belirlemelerini ve en fazla 3 ay sonraya TL kontratı yapmalarını, gelecekte olabilecek dolar kuru tahminleri için benden yardım alabileceklerini belirtmiştim... İşte bu bakımdan yeni ekonomik duruma göre, önceki yıl yaptığımız para operasyonundan sonra USD kontratı yapmaktan çark edip, Cari USD kurları dikkate alınarak yakın vadelere TL kontratı yapılmasına karar vermiştim...

İstanbul Grup merkezine yazı yazsam ya da telefon açsam verecekleri cevabın aynı olacağını tahmin ediyordum... Bu yıl da çok kısa sürede nakit para yaratmalıydık ama nasıl? Bir yandan otel dolulukları % 55 civarında gidiyordu ve bu durum hiç de iç açıcı değildi.. diğer yandan ekonomik durgunluktan dolayı müşterilerimiz olan seyahat acenteleri yapacakları ödemeleri oldukça yavaşlatmışlardı... Kısaca durum vahimdi... Satıcı ödemelerini epey yavaşlatarak 60-70 güne çekmemize rağmen nakdi yeterli düzeyde çeviremiyorduk... Nakit rezervlerimiz önce yavaş, sonra artan bir şekilde hızla erimeye başlamıştı... İşletme, yara alıp sürekli kan kaybeden  insan gibi halsizleşiyor, neredeyse gözleri kararıp yıkılacak hale geliyordu... Bana bağlı olan mali kadrolardan da panik sinyalleri gelmeye başlamıştı...

Öncelikle kendi mahiyetimdeki kadroları panik olmamaları konusunda ikna etmem gerekiyordu.. Bir toplantı yaparak sakin olmalarını, geçen yıl olduğu gibi bu yılda bu darboğazdan geçeceğimizi ve bu konuda her kesin üzerine düşeni yapması gerektiğini, gevşememelerini istedim. Her kes inanmış görünüyordu ama kafalarının içinde şüpheleri olduğu açıktı.. Ya da benim onları rahatlatmak istediğimi bilerek, inanmak istiyorlardı.. çünkü o aşamada kimsenin yapacak bir şeyi yoktu.. Bu şekilde kıvranarak ama bütün ödemeleri de ucu ucuna getirip aksatmayarak mart ayının ortalarına gelmiştik, gelmiştik ama bıçak da kemiğe dayanmıştı.. Haftalık toplantılarda Genel Müdür ve diğer departman müdürlerine gereksiz harcamalardan kaçınmamız gerektiğini, zor bir dönemden geçmekte olduğumuzu vurguluyordum.. Odalar departmanının satış performansları, genel ekonomik gidişattan dolayı çok düşmüştü, Yiyecek içecek departmanı satışları iyi ama o birim de yaklaşık % 20 kar marjı ile çalıştığı için katma değeri yeterli olamıyordu... Daha fazla nakit akışı sağlamak lazımdı ama nasıl?

Yiyecek İçecek müdürünü, departmanın satışlarının nasıl gittiğini görüşmek için ofisime çay içmeye davet ettim. Yaptığımız görüşmede önümüzdeki 2-2,5 ay sonrasına açık ve kapalı alanlarda hiç boş yerinin olmadığını, ancak bu vadelerin sonrasına gün verebildiklerini ifade etti... Yiyecek içecek bölümünde sessiz bir talep patlaması yaşanıyordu ama görünen oydu ki arz talebi karşılamıyordu... bunun nedeni neydi acaba?.. Yaptığımız araştırmalardan anlaşıldı ki ziyafetler konusunda açık alanlar olarak en büyük rakibimiz Efes oteli kapanacağından ötürü, belli bir tarihten itibaren ziyafetlerin satışını durduracaktı...

Otelin dağ tarafındaki kanadının çatısına büyük bir açık teras yapma zamanı gelmişti.. Konuyu Genel Müdüre taşıdım. Hiç sıcak bakmıyordu,  “Müzik olacak, odada kalan müşteriler rahatsız olacak, vs. vs.” ne söylediyse ikna etmek için genel müdürü zorluyordum. “Bahçedeki yada havuz başındaki müziklerden müşteriler rahatsız olmuyor mu? Oralardan ne kadar rahatsız olunuyor ise buradan da o kadar rahatsız olunur.” ...  Sonunda genel müdür,çatıda boylu boyunca bulunan ve proje dışı yapılmış olan, işlek olmayan, içinde kırık dökük işe yaramayan ne varsa her şey olan depoları gerekçe göstererek, “ Ben o depoları yıktırmam, sen Sudi beyi tanımıyorsun, neden yıktınız der!” dedi. Ben de buna mukabil “ Evet Sudi beyi tanımıyorum, ama eğer anlatılanlardan biraz olsun tanımışsam, bence neden yıktığımızı değil, neden yıkmadığımızı soracaktır, o bakımdan bence bu soruya hazırlıklı olmak lazım. ” Dedim...  Belki on beş gün belki de daha fazla gecikmeyle onay alınabilmişti..

Teknik müdürü çağırdım ve hemen bir ekip oluşturmasını, çatıda bulunan depoları ve başka ne varsa derhal kaldırıp atması talimatını verdim. O ara inşaat ekibinin havuzun tamiratı ile ilgilendiğini, ve yapacak bir şeyi olmadığını söyledi. Dışarıdan ekstra çalışacak ekip oluşturmasını, başlarına da kadrolu inşaatçılardan birini vererek işi başlatmasını. Ekip oluşturuluncaya kadar da bir iki kişiyi kaydırarak yıkıma başlamasını istedim.Tarih 28 Nisan, Bu arada Banquet müdürüne de yıkıma başladığımız andan itibaren yapılacak terası derhal satmaya başlamalarını ve söyledim.. “Nasıl olur ortada salon yok, nasıl ve ne zamana satacağız” dediler.. “ Bir ay sonraya satın, o tarihte hazır burası ve kaparoları da yüksek tutun, kalan bakiyeleri de 2,3 ay vadeli çek almaya bakın” talimatını verdim.. Bu arada teknik müdüre de sen havuzla ilgilen, ben de terasla dedim. Ve terasa çıkış o çıkış tam bir ay boyunca, cumartesi ve Pazar günleri de dahil olmak üzere, sabah 08,30 da işçilerden önce gelip, gece yarısı 00,30 ya da 01,00 civarında işçileri gönderdikten sonra evime gidiyordum. Mali işler Müdürlüğündeki tüm işlerimi de terasta halletmeye başlamıştım. Kravatımı atmış, gömleğimin kollarını dirseklerime kadar sıyırmış vaziyette işin başındaydım.. Her neyse, ne mühendis, ne mimar, Terası nasıl ve ne şekilde yaptığımızın detaylarına burada girmeyeceğim.. Dileyenler, daha sonra King Terrace  linkini tıklayak yapım detaylarını, ve resimlerini görebilirler...

Bu arada banquet bölümü, başladığından beri terasa müşterileri getirerek, kontratları yapmaya başlamışlardı. Bana da imza için terasa getiriyorlardı. Kontratları imzaladıkça yorgunluğum gidiyordu... Bir yandan satışlar ve nakit akışı için ilave bir kaynak yaratmış, diğer yandan İzmir’de eşi ve benzeri olmayan azami 1000-1500 kişi kapasiteli ve üzerinde her türlü organizasyonun yapılabileceği açık bir teras kazandırmış, adını da KING TERRACE koymuştuk.

Teras 31 mayısta bitirilmiş ve 1 haziran itibariyle çalışmaya başlamıştı... 4 haziran itibariyle merak edipte imzalanmış kontratların toplamını istediğimde eski para birimiyle 160 milyar TL ye dayandığını gördüm. Artık mali anlamda rahatlamıştık.

Şimdi bazılarının “buraya hiç para harcamadın mı?” Şeklinde bir soruyu akıllarına getireceğini düşünerek o konuya da değinmek istiyorum... Evet buranın yapımına epey para harcadık, hem de tüm prosedürlerin dışına çıkarak ve hiç kimseden de (özellikle de grup merkezinden) onay almadan, her türlü riski de göze alarak epey para harcadık. Yalnız, şunu ifade etmeliyim ki, harcadığımız paranın iki katı gibi bir parayı, satıcılardan katkı payı olarak sağlayarak, hem terası maliyetsiz bir şekilde çıkardık ve hem de patronumuzun cebine 30 milyar civarında para koyduk.. Tabi paraları nakit olarak almadık, katkı bedeli olarak fatura kestik ve borçlarımızdan indirdik veya alacaklı duruma geçerek malzeme alarak hesapları kapattık. Bu arada Efes pilsen, Kavaklıdere şarapları ve Pınar et gibi firmaları da bu konuda ikna etmek pek kolay olmadı.. Ama sonunda başardık. Efes Pilsen’in konuyla ilgilenen müdürünün “Efes Pilsen, tarihinde en büyük katkıyı size sağlamıştır.” Sözü hala hatırımdadır. Kavaklıdere Şarapları firma yetkilileri de aynı ifadeleri kullanarak katkı sağlamışlardır. Çalıştığımız Coca Cola firmasından ise bizden önceki mali işler müdürünün düşünmeden yapmış olduğu kontrat yüzünden elimiz kolumuz bağlı olduğu için, ne kadar zorlasak da hiç bir katkı sağlanamamıştır. Kontratın arkasına sığınarak hiçbir katkıda bulunmamışlardır...

Bu terasın yapımında bana “vardiya onbaşısı” ismini takanlar, Otelin para probleminin çözümü ile uğraştığımın farkında bile değildi... 

Neden sabah 8,30, gece yarısı 00,30 – 01,00 arasında hep terasta oluyordum?.. Ekstra çalışan işçilerin -sürekli vinç ile çatıda çalışmaları tehlike arz ettiğinden, olası tehlikelere karşı uyarıcı olmak ve güvenli bir şekilde çalışmalarını temin için orada olarak, fedakarlık yapmak zorunda hissettim kendimi, Bir keresinde fazla yüklemekten dolayı vinci sabitleyen arka ayak patladı, bir başka sefer de ise vincin destek ayaklarından birine eğreti olarak dayanmış, aşağıya indirilmeyi bekleyen eski bir yatak bazası, kayarak emniyet kemeri bağlı olmayan kadrolu teknik dep. inşaat personeline çarpıyordu... o anlarda büyük tehlikeler atlatmıştık... işte bu gibi tehlikelere karşı elimden geleni yapmak için orada vardiya onbaşılığı yapıyordum...

Efes otelinin kapanacak olmasıyla oluşacak yoğun banquet talebini, kısa sürede kapasiteyi arttırarak dengelemiş ve – İstanbul’dan da beş kuruş işlemediği için- işletmenin düşüş eğilimine giren nakit rezervlerinde de ters yönde bir hareket başlatmıştık.

İşimizin gereğini yapmış ve çok yakın bir zamanda oluşacak nakit krizini oluşmadan çözerek, başta personel olmak üzere yapılacak ödemeleri aksatmayarak kimseyi mağdur etmemiş ve zor bir zamanda da olsa oyunu kuralına göre oynamıştık...

Haziran sonuna yaklaştığımızda ise Oteller genel müdüründen bir yazı geldi... şöyle diyordu, “ Otel işletmelerimiz bütçelerinde belirledikleri hedefleri yılın ilk yarısı itibariyle gerçekleştiremediklerinden mevcut bütçelerinin, yeni forcastlere göre revize edilerek yeniden merkeze gönderilmesi.....” 

O yıl Gruba dahil diğer tüm oteller bütçelerinde hedefledikleri karları azaltarak revize etmiştir. Biz de bütçemizi revize ettik, önceki hedeflediğimiz karları, teras yapımından dolayı, Yiyecek içecek departman bütçesini, ve dolayısıyla otel bütçesini ilk yıl olduğu için yaklaşık 200.000 USD arttırarak olumlu yönde revize ettik ve gerçekleştirdik...

Tozları ve kırıntıları hiçbir zaman halının altına süpürmemeli ve göz ardı etmemeliyiz. Yapılması gereken neyse onu yapmalı, kararsız kalmamalıyız.

Yaklaşan krizlerden korkmamalıyız, onları birer atlama taşı olarak kullanmalı ve lehimize çevirmeyi becerebilmeliyiz.

Kriz kelimesinin Çin lisanında karşılığı “Wei-ji” dir. Wei tehlike, Ji ise fırsat demektir.  Neitzche’nin söylediği gibi, “Yükselen bir yıldız, ancak bir kaosdan doğabilir”. Bu bakımdan, İşletmenizi kriz ortamlarında yükselen bir yıldız yapmak istiyorsanız, krizin getirebileceği fırsatları azami ölçüde değerlendirmeniz gerekir... Ve unutulmamalıdır ki işletmelerde kriz, şayet önceden algılanır ve önlem alınırsa, büyümeyi teşvik eden bir durumdur.

Çok sıcak bir yaz günüydü. Günlerden de cumartesi. Otelin teknik müdürü telaşlı bir şekilde ofisime geldi... “Kuyudan su gelmiyor, bahçeyi sulayamıyoruz, çimler ölecek, mutlaka yeni kuyu açmamız lazım.” Dedi. Daha önceleri de gelmişti ama her defasında “ Suyu verimli kullanın.” Deyip başımdan savmıştım... Fakat bu sefer gidecek gibi değildi... Kararlıydı yeni kuyu açtırmaya, çünkü su gelmiyordu... çimler ölecekti, sonunda patron da canımıza okuyacaktı... Teknik müdür genel müdürle de görüşmüş onun da mutlaka açılsın dediğini araya sıkıştırdı... Kuyu açtıracakları firmanın yetkililerini de çağırmışlar, en son beni ikna etmeye kalmış iş anladığım kadarıyla...

“Nerede kuyucular, söyle gelsinler” dedim teknik müdüre, teknik müdür biraz rahatlamıştı... Kuyucular geldiler ve başladık görüşmeye... “ Nedir bu kuyunun durumu.” dedim son derece profesyonelce “ Kuyu çökmüş beyefendi, ölmüş bu kuyu hayır gelmez artık. Yenisini açmak lazım.” Dediler. Hatta ne şekilde çöktüğünün çizimlerini bile yapmışlar bu çizim üzerinde anlatmak da anlamakta daha kolay olur diye düşünmüşler. Çizimlere baktık beraberce, çizimler üzerinden soğuk su kuyusunun nasıl çöktüğünü anlamam daha kolay oldu... Adamlara dedim ki “ Kuyunun içine girdiniz mi?” biraz bozulmuş bir şekilde “pes yani” der gibi, “ Beyefendi biz 30 senedir bu işi yapıyoruz. Suyun gelişinden anlamaz mıyız.” Bunun üzerine ben tekrar “Kuyuyu açıp baktınız mı?” dedim.   

“Bakmadık, gerek de yok zaten, çünkü çöktüğü belli..”, “yapmamız gereken bu su kuyusunu olduğu gibi körleyip hiçbir masraf yapmamak, yerine yeni kuyu açmak..” diye eklediler teknik müdürle beraber... bende “Olmaz, kuyunun içinde güçlü ve gayet iyi çalışan bir dalgıç pompa var, o pompayı istiyorum.” Dedim ve ilave ettim; “Kuyu çökmüşse bile dalgıç pompayı çıkaralım, tamir ve bakımını yaptırır tekrar kullanırız.”

Hep beraber dağın yamacında olan kuyunun başına gittik, Caraskal istedim, kuyunun başına kurdular. Daha sonra kuyucular büyük boru anahtarlarıyla su borusunun bağlantı yerlerini zorladılarsa da açamadılar...  “Borular zaten adisinden kullanılmış ve pas yapmış, gördüğünüz gibi açılmıyor, boşuna uğraşmayalım, körlemek lazım bu kuyuyu...” diyerek açmakta isteksiz olduklarını belirttiler...

Diğer yandan, Su kuyusu, Balçova barajına çok yakın bir yerde, dolayısıyla baraj gölünün altından sızan sularla besleniyordur bu kuyu diye düşünüyordum... Barajda su olduğuna göre, kuyuda da mutlaka su olmalı.. Ancak baraj kurursa bu kuyu da o zaman kurur diye düşünüyordum sessiz kalarak...

Teknik müdüre “Adamlarına talimat ver oksijen kaynağını buraya getirsinler” ayrıca “ 50-60 cm.lik sağlam iki adet demir çubuk,100 m nin üzerinde ve bir parmak kalınlığında halat ve bir büyük çekiç de getirsinler” dedim. Malzemeler gelince “Önce su borusuna karşılıklı iki delik açacaksınız, sonra demir çubuğu bu iki delikten geçireceksiniz, daha sonra bu deliklerin 5 cm yukarısından boruyu keseceksiniz, sonra caraskalın kancasını demir çubuğa takıp yukarı çekeceksiniz, daha sonra tekrar aynı işlem motoru çıkarıncaya kadar devam etsin” dedim... Nihayet motoru çıkardık...  sıra kuyunun çöküp çökmediğini anlamaya geldi. Çekiçi halatın ucuna bağlayıp kuyunun içine salmalarını söyledim... Bu işi kuyucular yaptı. Halat belli noktaya gelince halatı yukarı aşağı sallayıp yüzünü de ekşiterek, “balçık var bu kuyuda” dedi.. Halbuki motor temiz çıkmıştı ama emin olmak istiyordum.. “Çekiç dibe dayanıncaya, ip gevşeyinceye kadar indirin” dedim. Sonunda ip gevşedi.. “Şimdi çekin yukarı”... İpin belli bir bölümden sonrası sadece ıslanmıştı... “ Bu mu çökmüş kuyu? Diye sordum.. “Bu kuyuda çökme falan yok, ben motorun kırılan baklaları tamire ve aynı zamanda da bakıma göndereceğim. Bu arada paslanmayacak galvaniz borular alalım, sizde açmışken kuyunun temizlik ve bakımını yapın, sonra yeni borularla motoru tekrar yerine takarak su üretmeye başlayalım” dedim.. Bunun üzerine kuyucular biraz bozulmuş bir şekilde isteksizce “Beyefendi, biz buraya kuyu açmak için geldik. Kuyu açtırmayacaksanız biz bu işleri yapmayız kusura bakmayın” dediler. Ben de defolun gidin, bir daha da bu otele adımınızı attığınızı görmeyeyim” dedim..

Motorun bakımını Nazilli’deki Alarko servisine yaptırdık, gıcır gıcır olmuştu, yenilenmişti motor.. Kuyunun temizlik ve bakımını ve galvanizli borularla motorun takılması işini başka firmaya yaptırdık. Startı verdik ve motor tekrar çalışmaya ve kuyudan su üretmeye başladı...

Ertesi gün teknik müdür tekrar geldi ofisime “ Kuyudan gelen su yeterli değil, motor 24 saat çalışmasına rağmen çıkan su bahçeyi sulamaya yetmiyor” dedi.

Kuyunun motor şalterini indirerek, teknik müdürle beraber kuyunun başına çıktık yine.. Telsizle 100 metre 2 li elektrik kablosu ve bir akım ölçer ve bir şerit metre (ohmmetre) istemesini söyledim. Malzemeler gelince elektrik kablosunun bir ucunu akım ölçere bağlanmasını, diğer ucunun bir teli 20-30 santim aşağıda, diğeri de yukarıda olacak şekilde kesip uçları açıkta olacak şekilde, kuyuya yavaşça indirmelerini söyledim. Bir yandan da Ohm metreye bakıyordum. Bir noktada cihazın ibresi oynamıştı. Durmalarını söyledim.. Kablonun kalan kısmını kuyu başına kadar ölçüp toplam uzunluktan çıkarınca kuyuda kaç metrede suyun olduğunu anladık. Su 60 metredeydi. Teknik müdüre telsizle şalteri kaldırmaları talimatını vermesini söyledim. Şalter kaldırılınca motor çalışıp su azalmaya başladı. Azaldıkça elektrik kablosunu aşağıya indirmeye devam ettik ve sonuçta; 97 metreye inince su, şalteri tekrar kapattırdık. Çünkü motor o kadar derindeydi. Boşa çalışması hava basması demekti, buda bir sürat teknesinin kıçtan takma motorunu suyun dışında çalıştırmak gibi bir şeydi, yani motorun ömrünü daha çabuk kısaltırdı..  Suyun 97 metreye inmesi 30 dakika almıştı... Bu veriyi de bir kenara koyduk.... Şimdi motorla 30 dakikada boşalttığımız suyun kaç dakikada dolduğunu anlamaya gelmişti.. Motor durduktan sonra Suyun kuyudaki 60 metreye tekrar gelmesini ise devamlı ölçerek 15 dakika olarak tespit ettik.. Ne kadar beklediysek de 60 metreden yukarı gitmiyordu su...

Artık her şey açıktı.. Geriye bir tek su 60 metredeyken suyun saniyedeki debisini ölçmek kalmıştı. Onu da 10 litrelik bir kova ile suyun altına 1 sn tutarak 5,5 – 6 litre olarak tespit ettik...

Sonunda Teknik müdüre “Kuyunun dalgıç motorunun enerji hattına mekanik bir timer bağlayın ve timeri, motoru yarım saat çalıştırıp on beş dakika dinlendirecek şekilde ayarlayın” talimatını verdim.

Günde 24 saat motor çalıştırarak 90-100 ton civarında alınan soğuk su, 16 saat motor çalıştırılıp 8 saat dinlendirerek 220 tona çıkmıştı kuyudan su üretimi... Bu mali anlamda şu hesaba tekabül etmekteydi; Fazla çıkarılan suyun belediye fiyatlarıyla tutarı, yılda otelin 1,5 aylık tüm personel maaşı, yada tüm mali işler müdürlüğü kadrosunun 6 aylık maaşı... üçte bir oranında enerji tasarrufu da cabasıydı..

Teknik müdür ertesi gün tekrar ofisime geldi... hafifçe tebessüm ederek “Bir daha su ve kuyu deme sakın” dedim. Bu sefer isteğinin su olmadığını, artan sudan dolayı depoların yetersiz olduğunu, yeni depo yapılması gerektiğini, onunda yerini bulduğunu, diğer depoların yanına sadece bir kanada tek bir perde beton atılarak yapılabileceğini söyledi.. Gidip baktık, yer biçilmiş kaftan, hemen 70 tonluk bir depo yaptırdık... Bahçe sulamadan artan suyu da bir şebekeyle diğer kullanma suyu depolarına bağladılar...

Otel açıldığından beri her yaz karşılaşılan bahçe sulama ile ilgili su krizi artık bir daha gündeme gelmeyecek şekilde tarihe gömülmüştü.. Diğer yandan da 25-30 bin USD masraf edip de yeni kuyu açtırmamıştık. Termal bölge olduğu için yeni kuyu aynı soğuk su damarına 50-100 metre daha ileriye açılmış olacaktı, yani yeni kuyu açmakla suyun rezervini arttıramayacaktık...           

Önemli pozisyonlardaki departman müdürleriyle ve kısım şefleriyle gerilim yaratabilecek olayları tartışmanızı öneririm, onlara hazırlıklı olup olmadıklarını sorun. İçlerinde “No problem” yada “Hazırlığa gerek yok” diyenlerin, umursamaz tavır takınanların olduğunu da göreceksiniz. Bunlardan sakının ve onları başınızdan atın. Eğer onların bu tutumu işletmede yayılmaya başlarsa, işi önemseyen insan bulamayabilirsiniz. Böylece işin ciddi olduğunu ve ortada gerçekten de bir problem olduğunu anlayana kadar işletme kriz içine girerek felce uğrayacaktır. Bu gidiş zamanla kişisel kavgalara, suçlamalara, moral bozukluğuna ve sonunda da çöküşe yol açacaktır...

Alt kadrolarınızı, yürekli, işbirliği yapabilme yeteneği yüksek, cesaretli, dürüst, oyunu kuralına göre oynayan, toz ve kırıntıları halının altına süpürmeyen, eğitimli ve bilgili kişilerden seçin.

Otel genelinde kabul görmeyince, Mali İşler Müdürlüğü’nde, bağlı departmanları da kapsayacak bir şekilde bir kriz masası oluşturmuştum. 3-4 kişiden müteşekkildi. Hafta içinde masanın üyeleri zaman zaman bir araya gelerek çalışmalar yapıyor, haftada bir gün ben de kriz masası ile ofisimde ulaştıkları neticeler konusunda görüşüyordum....

Bakın neler çıktı masadan, Yangın söndürücülerin yetersiz olduğu anlaşıldı, diğer birimlerden takviye yapıldı. Herhangi bir yangın ya da deprem anında Mali İşler biriminin elektrikleri kesebilmek için sigorta ve şalterler yapıldı. Deprem esnasında Ambar, cost, kasiyerler ofisi ve satın alma birimleri 3-5 saniye gibi çok kısa bir sürede otelin personel kapısından kolayca tahliye olabiliyorlardı. Cost birimi önceleri uzaktaydı fakat onu da satın alma biriminin yanına taşınmasını sağlamıştık. Fakat A katında, yani yönetim katında bulunan, Finansman ve muhasebe birimlerimizin tahliyesi ise otelin fiziki konumundan dolayı çok zaman almaktaydı. Bu bakımdan öncelikle veznede bulunan ve içerden cam tarafına yapılmış demir parmaklık kaldırıldı ve veznenin tüm camları security camlarla değiştirildi. Pencere vasisdas şeklinde açıldığı için, insanların kolayca tahliye olabileceği normal açılır bir hale getirildi ve pencerenin açılmasını engelleyecek nesneler arkasından kaldırıldı. Aynı şekilde Mali İşler Müdürü ofisindeki pencere de normal hale getirildi. Muhasebe ve finansman ofisindeki pencereler de yangın, deprem gibi  tehlikelere karşı kolay tahliye olunması için vasisdas şeklinde açılan pencereler, normal açılır şekle getirilmiştir.  Çünkü bu pencerelerden zemine 1,5-2 metre yükseklik vardı. Ve hanım çalışanlar bile deprem esnasında kolayca atlayarak rahatlıkla tahliye olabileceklerdi artık.. Bunların anlattıklarımın hepsi Mali İşler Müdürlüğü kriz masasınca ortaya konulmuştur. Ben de çorbada tuzum olsun diye, herhangi bir tehlike anında canımızı kurtarmanın yanında elektronik ortamda, bilgisayarlarda oluşturduğumuz datalarımızı da kurtarmamız gerektiğini ilave ederek, bilgi işlem müdürlüğüne 3 adet tüm dataları içeren kartuş hazırlattım. Kartuşların biri aşağıda bilgi işlem ofisinde, diğeri bende ve bir diğeri de en kolay tahliye olunabilen ambar biriminde herhangi bir tehlike anında  tahliye olurken yanımıza alabilmemiz için muhafaza altına aldık, Bu datalar haftanın belli günlerinde Bilgi İşlem Müdürü tarafından güncelleniyordu.. Daha sonra yangın ve deprem konusunda, mali işler müdürlüğü kriz masasının çalışmalarını “Yangında ve depremde yapılacaklar” şeklinde büyük harflerle yazarak çerçeveletip birimlere astık.

Artık bu gibi tehlike anlarında herkes,panik olmadan neler yapacağını, nerelerden ne şekilde tahliye olacağını, tahliye olduktan sonra otel bahçesinin güvenli olarak tespit edilen bir yerinde nasıl toplanacağını, ve birimler kendi personellerini nasıl kontrol edeceğini, kimlerin ambulans yada itfaiye için haber vereceğini biliyordu.

Tabi bu arada mali işler müdürlüğü kriz masasının toplantı tutanaklarının bir nüshasını da toplantı neticeleri olarak Başkan yardımcısına gönderiyorduk bilgisi olsun diye... Bir gün bir telefon geldi başkan yardımcısından, “Çok güzel bir şey yapmışsınız, burada (İstanbul’da) soruyorum millete yangın ya da deprem olursa ne yapacaksınız diye, kimse bir şey bilmiyor, burada da yapılması lazım böyle çalışmaların..” dedi...

Artık içimiz rahattı, bir müddet sonra İzmir deprem bölgesi olduğundan biraz sallandık ama uzun sürmedi... Çok korkmuştuk.. Personele şu talimatı verdim. “Panik olmayın, eğer sallantı 5 saniyeden fazla sürerse hemen tahliye olun...” Çok şükür uzun bir süre tekrar deprem olmadı... Umarız hiçbir zamanda olmaz... Unutulmamalıdır ki hiç bir işyeri fazla önlem aldı diye iflas etmemiştir.

Eşimin rahmetli dedesi Hasan efendinin çok hoşuma giden bir sözü vardı, “ Sen önünü kış tut, yaz çıkarsa bahtına.” Derdi...

Bulgaristan Sofya Princess Hotel’de görev yapığım günlerden bir gün, Princess International Grup başkanı ve aynı zamanda sahibi Sudi Özkan bey geldi otele, yalnızdı, Otelin genel müdürü senelik izinde olduğundan genel müdürlüğe vekalet ediyordum... Değişik konularla ilgili görüşmelerden sonra vakit akşam yemeği faslına gelmişti. Sudi beyin otele her geldiğinde oturduğu, otel tarafındaki casino girişinin hemen solundaki masayı hazırladılar, ben başkanımız Sudi beyin sol yanında oturuyordum... Masa kalabalık Grubun Bulgaristan’daki tüm üst düzey yetkilileri emre amade vaziyette hazır masada... Mezeler,Yemekler çok zengin, ustamız da konusunda ehil... Krallara layık bir sofra... Bir yandan da Herkes Başkanımıza brifing veriyor... Bu arada Sudi bey mezelerden bir tabak çiğ köfteyi limon sıkarak, marul yapraklarına dolayıp yedi, Bir tabak da lahana dolmasını afiyetle indirdi mideye, belli ki acıkmış..  Sonra mercimek çorbası geldi, çorbadan sonra adana usulü kebaplar... Koca ana yemek tabaklarına maşa servisi yapılıyordu... Sudi beyin tabağını doldurdular her çeşitten.. Ben sağlığına zararlı olacağı için yemez, bırakır diye düşünmeye kalmadan tabakta hiçbir şey kalmadı... Garsonlar durur mu boşalan koca tabağı yine doldurdular.. Tehlike çanları çalmaya başlamıştı kafamda.. Odada yalnız kalacak, yanında eşi ve çocukları yok, bir şey olursa ne yaparız, o sadece 4 çocuk babası değil, grupta çalışan binlerce kişinin babası diye kara kara düşünmeye başladım. Masada bir şey de söyleyemiyorum, korkuyorum tabağı, çatalı kafama geçirir diye.. Aklıma İstanbul Princess Hotelde kalp krizi geçirdiği zaman son saniyede hastaneye nasıl yetiştirdiklerini anlattıkları geliyor ve ter basıyordu bütün vücuduma...

Salon şefini sol yanıma çağırarak nöbetçi müdürlük yapan Yiyecek içecek müdürünü yanıma çağırdım.. hemen geldi. Sudi bey anlamasın diye sol tarafımdan yiyecek içecek müdürüne  “Bana bu akşam tam teşekküllü bir ambulans ve iyi bir kardiyolog bul.” Diye talimat verdim. Saati göstererek “Saat 20:30, bu saatte nereden bulayım.” Dedi. “Nereden bulursan bul, ama mutlaka bul.”  Dedim.  Araştırmak için gitti ve yarım saat sonra tekrar masaya geldi. Elinde 2 adet teklif, biri ucuz, diğeri pahalı, “Sen ne diyorsun dedim.” Pahalı olanı yani günlük 800 Bulgar levası olanı tercih etsek daha iyi olur, onların ambulansı son sistem her türlü müdahale yapılabiliyormuş dedi” bunun üzerine Sudi Baba’ya çaktırmadan “Tamam” dedim.. Bu arada Sudi bey ikinci kebap tabağını da afiyetle bitirdi, sonra meyvalar yendi ve daha sonra masadan kalkarak casino tarafına geçtiler... Ben casino tarafına gitmedim..

On on beş dakika sonra da Doktor ve ambulans gelmişti otele, nöbetçi müdüre, doktora ve ambulans şoförüne Sudi beyin kaldığı King Suitin yanındaki odalardan vermesini söyledim.. Ambulansı da aşağıdaki otoparka değil de otel çıkış kapısının sağ tarafına olacak şekilde park edilmesi ve önünün de kapanmaması talimatını verdim.. Daha sonra istediğim gibi yerleştirdiklerini bildirdiler... Bunun üzerine doktoru lobiye yanıma çağırmalarını söyledim. Doktor geldi, tanıştık... sonra doktoru alıp casino tarafına geçirdim ve uzaktan Baba’yı gösterdim tanıması için. Ondan sonra da doktora “ Bak doktor bey, Baba burada kaldığı müddet boyunca sen de burada olacaksın, eğer baba odasına çıkarsa sende odanda olacaksın, lobideyse lobide, casinodaysa casinoda olacaksın. Çok fazla yemek yedi ve odasında yalnız kalacak. Eğer Baba’ya bir şey olur da müdahale edemezsen seni bu otelden çıkarmam” dedim. Biraz bozuldu, sonra ben de üzüldüm o şekilde söylediğim için ama işin ciddiyetini anlamalıydı...

Bu arada resepsiyondaki görevlilerden bir not kağıdı istedim, kağıda Baba’ya hitaben bir not yazdım... “Sudi Baba, bazı riskler vardır ki göze alınmaz... Bu akşam çok yemek yediniz, herhangi bir şey olursa telefonla şu numaralı odayı tuşlayın, doktor anında gelecektir.”..... Notu Başkanın odasına gönderdim... Elektroşok cihazına kadar her şey hazırdı yan odada fevkalade bir durumda müdahale için...

Saat 23:30 sularında Baba yatmak için odasına çıktı.. bende artık yatabilirdim. On dakika sonra da içim rahat bir şekilde odama çıktım. Tam duş almaya hazırlanıyordum ki, bir telefon geldi. “Oğlum bu not nedir ?” diyordu Baba. “Sudi Baba aynen okuduğunuz gibi, çok yemek yediniz” dedim. “ Ne yemişim, sen benim lokmalarımı mı sayıyorsun?” dedi. “Lokmalarınızı saymıyorum ama çok fazla yediniz...”, Baba biraz daha sesini yükselterek “ Ne yemişim!, ne ambulansı!, ne doktoru!” dedi.  Bende başladım yediklerini saymaya... Sözümü keserek “ Şimdi seni de doktoru da hepinizi hastaneye göndereceğim!!!” dedi. Ve telefonu yüzüme kapattı... Çok üzülmüştüm...

Dön sağa, dön sola uyuyamıyorum. Sonunda uykusuz bir şekilde sabahı edip ofisime gelerek çalışmaya başladım.... Bilgisayarda çalışmaya dalmışım... 10:00- 10:30 civarıydı ve odamdaki tercümanın bana seslenmesiyle kendime geldim. Kafamı kaldırdığımda Sudi baba ofisimdeydi... Hoş geldiniz efendim derken hemen toparlanıp ayağa kalktım ve ceketimin düğmelerini ilikledim. “Oğlum ben sana dün akşam kızdım ama iyi ki doktoru çağırmışsın. Saat 03:30- 04:00 gibi casinoda bir olay olmuş, onlara çok sinirlenip fenalaştım ve müdahale etmesi için Doktoru çağırdım” dedi. Ben de “Başkanım, tedbirden kimseye zarar gelmemiştir. Odanızda yalnız kalıyorsunuz, burada kaldığınız müddet boyunca doktorun burada olmasında yarar var.” Dedim. “Tamam oğlum işine karışmıyorum... Ama keşke masada söyleseydin çok yeme diye” dedi...  “Ben..., masada..., size söyleyeceğim çok yemeyin diye, siz de benim kafama tabağı, bardağı, çatalı geçirmeyecektiniz” dedim... Gülerek “ Doğru söylüyorsun, geçirirdim” dedi... 

Başkanımız otelden ayrılıncaya kadar doktor otelde konakladı. Daha sonra doktoru da çok teşekkür ederek uğurladık... Sıra hastanenin bayağı yüklü olan faturasını ödemeye gelmişti.. Fakat fatura bir türlü kesilip otele gelmiyordu.. Sonradan anladık ki bu hastane, başkanımızın hayır olsun diye çok miktarda yardım ettiği bir hastaneymiş... “Doktorumuz ve ambulansımız ne kadar kalırsa kalsın para istemeyiz, her zaman da çağırabilirsiniz bu gibi durumlarda” dediler...       

Bir işletmede, Yüksek mal stokuyla çalışmayı, düşük alacak devrini, yüksek borç devrini, nakit sağlamayacak, satışları arttırmayacak aksine nakit azalışı sağlayacak ölü ve verimsiz yatırımlara teşebbüs edilmesini, Marka, ürün, yada hizmetle ilgili olarak işletmenin zedelenen itibarını, bunların yanında , kalitesiz, bilgi seviyesi düşük, muhakeme kabiliyeti olmayan personel yada yönetici kadroların mevcudiyetini ve yüksek personel devrini, felaket habercisi olarak görebiliriz.

İşletme gerilim altındayken problemler çözülemez. Krize hazırlıksız girildiğinde ise, kriz ancak yaşanır. Buna bir başka örnek olarak, İzmir Princess Hotel'de göreve başladığım 1998 yılının eylül ekim aylarında yaşadıklarımızı gösterebiliriz...

1998 haziran ayı gibi uzak doğu krizi başlamış dalga dalga, dünyaya yayılıyordu. Gazeteler, televizyonlar bangır bangır bağırıyordu...Yaptığımız haftalık müdürler toplantılarında, 350 ye varan personeli üzülerek de olsa bir an önce azaltmamız gerektiğini  her defasında tekrarlıyordum. İlk birlikte çalıştığımız genel müdür, personeli kesinlikle azaltmadığı gibi, oturmuş oda fiyatlarını da yarı yarıya indirmişti satışları arttırmak gayesiyle... Fiyat indirmesi ek bir talep yaratmadığı gibi mevcut talebin de yaklaşık yarı fiyatla konaklamasına imkan tanıyordu..  Sonuçta yarı yarıya indirdiği fiyatlarla doluluğu arttıramadı, personel azaltılmasını da yaklaşık 8 ay geciktirdiği için 1999 yılında İzmir Princess Hotel, tarihinin en büyük zararını yapmıştı. Hem geç hem de yanlış verilen kararlar işletmeyi bu duruma taşımıştı... Fiyat indirmek dünyanın en kolay, fiyatları arttırmak ise dünyanın en zor işi  olduğundan, ne hazin ki,bir daha çok uzun bir süre o zamanki fiyatlara gelinemeyecekti...

Sonuç olarak, yaklaşmakta olan krizi algılama, hissedebilme ve  öngörebilme yeteneği önemli ölçüde bilgili olmanın yanında tecrübeli olmaktan da geçer. Gemiyi fırtınanın çıkacağını hissederek, fırtınadan önce güvenli limanlara çekip demir atan, yada ani patlak veren bir fırtınada gemiyi alabora etmeden rüzgarı arkasına alarak güvenli limanlara yol alabilen gerçek bir kaptandır, kendisini fırtınanın ortasında bularak yanlış manevralarla geminin batmasına yol açan ise, o apoletli üniformayı giyse bile kaptan değildir..

MANTIKLI BİR ŞEKİLDE DÜŞÜNEBİLMELİ, NEDEN SONUÇ İLİŞKİLERİNİ SÜRATLE KURABİLMELİ, TÜNELİN SONUNDAKİ IŞIĞI GÖREREK, GEREKLİ KARARLARI ZAMANINDA VE YERİNDE CESARETLE ALABİLMELİ VE ÇÖZÜM İÇİN HAREKETE GEÇMEKTE GECİKİLMEMELİDİR...

Aksi halde olası krizlerin etkilerine karşı koyamaz, onu kontrol altında tutamaz ve krize rağmen bir çıkışı başlatamaz ve lehinize çeviremezsiniz. 

Yaklaşmakta olan krizlere göğüs germek için, böyle bir sorunla karşılaştığımız anlarda panik olmamamız, parçalanmamamız, dağılmamamız, dimdik kalabilmemiz için, işletmede HER KONUDA YENİDEN YAPILANMA gerekir.  

Nasihat,feyiz ve yaşanmış olaylardan ders alarak öğrenmek ve öğrendiklerini gerçek yaşamda hayata geçirebilmek, öğrenmenin maliyetsiz tarafıdır, yaşayarak, başına geldikten sonra öğrenmek ise öğrenmenin maliyetli tarafıdır.  

Geniş bir açıyla olabildiğince uzağa bakın ve DÜŞÜNÜN…. Eminim felaket başınıza gelmeden önce mutlaka çareyi bulacaksınız…

31/Mart/2006 Adnan Şişman

 
Toplam blog
: 177
: 9
Kayıt tarihi
: 21.08.15
 
 

1961 yılının sıcacık Temmuz ayının 12. Günü sabah serinliğinde, Üsküdar Zeynep Kamil doğum hastan..