Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Şubat '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Olay içinde olay yaşanan bir ülkede yaşıyoruz

Olay içinde olay yaşanan bir ülkede yaşıyoruz
 

Yeni yılın ilk blogunu ben yazmıştım. Zannettim ki artık bir sene boyunca blog yazmaktan bir hal oacağım. Hani derler ya, “Yeni yıla nasıl girersen, bütün yılı öyle geçirirsin,” inanmayın yalanmış, bizzat yaşayarak gördüm. 40 küsur gündür “tık” yok.

*****

Sınırlı bir sürede bitirilmesi gereken bir işim yüzünden Blog’dan bir süre ayrı kaldım. Yılbaşından beri yazmadığım doğru ama, sebebi iş yoğunluğu yani…

Blog’dan uzak kalmış olmaktan dolayı canım sıkıldı mı? Hayır. Bu tür ayrılıkların insanı üzen tarafı, yazamamaktır. Oysa benim yaptığım iş zaten yazmak üzerineydi. O yüzden Blogu çok özlemedim diyebilirim.

Bu arada neler olmuş, kaçırdığım, kaybettiğim bir şey var mı, diye yazılara şöyle bir göz attım. O günlerde Mustafa Mumcu’nun kaybından duyulan üzüntüler dile getiriliyordu. Bu arada “Nar Çiçeği”ni de kaybetmişiz. Kendisine Allah’tan rahmet diliyorum.

*****

Kaybetmek insana her zaman hüzün verir. En küçük bir eşyamızın kaybına bile tahammül edemeyiz. Çünkü elde etmek güçtür. Çok çalışmak gerekir, gayret etmek gerekir, çok fedakârlık gerekir, sabır gerekir, özveri gerekir.

Ya can kaybı? Asla geri gelmeyecek, telafi edilmeyecek, yenilenemiyecek bir varlığın kaybından duyulacak üzüntü bambaşka bir şey… Ölümden öteye yol yok. Hangi düşüncede olursak olalım, hangi felsefeye sahip olursak olalım, hangi dine inanırsak inanalım, hatta ister inanalım ister inanmayalım, ölüm, sözün bittiği yerdir.

Biraz yakından tanıdığımız insanların başına gelen böyle bir felâket, kısa süreli de olsa alıp bizi bir yerlere götürür. Düşündürür şöyle derin derin… “”Bir gün aynı şeyler benim de başıma gelecek….mi?”

Bilmiyorum, böyle bir düşünceyi hiç aklına getirmeyenler de var mı? Varsa eğer, belki morallerini bozmak istemedikleri için düşünmek istemiyorlardır ama, ölümsüzlüğün çaresi de henüz bulunamadı. Buna rağmen nasıl böyle rahat edebiliyorlar, nasıl bu kadar dünyaya bağlanabiliyorlar ve nasıl hiç ölmeyecekmiş gibi davranabiliyorlar, anlamak mümkün değil…

******

Blogda kayda değer başka bir değişiklik göremedim. Ciddi blogların sayısında sanki biraz azalma var gibi. Ama yazılardaki öfkede, kızgınlıkta pek azalma yok. ülke sathındaki gerilimli hava buraya da yansımış gibi… Kimsenin haklıyı, doğruyu aradığı yok… Herkesin doğrusu kendi kafasında…

Temelde bu çok yanlış bir kanaat da değil. Madem ki Allah herkese ayrı bir akıl vermiş, herkesin düşüncesi elbette farklı olacak, herkes de kendi fikrini beğenecek, kendi doğrularında ısrar edecek. Ancak aynı akıl, bize eğriyi, doğruyu göstermekte yardım edecek, haklıyı, haksızı ayırdetmek de yine aklımız sayesinde olacaktır.

Aslında aklımız bu görevini yerine getiriyor. Ama başka etkenler de var. Hislerimiz, gururumuz, etrafımız, çıkarlarımız, bağlantılarımız vs.… Bir türlü söylediklerimizin yanlış olabileceğine ihtimal vermiyoruz. Doğruyu görsek de geri adım atamıyoruz. Yanlışımızı kabullenemiyoruz.

Israrla savunma mekanizmamızı çalıştırıp yanlışı bile doğru göstermenin yollarını arıyoruz.

*****

Yanlışı bile yeri geldiğinde “doğru” diye savunabilecek kadar güçlüyse insan eğer, gerçeği ve doğruyu da daha güçlü şekilde savunabilmeli… Amaç buysa tabi,,,

Bazan amaç farklı oluyor galiba…

Öyle olaylar yaşanıyor ki ülkemizde, hem de aynı günde kaç tane… Maşallah bu konuda öyle verimliyiz ki, yetişmek mümkün değil…

Gene de bir örnek vermem gerekirse, eylemci Tekel işçilerini destekleyenler mesela… Beyoğlu’nda bir grup, Tekel işçilerine destek vermek için İspanyol Kültür Merkezi'ni işgal etmiş… Güvenlikçileri atlatıp içeri zorla giren göstericiler, en üst kata çıkarak pankart açmışlar..

Ne harika bir eylem planı değil mi?

Bunun üzerine Tekel işçilerine fazladan yeni haklar tanınmış… Böyle üç-beş olay daha çıkarılsa, zavallı işçiler hiç çalışmadan neredeyse ömür boyu maaşa bağlanacaklar…

Peki kimmiş bu cesur yürekliler?

Sosyalist Demokrasi Partisi üyeleri… Evet adlarını böylece duyurmuş oldular. Tekel işçilerine bir faydaları olmadı ama, kendi reklamlarını yaptılar, binlerce yüz binlerce kişiye partilerini tanıttılar.

Olay bu zaten… Kimsenin kimseyi düşündüğü yok. Herkes kendi çıkarını kimin üzerinden sağlayabileceğinin hesabıyla meşgul…

*****

Aslında demokratik bir ortamda demokrasi kurallarına göre tartışabilsek, hepimizin işi kolaylaşacak. Tartışmak bir konu üzerinde enine boyuna düşünmenin, doğrusunu yanlışını dile getirmenin adıdır.

Herkes eteğindeki taşları kuralına uygun şekilde ortaya dökse ne iyi olacak. Ama biz hazır taşı bulmuşken birinin kafasını gözünü yarmayı tercih ediyoruz. Tartışmadan kavgayı anlıyoruz, kavgadan dövüşmeyi, dövüşmekten yakmayı, yıkmayı, kırmayı, dökmeyi…

Eninde sonunda insan gibi konuşmayı ve konuşarak tartışmayı ve anlaşmayı da öğreneceğiz, YÖK’ün aldığı bir karar bukonuda bana ümit verdi. Tekel işçilerine destek vermekten haklarında soruşturma açılan öğrenciler için YÖK, “zarar veren eylemler yapmadıkça herkes demokratik ölçülerde görüşünü bildirebilir” demiş..

Doğrusu da bu değil mi?…

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..