- Kategori
- Anılar
Olaylar ve yorumlar
İş aramayın bunlar sadece trafik işaretlerinin farklı bir yorumu...
İnsanın belirli bir dönemde, özellikle yaşlanmaya başladığında anılarını yazmak istemesi çok keyifli bir olaydır. Bu sayede anlık da olsa geçmiş hatırlanır sanki yazana, olay o anda oluyormuş gibi yeniden yaşatılır. Böylesi anlık keyifleri, çoğu zaman tembellikten, arasıra da zamasızlıktan sürekli erteleriz ve her seferinde bir mazeret icat etmekte kimse elimize su dökemez. Ancak bir grup insan çalışma hayatı oyunca öyle şeyler görmüş duymuştur ki isteseler de olaylara ilişkin hiçbir şey yazamazlar hatta konuyu başkalarıyla konuşamazlar bile.
Devlet görevinden ayrıldıklarında sadece gölgelere çekilirler ve bildikleriyle beraber ölürler.
Şimdi bazı demokrasi aşığı(!) kalem erbabı, halkın bilmeye hakkı vardır diye koro halinde itiraz edeceklerdir, ancak bir noktayı cesurca söylemeliyim, herkes benden nefret etse de, hayır saygıdeğer hanımlar beyler, yandaşlarınızın her şeyi bilme hakları yoktur.
Anayasa da ifadesini bulan bilgi edinme özgürlüğü devlet sırlarını kapsamaz. İnsanlar, hassas ve gizlilik taşıyan bilgileri sizlere açıklamazlar. Ancak zaman gelir konu üzerindeki gizlilik kaldırılır, yeterince sabrınız var ve beklerseniz çok merak ettiklerinizi öğrenip paylaşabilirsiniz. Özet olarak ben gazeteciyim hem de köşe yazarıyım okuyucu kitlemi aydınlatmak zorundayım sizde bana bilgi vermek zorundasınız gibi gerekçelerle ve eğer bir hukuk devletinde yaşıyorsak, hiç bir şey öğrenemezsiniz, el altından siyasi haber kaynaklarıyla öğrenseniz bile bunları yazamazsınız. Acı olan şu soru '' yapsak ne olur'' , hemen cevap vereyim, kendilerine yandaş adını takan medya gurubuna mensupsanız hiç bir şey olmaz, değilseniz delilleri karatma ihtimali ve kaçma şüphesi yüzünden göz altına alınır ve orada unutturulursunuz.
Bu girişi neden yaptığıma gelince, bildiklerini paylaşmaması gereken biri olarak anılarımı yazmaya karar verdim. Şimdi bir grup insan ne diye ayağa fırlayacak, diğerleri ise tamam bu iş diyerek ellerini oğuşturacaklar dır. Telaş etmeyiniz ve durumdan vazife çıkarmaya çalışmayınız. Sadece son on senenin siyasi olaylarını yazacağım ve üzerine kendi yorumlarımı ekleyeceğim. Doğal olarak olayları sıra takip etmeyecek ve dizi tamamlandığında AKP iktidarının ilk gününden bugüne kadar yaptıklarını yapamadıkları görmüş olacağız. Doğal olarak CHP ve MHP de bundan nasibini alacak amaç siyaset yapanları tümüyle ele almak. Ne işe mi yarayacak, gölgelere çekilmiş bizler için en büyük mutluluk, yazdıklarınızın bir gün belki birinin işe yaraması ümididir. Hepsi o kadar...
24.HAZİRAN.2014
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez, uluslararası yasalara göre Türkiye toprağı sayılan ve koruması ev sahibi ülkenin sorumluluğunda olması gereken Musul Başkonsolosluğu, bir terörist grup tarafından basıldı ve Başkonsolos ile diğer çalışanlar ile koruma görevlisi özel harekatçı polisler rehin alındı. Magazinsever basın özel harekatçılar tek kurşun atmadan teslim oldu diye yazarken, bazıları teslim olun emrinin bizzat Dışişleri Bakanı tarafından verildiğini iddia ettiler.
Her zamanki gibi AKP iktidarı derhal bölgedeki sünni aşiretlerle MİT kanalıyla bağlantı kurdu ve iş, kardeş ayıp ediyorsun, sen de ben de Müslümanız üstelik her ikimiz de sünniyiz söylemine dökülerek pazarlık başladı. Tabi bu arada Sayın Başbakana göre bazı münafıklar, rehin alma olayının AKP tarafından planlandığını ve serbest bırakmanın seçimlerden hemen önce yapılacağını bile yazdılar. CHP ve MHP rehinelerin askeri müdahale ile kurtarılmasından yana olduklarını açıkladılar. Tezkere yeterlidir değildir tartışmaları başladı.
Tipik ve Ortadoğu ülkelerine has, biraz da vıcık vıcık bir kriz yönetimi sergileyen Türkiye aslında neler yapabilirdi;
Her şeyden önce ilk açıklama, her kanaldan görüşmelere başladık değil, Türkiye Cumhuriyeti teröristlerle pazarlık etmez olmalıydı. Doğal olarak görüşmelerinizi hükümet dışı kaynaklarla sürdürebilirsiniz ancak resmen bu şekilde yapamazsınız. Bir başka yanlış, her nedense askeri opsiyonun aslında masada olmadığının hissettirilmesi idi. Bir terörist gruba göz dağı verip elinizi güçlendirmek istiyorsanız, askeri harekatı devamlı sıcak tutmalısınız. Yaparsınız yapmazsınız ancak vazgeçemezsiniz. Tabi okuma bildiğinden şüphelendiğim bazı yakın çevre, Sayın Başbakana askerlerin bu işi yapamıyacağını, BM Güvenlik Konseyi'nin bize yaptırım uygulayacağından bahsetmiştir ve görüşmelerin böyle yürütülmesi telkininde bulunmuştur.
Türkiye Yabancı Diplomatik Temsilciliklerinin Çalışma şekilleri ve korunmasına ilişkin 3 sözleşmeyi imzalamış ve TBMM tarafından onaylanmıştır. Ayrıntıları yazıp, bazı kişilerin hayatını kolaylaştırmayacağım, biraz araştırmasını öğrenin. Özellikle 1983 tarihli Diplomatik görevde olanların rehin alınmasıyla ilgili sözleşmeyi iyi inceleyin, tek cümleyle konuk ülke (Türkiye) rehin alınanları kurtarmak ve suçluları yakalayıp yargılamak hakkına sahiptir. Bu durumda Türkiye, ne Irak merkezi yönetiminden ne de Bölgesel Kürt yönetiminden rehin alınanları kurtarmak ve suçluları yargılamak için izin almak zorunda değildir. Her ikisiyle de diplomatik görüşmeleri sürdürürsünüz suçluların bulunmasını rehinelerin serbest bırakılmasını istersiniz ancak askeri opsiyonu kullanmaya karar verebilmeniz için izin almaya ihtiyacınız yoktur.
Bütün bunları neden yapamadığınızı, irdelemek benim işim değil, yapın beyler daha doğrusu , şimdiye kadar yapmalıydınız. Bu durumda, bilin ki siyasi tarih sizi diplomatik temsilcilerini teröristlere kaptıran geri almak için hükümet düzeyinde pazarlık eden hatta birilerinin istediği bilmem kaç milyon doları çok bulup daha ucuza olup olmayacağını soran '' birileri olarak kayda geçirecek . Bunun ayıbı her halde size yeter...