Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ağustos '08

 
Kategori
Hayvanlar Alemi
 

Öldü sandığım Fındık'ın hikayesi...

Öldü sandığım Fındık'ın hikayesi...
 

Ah Fındık niye çıktın caddeye?...


İki hafta kadar önceydi. Kızlarla kahvaltı yapacağız Fethi Paşa Korusu’nda… Leyla Cuma akşamından bana geldiği için sabah dokuz gibi kalkıp yola koyulup boğaz yoluna doğru yöneldik. Hava güzel, arkadaşlarımızla buluşacağız ya keyfimiz yerinde, girmişiz kolkola, güle oynaya, konuşa konuşa gidiyoruz koruya doğru… Koruya dar bir sokaktan araba yolu var, bir de cadde üzerinden düzenlenmiş girişi var. Biz buradan girmek üzereyken bir köpek ilişiyor gözüme… Fındık kadar diyebilirim, yani santime vurursak otuz santim en fazla, yaylana yaylana yürüyor. Aynı zamanda cildindeki bozukluktan uyuz olduğunu da anlıyorum. Düşük kulaklı bu sevimli yaratık komik görünüyor gözüme yürüme şekliyle belki de… Canıım diyorum içimden, onlar benim canlarım çünkü. Caddenin kenarında gördüğüm için bir tehlike arz etmedi o anda. Sevgili Cansın ve Dilek’ten gelen telefonlarla onların yukarda bizi beklediği haberini alınca yukarı doğru çıkmaya başladık Leyla’mla…

Güzel düzenlenmiş, ekilmiş çiçekler arasından yukarı doğru elli metre kadar çıkmışken korkunç bir sesle irkiliyoruz. Benzetme yapmam gerekirse bir tır bir kamyona çarptı diye düşünebileceğimiz şiddette bir sesti duyduğumuz. Bu gürültünün peşinden gelen yavru köpek ağlamasıyla karışık feryadı ikimizi de yerimize mıhladı ve ikimizin de suratı bir anda düştü. (Yani anında üzüntü yerleşti yüzlerimize) Leylam “Eyvah araba köpeğe çarptı” dedi. Kalakaldık yerimizde, ne yapacaktık, Cansın Erol’la Dilek Ç. gelmişlerdi yukarıda bizi bekliyorlardı. Leyla’m belli ki ben ne desem onu yapacaktı. Hayvancağız on saniye kadar bağırmış sonra sesi kesilmişti. Aynen şunları söyledim: “Bu çarpma sesinin geldiği bu köpek ya öldü, ya da can çekişiyor. Gidersem can çekişmesine dayanamayıp, mahvolacağım (çok ağlıyorum bu gibi durumlarda, hiç dayanamıyorum) ama gitmezsem de içim rahat etmez, en azından veterinere götürüp yapılacak bir şey yoksa da uyuttururuz, canı yanmasın” dedim ve gerisin geri döndük caddeye.

Bizim çarpma anından sonra konuşmamız, caddeye inişimiz birkaç dakika içinde olmuştu. Koşarak caddeye indiğimizde ne görelim o girerken rastladığımız el kadar minicik Fındık caddenin tam ortasında uzanmış yatmıyor mu? Ağzından kan gelmişti, dizleri de kanamıştı ama hiçbir hareket yoktu. Ben çıldırmış vaziyette fırladım caddenin ortasına, arabalar, koskoca belediye otobüsleri vızır vızır geçiyordu, o ana kadar bir arabanın ezmemesi resmen mucizeydi. Çünkü o kadar minik ki oradan geçen bir şoför, köpek yavrusu kaza geçirmiş yatıyor diye fark edemeyip ezebilirdi.

Boğaz trafiği malumunuz üzere tek şerit, yani bir gidiş ve gelişi olan daracık bir yol, o an aklıma geldikçe tüylerim diken diken oluyor. Ben caddenin tam ortasında köpeğin başında beklerken oradaki bir otopark görevlisi genci bakkaldan gazete kağıdı almaya gönderdim. Beni yolda gören arabalar hızlarını kesip yavaşlayarak geçtiler, olağanüstü bir durum olduğunu anlamışlardı. Ben de ağlayarak elimle köpeği işaret ettim onlara. Yavrucakta hiçbir hareket olmamasına rağmen canlı olduğunu anlamıştım, otopark görevlisi gazetenin içine koyarak kenarda çiçeklerin ekili olduğu yere koydu.

Tam o esnada o caddede oturan ve gürültüyü duyup çarpan arabayı da gören bir hanım geldi yanımıza söylenerek. Daha biraz önce yemek verdiğini, iki kardeş olduklarını, caddeye hiç inmediklerini, ilk kez inip kaza geçirdiğini, annelerinin kaybolduğunu söyledi. Otoparkçı gence camdan seslenip “O çarpan şerefsizin plakasını al” diye bağırmış ama genç o telaşla almamış. Çarpan adama sar fettiği kelimeyi asla kullanmam ama o anda o kişiye ne kadar yakıştığını düşündüm. “Be adam, o yolda o köpeğe çarpmak senin suçun olmayabilir ama ne vicdan vardır ki sende o el kadar köpeği o vaziyette bırakıp gittin. En azından birazcık bekleyip çözümler üretmeye çalışırken yanımızda ol, vaktin de yoksa ya arkadaşlar çok üzgünüm ama hiç vaktim yok de, bir şeyler de be adam bu kadar mı vicdansızsın. O çarptığın da bir can taşıyor, yüce rabbim onu da bu dünyaya senin gibi yaşaması için göndermiş, senin ne kadar hakkın varsa onun da o kadar hakkı var, senin gibi insanların bunu böyle kabul etmeleri için ne yapmak lazım bilmem ki…”

Geçen hafta gazetede okuduğum bir haberde otoyolda arabasıyla giderken önüne çıkan eşeğe çarpmamak için yoldan çıkan adam şarampole yuvarlanıp ölmüştü. Yazık, gerçekten yazık ölen insana, pisi pisine öldü, üzüldüm okuyunca. Ben burada yavru köpeğe çarpan adama da anlayışla yaklaşmak istiyorum ama çarptığı yer tam virajdan dönülen bir yer, yani virajdan dönerken bu kadar süratle gelmesi yanlış. Ayrıca kaçıp gitmesi de insani bir hareket midir? O minicik yavruya çarpma sesini ömrüm boyunca unutmam mümkün değil. Olaydan sonra sürekli bu sesi konuşup durduk Leyla ile, nasıl bir sesti o ve kim bilir çarpmayla ne kadar fırlatmıştı hayvancağızı. Bu konuları olayı görenlere sormadım, zaten perişan olmuştum bir de detay öğrenirsem daha kötü olacaktım.

Fındık hala ölü gibi yatıyordu, ben de başında hem ağlıyor hem de ne yapabiliriz diye düşünürken en azından acı çekmesin bir veterinere götürelim şayet yapılacak bir şey yoksa uyutsunlar diye karar vermişken bizim Fındık gözlerini açıp fıldır fıldır bakınarak ve doğrulmaya çalıştı. Doğrulup topallayarak 5-6 metre ileriye duvarın dibini gitti. Biz feryat figan deli mi bu ayağı kırık zaten ne yapmaya çalışıyor diye şaşkınlıkla söylenirken o caddede oturan ve yanımıza gelen bir hanım burada çok hayvan ezildiğini, sahildeki yalıyı gösterip bu yalıda oturan hanımın bu hayvanlarla çok ilgilendiğini söyledi.

Ben koşarak karşıya geçtim ve yalının ziline bastım. Kapı açıldı, yüksek bir merdivenden inilen çok güzel bakımlı bir bahçe, yüzme havuzu ve muhteşem yalıyı gördüm. Bana doğru yaklaşan sarışın beye (hizmetçi imiş) olayı anlatmaya çalışırken yalıdan doğru gelen sarışın hanıma doğru anlatmamı sürdürdüm. Olayı iyice anlayınca sarışın hanım “Bana on dakika izin verir misiniz dedi. On dakikalık işim var hemen geliyorum” deyince “Peki” diyerek köpeğin yanına döndüm. Otoparkçı iki genç o arada hem işlerine bakıyorlar, hem de ben, Leyla ve komşu hanımla durumla ilgili konuşuyorlardı. Yanımda küçük çantam olduğundan gerekli telefon numaraları da yoktu, yoksa belediye, veteriner vs telefon numaraları bulunurdu çantamda. Otoparkçı gencin telefonunda kayıtlı belediye no.sunu aradık ama bir netice alamadık.

On dakika kadar geçti geçmedi yalıdaki hanım geldi koşarak yanımıza. Bazı insanlar vardır, çok beceriklidirler olaya anında el koyarak çözüm üretirler. Bu hanım o insanlar sınıfındandı, olaya müdahale etme, çözüm üretme becerisine hayran kaldım. Bu gibi konularda ben de becerikliyimdir, uğraşırım nice bu gibi hayvancıkları veterinere götürüp tedavi ettirdim, bazen cebimdeki parayı son kuruşuna kadar harcayarak bazen de belediye veterinerlerine ücretsiz yaptırarak. Ama o gün arkadaşlarım da beklediğinden kendimi biraz çaresiz hissettim açıkçası. Yalnız Leyla olsaydı sorun değildi. Simay’cık ne hevesle sevinerek gelmişti, Cansın’ı uzun zamandır görmemiştim, Dilek hakeza öyle, söyleseydim anlayışla karşılarlardı ama ben huzursuz olacaktım. Onların yukarda bizi bekliyor olmaları belim bükmüştü. Ne yapabiliriz diye düşünüp telefon açtı, hayvan barınağında arkadaşı varmış, hemen geliyoruz demişler. Şayet gelemediler diyelim, büyük bir kutu bulup içine yiyecek de koyarız Pazartesiye kadar orada bekletiriz demişti ama ben iç kanamadan şüpheleniyordum onun için bir an önce veterinere gitmesi gerekirdi. Bana teşekkür ederek siz gidebilirsiniz arkadaşlarınız bekliyormuş, hiç merak etmeyin ben gereken neyse yaparım deyince içimiz rahat bir şekilde ayrıldık oradan…

Pazartesi günü akşam işten çıkıp dokuza doğru Üsküdar’a geldiğimde acaba ne oldu bizim Fındığa diye merak edip tekrar arabaya binip gittim yalıya. Kapıyı erkek hizmetçi açtı, hanımın evde olmadığını, adının Liz olduğunu (Türkçesi çok düzgündü gayrimüslim olabilir), köpeği götürdüğünü ve durumunun iyi olduğunu söyledi. Ben kartımı bırakarak yine de Liz hanımla konuşmak istediğimi, köpeğin durumu hakkında detaylı bilgi almak istediğimi söyleyip ayrıldım. Eve dönerken içim öyle huzurluydu ki, iyi olduğunu öğrenmiştim. Liz hanımın onunla layıkıyla ilgileneceğinden emindim ama iç kanama olsaydı kurtulma imkanı olmaz diye endişem vardı. Eve vardığımda Leyla'mı arayıp müjdeyi ona da verdim ki sevinsin diye, birlikte yaşamıştık üzücü olayı.

Olay ayın 16’nda oldu. Düne kadar telefon gelmedi Liz hanımdan, dün akşam tekrar gittim yalıya, yine erkek hizmetçi açtı kapıyı, Liz hanımı sordum uyuyor dedi. Sabah altıda kalktığından akşamları erken yatıyormuş. Beni aramadığını ben onunla konuşmadıkça Fındık’la (benim taktığım isim) ilgili detayları öğrenmedikçe içimin rahatlamayacağını söyledim. Geldiğimi bildireceğini söyledi, birkaç gün bekleyip aramazsa tekrar gidip öğrenmeye çalışacağım, elimde değil merak ediyorum minik yavruyu…

Sokaklarda yaşayan bir sürü hayvan var, bu ülkemiz gerçeğine henüz bir çözüm bulunmuş değil. Küçük bir kısmı barınaklara götürülmesine rağmen büyük bir kısmı halen sokaklarda yaşamaktalar. Ben bazen onların çok akıllı davrandıklarına şahit olmama rağmen (arabaları takip edip öyle geçiyorlar karşı kaldırıma) akılları pek fazla ermiyor, bu arabalar hızlı gelip bizi ezebilir diye düşünme yetiler yok ki. Onun için vasıtaların biraz daha dikkatli olmaları gerekmez mi? Çoğu hayvan sever gibi benim de piyangodan büyük ikramiye çıksa yapacaklarım hayallerimde şimdilik. Dilerim bir gün gerçekleşir de dişileri kısırlaştırıp hepsine barınaklar temin ederim ki sokaklarda hiç hayvan kalmasın.

Sevgilerimle...

 
Toplam blog
: 203
: 2037
Kayıt tarihi
: 23.10.06
 
 

İnsanların yapmaktan mutlu oldukları hobileri vardır. Benim de en severek yaptığım, hayatımda yen..