Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Şubat '13

 
Kategori
Genel Sağlık
 

Öldüm der durur yine de yaşarsın

Öldüm der durur yine de yaşarsın
 

2013 hepimizi çok bekledi. Büyükbabamız, Babaannemiz (Foto:A.AK)


İstanbul’daki evimizde tam bir yıl önce 21 Şubat 2012 akşamı annem için 112 Acil’den ambulans çağırmak zorunda kaldık. Bizi Bakırköy'de “nöroşirurji” servisi bulunan "o ünlü" hastaneye kaldırdılar.
Sonrası mı?..
Skandal!..
Annemin hastalığında gördük ki İstanbul'da geçen yıl sağlık hizmetleri dökülüyordu.

Baskı altında kalsalar bile tıp bilgilerini insanlık değer ve yasalarına karşı kullanmayacağına, açıkça, özgürce ve namusu üzerine ant içmiş olanlar İstanbul'da görevlerini ihmal ediyordu. İstanbul'daki sağlık görevlilerinin “suistimale” varan ihmalleri can yakıyordu.
* * *
Öğrenmek istediğim şuydu, bu yaşadığımız bir yıllık süreçte;
İstanbul acilde, uzman hekim seviyesinde görevlendirdikleri sorumlu hekimler hastayı görmek zorunda değil miydi?
Omuriliğinde iltihap (spondilodiscit) ya da sebebi tam olarak bilinemeyen bir sorun olduğunu büyük sancılar sonucunda sonradan öğrenebildiğimiz ve şimdilerde ancak yeniden yürümeye başlayan annemizin, doğru dürüst tetkik edilmeden kas ağrısı teşhisiyle adeta acilden "kovulması" kabul edilebilir bir standart mıydı?
* * *
İstanbul’da yaşadığımız bu güven bunalımından sonra 22 Şubat 2012, sabaha karşı ağabeyim Deniz’le birlikte annemizi kendi olanaklarımızla ve sancılar içinde doğruca Kırklareli Devlet Hastanemize kaldırmak zorunda kaldık. İstanbul’da başka ne yapabilirdik ki?! “Alın hastanızı götürün!” diyen hekimler karşısında siz ne yapabilirdiniz ki?! Sadece “Hipokrat Yeminini” hatırlayarak acı acı gülümsemeye çalışmaktan başka!..
* * *
Diğer taraftan yeminine bağlı, geçmişten bugüne şifa dağıtan memleketimizin hekimlerine ve sağlık çalışanlarına bir kez daha şükranlarımızı sunmadan geçemeyeceğim.
Tüm bu acı, hayal kırıklığı ve yoğun stresten sonra Trakya Üniversitesi Edirne Tıp Fakültesi Hastanesinde yeniden hayat bulduk.

Annem ve babam, tam 51 yıldır ayrı kalmamışlardı, bütün ömürleri boyunca...

Annemi, ağabeyim Deniz'le birlikte Edirne'de bıraktık. Babamı İstanbul'da bizim yanımıza aldık ama onlar ömürlerinde ilk defa bu kadar uzun süre ayrı kaldılar.

Bu üzüntülerle Babamız safra kesesinde ve koledok kanalını tıkayan taşlar nedeniyle ağır bir hastalık geçirdi, acilen hastaneye kaldırdık. Ardından yüksek tansiyona bağlı oluşan "Retine Yırtığı" nedeniyle bir gözü tamamen görmez oldu, diğer gözü de katarakt nedeniyle kapandı.
Bu arada benim "Nur topu gibi hipertansiyonum” oldu"Rabbim İstanbul'daki hastaneleri, tabipleri ve sağlık sistemini ıslah eylesin!" diye dualar ettik; bu büyük acıları çekenler bilir.

Ve o zaman dedik ki çektiğimiz büyük acılarla kıvranırken;  "İyi ki Keşan Devlet Hastanemiz var, iyi ki Kırklareli Devlet Hastanemiz var, iyi ki Edirne’de Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanemiz var." Ve kendi memleketimizde aklı başında hekimlerimiz var.
Ve yine öğrendik ki İstanbul'da da Hipokrat yeminine bağlı, geçmişten bugüne şifa dağıtan hekimlerimiz de, sağlık çalışanları da var.  Onurlu, görevine bağlı, yüreği insan sevgisiyle dolu olanların manevi şahsiyetlerine bir kez daha içtenlikle saygı duyduk, duygulandık.
* * *
Sonuç mu?
23 Şubat, kırk sekiz yıl önce "doğduğum" gündür.  
Annemizin büyük acıları geçti, iyileşti, hayata döndü Edirne'de yeniden yürümeye başladı. Şimdi Keşan'daki baba evimizde mutlu...
Babamız da iyileşti, safra kesesindeki ve koledok kanalını tıkayan taşlar ERCP çekilerek İstanbul ÇAPA Tıp Fakültesinde başarılı bir operasyonla alındı, hayata döndürüldü. Ardından yüksek tansiyona bağlı oluşan "Retine Yırtığı" nedeniyle yine İstanbul'da Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesinde başarılı bir dizi GÖZ ameliyatıyla gözleri kurtarıldı, yeniden görmeye başladı. Yüksek tansiyonu kontrol altına alındı.O da Keşan'da şimdi annemizle birlikte mutlu...
Bu arada benim "Nur topu gibi hipertansiyonum” normal seyrine döndü şimdi, tamamen iyileştim, yeniden yazmaya ve sağlıklı düşünmeye başladım.
Olsun, arkadaşımın dediği gibi İstanbul’da “ölürsek ölelim, canımız sağ olsun!” ifadesi bambaşka bir anlam kazandı.

İşte öyle garip bir dünya:

"
Ve mevsim geçer gölge veren ağaçların dalları kurur, sabır taşar mı!
Canından saydığın yar bile bir gün el olur mu!
Aklın şaşar dostun düşmana dönüşür mü!
Düşman kalkar dost olur mu!
Öyle garip bir dünya! ...
*
Olmaz dediğin ne varsa hepsi olur.
Düşmem dersin, düşersin.
Şaşmam dersin, şaşarsın.
"En garibi de budur ya!..." diyor Mevlana;
"Öldüm der durur yine de yaşarsın."

 
Toplam blog
: 276
: 1102
Kayıt tarihi
: 19.11.12
 
 

Evli, 2 evlat babası, 1965'te doğdu, inançlı, müziksever, insansever, yurtsever, iyi yüzer, ünive..