Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Aralık '10

 
Kategori
Güncel
 

Öldüresiye dayak ve biber gazı! Bunlar bizim çocuklarımız değiller mi?

Öldüresiye dayak ve biber gazı! Bunlar bizim çocuklarımız değiller mi?
 

Daha çok özgürlük ve demokrasi ha!


Bugün (4 Aralık 2010 Cumartesi günü) Engelliler Haftası dolayısı ile Beşiktaş Mustafa Kemal Kültür Merkezi’ndeki sempozyuma katılmak üzere, sabah saat 10.30 da evden çıktım.

Aslında arkadaşlarımla Beşiktaş Vapur İskelesinde saat 11 de buluşacaktık. Biraz erken çıkmamın nedeni iskelenin hemen yanındaki küçük çay bahçesinde oturup denize karşı bir kahve içmekti.

Oturduğum yerden Haydarpaşa Garının yolunmuş tavuğa dönen haline acı içerisinde baktım. Bir dostluk, insanlık örneği olarak İsrail’de çıkan yangına bizim yangın söndürücü uçaklarımızın yollanması ile inanın mutlu oldum ama keşke aynı duyarlık Haydapaşa’ya da yapılsaydı.

Kadıköy Cumhuriyet Savcılığı soruşturma başlatmış, yaptığı ilk inceleme sonrasında, konusunda uzman 4 bilirkişi görevlendirmiş. İnşaat mühendisi, arkeolog, yangın söndürme uzmanı ve kimyagerden oluşan bilirkişiler incelemelerini tamamlamışlar ve rapor hazırlıyorlarmış.

Suçlu Bulunmuş!

Pürmüz denilen bir maddeymiş.

Bu madde soba yakmak ve lehim işlerinde kullanılırmış. Rapor tamamlandıktan sonra durum anlaşılacakmış. Tedbirsizlik ve dikkatsizlik nedeniyle yangın çıkmışsa ve suçlular varsa 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası istemiyle, tarihi ve değerli bir bina olduğundan eğer kasti olarak yangın çıkarılması durumu varsa, suçlular 12 yıla kadar hapis istemiyle yargılanacaklarmış. Bunları sabah gazetelerinde okumam bile ne yalan söyleyeyim, ne üzüntümü ne de hıncımı hafifletti.

Neyse, 11.15 vapuru ile karşıya geçtik. Vapurdan çıktıktan sonra taksiye binmek amacı ile caddenin karşısına geçtik ve bir sürü polisle karşılaştık. Taksi durağına doğru ilerledikçe polis araçlarını adeta polis ordusunun orada bulunduğunu gördük. Bu arada 'Üniversiteler bizimdir bizim kalacak', 'Üniversiteleri AKP'ye teslim etmeyeceğiz', 'AKP elini üniversitelerden çek' şeklinde slogan sesleri duyduk.

Merakla biraz daha yokuşu çıktık ve eski Beşiktaş Pazarının yan tarafında, dar bir alanda 200 kadar adeta orada sıkıştırılmış kızlı erkekli gençleri gördük. Etrafları onlarca polisle çevrilmişti. Biraz durduk, onlara destek için alkışladık. Polisler sert şekilde bize bakmaya başladılar.

Vaktimiz kısıtlıydı zira saat 13.00 gibi genel başkanımız Kılıçdaroğlu sempozyuma katılacaktı. Ancak yetişebilirdik hem de oradaki arkadaşlarımız bizleri bekliyorlardı.

İstemeyerek oradan taksiye binip uzaklaştık. Yolda aramızda konuştuk.

Yazık bu çocuklara, biraz sonra mutlaka coplanacaklardır dedik.

******

Sempozyumda değerli konuşmacıların arasında sevdiğimiz yazar Şükran Soner de vardı. Oturum başkanıydı.

Kılıçdaroğlu gelmeden kürsüdeki takdimci onlarca profesör bilim adamının, kadınının isimlerini saydı. Hepside CHP ye katılıyorlarmış. Bundan kıvanç duyduk.

Beklenen an geldi ve çok büyük tezahürat sesleri alkışları arasında genel başkanımız içeri girdi. Öylesine bir coşku vardı ki anlatamam. Salonda iğne atsanız yere düşmeyecek durumdaydı ve çoğu insan ayakta izliyordu.

Her şey Kılıçdaroğlu kürsüye çıkana kadar çok güzeldi. Bizler tezahürat içerisinde onun konuşmasını beklerken bir de baktık ki CHP. İst. İl Başkanı Sayın Berhan Şimşek genel başkanın yanından konuşmaya başladı.

Birkaç profesörün ismi anonsta unutulmuş ta, onları saydı. Bu sırada Genel başkanımız kürsü başında büyük bir nezaketle onun konuşmasının bitmesini bekledi. Bu hiç hoş olmadı. Sadece ben değil çok kimse bundan hoşlanmadı. Unutulan Prof. isimleri genel başkanın konuşmasından sonra da anons edilebilirdi.

Uzatmamak için bu kısımları geçiyorum. Eve döndüğümde gelirken gördüğümüz o gençlerin bir kısmının tutuklandığını, yerlerde sürüklendiklerini, sıkılan biber gazları ile perişan olduklarını haberlerde izledim. Bir genç kız yerde boylu boyunca yatmış baygınlık geçiriyordu.

Yazık bu gençlerimize yazık ya!

Bunlar hepimizin çocukları. İçlerinde her kökenden olanlar vardır mutlaka. Bir dava uğruna el ele vermişlerdi.

Neydi istekleri?

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın rektörlerle buluşmasını protesto etmek ve vaat edilen özgürlükleri istemeleriydi.

YÖK'ün kaldırılmasıydı.

Ne vardı sanki bunda? Gençler bağırıp, çağırıp, bir basın açıklaması yapacaklar, neticede olaysız bir şekilde dağılacaklardı elbette. Ankara’dan, Eskişehir’den gelen öğrencileri İstanbul’a sokmamak ne demektir? Türkiye’den başka bir ülke midir burası? Bir avuç gençten kimler korkuyorlar? Aslında bu sorulara Sn. Başbakanın yanıt vermesini istemekteyim.

O çocukların anaları, babaları da mutlaka televizyonlardan evlatlarının nasıl haince coplandıklarını, tekmelendiklerini görmüşlerdir. Bu hiç hoş değil. Yarın o analar babalar da ayaklanır hak aramaya yollara çıkarsa hükümet ne yapacak acaba? Herkesin evladı canından kıymetlidir.

Yaşlısına gencine bakmadan sopalanacaklar mı? Bu böyle olunca Türkiye nereye gidecek bunu düşünen var mı acaba? Sn. Başbakanı biraz düşünmeye çağırıyorum.

Her zaman işçilere ve öğrencilere olanlar oluyor. Doğuda Türk bayrağını yakanlara, PKK lehine slogan atanlara bile böyle muamele yapılmıyor. Yazıktır, günahtır ya!

Polisi halka karşı düşman etmemek gerekir. Bu gidiş, gidişat, dediğim gibi hiç hoş değil. Poliste bizim, gençlikte bizimdir.

İktidardan daha anlayış ve biraz hoş görü beklemek hakkımızdır. Eleştirilere karşı bu kadar zalimlik olmamalıdır. Unutmasınlar ki kendilerinin de çocukları var. Onların çocukları nasıl kıymetliyse herkesin çocuğu da kıymetlidir.

Çocuklarımızı dövmeyin, dövdürmeyin. O çocuklar hepimizindir çünkü. Özgürlük diyince sadece türban mı anlamalıyız? Bu nasıl bir özgürlük anlayışıdır?

Çocuklarımızı döveceğinize biraz onları dinleyin, unutmayalım ki onlar Türkiye’nin geleceğidirler.

 
Toplam blog
: 375
: 801
Kayıt tarihi
: 30.04.08
 
 

İstanbul Kadıköy doğumluyum. Herhangi bir menfaat grubuna bağlanmadan, açık fikirli, dürüst, önya..