Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ocak '12

 
Kategori
Aile
 

Olgunlaşan meyve dalından kopar...

Olgunlaşan meyve dalından kopar...
 

Son zamanlarda kızlarımızın özellikle kentsoylu kızlarımızın daha çok miktarlarda okuduğu; yüksek lisans, doktora yapıp mesleklerinin tepesine tırmandıkları bilinmektedir. Ama onlar meslek hayatlarının tepelerine hızla tırmanırken, diğer yandan, 17-18 yaşında evlendirilen genç kızlar yol almakta çocuklarını büyütmektedirler bile.

27-28 yaşında meslek hayatının tepesinde olan; belki de bölüm başkanı, direktör vs. gibi ünvanları olan kızlar bir de bakarlar ki kız kurusu olmaya doğru hızla yol almaktadırlar. Diğer yanda çevresindeki “talip”ler hızla azalır… Çünkü bir çok erkek talipler çok geride kalmışlardır. İlkokula beraber gittikleri Rasim, şimdi fırında çalışmaktadır; Oktay şoförlük yapmaktadır; İhsan artık evlidir hem de üç çocukludur… Hele hele kendisine yan yan bakan ve gülümseyen; zaman zaman el ele tutuştukları Erdoğan’da artık erenler taifesine karışmış; Anadolu sermayesinin önemli ticari tiplerinden biri olmuştur…

Huylar suylar değişmiş… Tanıdığı insanlar savrulup, Türkiye’nin değilse bile dünyanın dört bir ucuna savrulup gitmişlerdir... Ondan sonra, iş kendisine durmadan işmar eden köşedeki bir masada oturan teknisyen Ömer’e kalmıştır… Ya ona yüz verecek, ya da iki, üç yıl daha geçecektir. Evet, derse… Ondan sonra düğün dernek, bir çok olumsuzluklardan sonra, hiç istemediği bir hayata doğru yuvarlanıp gidecektir. Belki de eve kaynanası, kaynatası yerleşecektir. Hayat kendi hayatı olmaktan çıkıp; başkaları tarafından yönetilen bir robota dönecektir. İki yol vardır: 1. Boşanıp özgürlüğüne kavuşmak; 2. İşkenceye katlanıp yola devam etmek… Her iki yolu deneyen de olmuştur. İkisi de çok acılıdır.

O “Evlenme Programları”nı izliyorum. Orası hayat deneyliği gibi… Her türlü insan var. Fakat daha çok başkalarının hayatına karışmaya meraklı insanlar var. İki gönül orada tanışacak, konuşacak (Ne kadar zor iş!) fakat lak lak lak… O kadar çok laf eden var ki, insanlar geldiklerine geleceklerine pişman oluyorlar.

İnsanlar evlenme işine girişince de zaten işin başından itibaren insiyatifi gençlerin elinden almaya çalışan büyükler; anne babalar bir küp inciri berbat edip giderler.

Başlangıcından itibaren isterler ki her şey kendileri istediği gibi olsun. Yatak takımı onlar istediği gibi olacak; oturma odası onlar istediği gibi olacak… Mutlaka her yere çiftle birlikte gitmek isterler; her şeye burunlarını sokmak isterler… Kızın annesi; oğlanın annesi başlangıçta yeni yuvayı kurmak için ittifak halinde görünseler bile… Bir süre sonra önce kız, sonra oğlan anlar ki bunlar yuvayı yapmak değil, yıkmak istiyorlar… Her an anlaşmazlık, her an kavga halindedirler. “Dedim... dedi… dedim…dedi…” dedikoduları başladı mı, kız da oğlan da deli gibi olurlar. Nereye kaçacaklarını bilemezler. Aslında, kızla-oğlan bütün insiyatifi “büyüklere” bırakacak olurlarsa, onlar işi taa yatak odasına karışmaya kadar uzatırlar…

İşin gerçeği budur: Aslında anneler yetiştirdikleri kızlarını, oğlanlarını başkaları ile paylaşmak istemezler. Mümkün olduğu kadar elinde tutup, sonsuza kadar kullanmak isterler... İşte işin gerçeği bu kadar basit…

Diyelim ki, hadi kaza bela çocuklar bu devreyi şu veya bu şekilde atlattılar; sabrettiler, her şeyi geçiştirdiler; nikah masasından defteri imzalayarak kalkmayı beceren çiftin derdi bitmiş midir? Yok. Balayı için gidilmesi gereken yer hakkında karışırlar… Oturulacak ev hakkında karışırlar… Karışırlar babam karışırlar… Bir de tartışmaları bitirmezler… Küserler... Küslük oynarlar… Bu gibi durumlar, yavaş yavaş “kızı” delletir… Ne yapacağını bilemez hale getirir.

Hele bir de “Esas Oğlan” anne babasına ölürcesine bağlıysa; o kadar salaksa; artık o ev, o hayat çekilmez hale gelir. Ondan sonra mesele : “Benim annem her zaman haklı, senin annen her zaman haksız….” meselesine takılır kalır. Anne- babaların eve her gelip gidişleri bir sorun olur. Çünkü her geldiklerinde, bir sorun yaratmak için Allahtan bir sebep bulurlar… ve durmadan kızarlar… Anne babalar böyledir ve durmadan gizli gizli ağlarlar: “Oğlum ben seni bu günler için mi yetiştirmiştim… Şu haline bak… Boşan, ben sana ne dilberler bulurum…” sözü çınlar durur. Oğlan ilk fırsatta evden fırlar... Bir meyhanede iki tek atar... Veya Öteki’nin yanına gider… Kadın… Kadın hiçbir şey yapamaz… Kaynanasını dinler…

Tabii ebedi olarak dinleyemez… “Aman lanet olsun… Evleri de yerleri de, anaları da babaları da …” diyip, çekip uzaklara giden gelinler çoktur… Sonra bir iki celse mahkeme ve herkes hürdür… “Oh be… Dünya varmış” havası bir süre daha sürer ama... Ama amalar sürer gider. Yalnızlık kolay değildir. Anne-baba evi bir yerden sonra kolay değildir. Bağımsız yaşansa, kolay değildir… Hayat kolay değildir…Hele bir de çocuk varsa!

Hangi hayatı seçersiniz? Görüyorsunuz… Akıllıca alınması gereken kararlar var. Yani, başlangıçtan itibaren hayatınıza kimseyi karıştırmayın. O ölmüşlerin dünyasında yaşayan, anne-babayı niçin hayatınıza sokarsınız? Zaten evlenmekle onlardan kaçmıyor musunuz? Onların hayatınıza koyduğu sultadan… Ebedi olarak sizin hayatınızı idare etmelerini mi istiyorsunuz bu piri fanilerin…

Kaçın. Kaçabildiğiniz kadar kaçın… Hiç tereddüt etmeyin. Siz haklısınız. Onlar sizin hayatınızı zehir zıkkım ederler. Karıştırmayın ve unutmayın. “Olgunlaşan meyve dalından kopar…” Eğer bir meyve dalından kopmuyorsa, dalına bağlı kalmaya israr ediyorsa; siz israr etmeyin… Bırak gitsin kalu belaya kadar… Yalnız yaşamak o kadar da kötü bir şey değil. Her gün sopa yemekten, kötü söz dinlemekten her zaman iyidir.

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..