Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Ağustos '19

 
Kategori
Güncel
 

Ölmek İstemiyoruz

Albert Camus' un çok sevdiğim meşhur bir sözü vardır;
"Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın."

Bakıp tanıyalım;
Genellikle tecavüz edilerek. Sonra ya yakıyorlar seni ya boğuyorlar ya da yüksek bir yerden boşluğa atıyorlar. Ölüyorsun, öldürülüyorsun bir şekilde. Kiminin cesedi toprağa gömülü oluyor, kiminin tam bir cesedi bile yok, parça parça toplanıyor kemikleri. Bir de eski eş, eski sevgili meselesi var. Ayrılmak mı istiyorsun, işte o zaman kurşunlara mahkum ediliyor tüm bedenin. Ölmemek için yalvarıyorsun ama nafile. Peki ya musallat olanlara ne demeli? Yüz vermeyince tehditler yiyorsun ama sonra bir köşe de yığılıp kalıyorsun, vurulmuşsun...

Empati: Kişinin başka bir kişinin istek ve duygularını anlayabilmesi, başka bir kimsenin halini kavrayabilmesi durumu. Yani kısaca kişinin kendisini başka birinin yerine koyması. Hiç empati kelimesini sözlükten çıkarıp kullanmayı denediniz mi? Hadi deneyelim;

Şimdi düşünün;
-Minibüstesiniz. Güvenerek biniyorsunuz, çünkü size uzak mesafeleri yakın eden araç bu. Ama kansız bir şoföre denk geliyorsunuz. Bu kansız pis nefsini size bulaştırmak istiyor, direniyorsunuz. Defalarca bıçaklanıyorsunuz, sonra demirle dövülüyorsunuz. Yetmiyor; ellerinizi kesiyorlar ve cesedinizi yakıyorlar. Özgecan Aslan gibi...

- Bir plaza da çalışıyorsunuz. Bir bahaneyle ofise götürüyorlar sizi. Sonra tecavüz ediyorlar, yetmiyor yirminci kattan boşluğa atıyorlar sizi. Bir de üstüne intihar süsü veriyorlar ki hala mahkemeniz sürüyor...

-Birini çok seviyorsunuz, belki de onunla mutlu bir yuva hayal ediyorsunuz. Sonra bacaklarınız çöpte bulunuyor. O çok sevdiğiniz insan sizi bıçaklamış, testereyle parçalamış bedeninizi gitar çantasına koyup atmış sizi çöplüğe. Münevver Karabulut gibi...

-Henüz yaşınız 3.5. Doyasıya oyunlar oynuyorsunuz, kendi yaşınız da hayaller kuruyorsunuz. Bir gün kayboluyorsunuz ve cesediniz bir çayın kenarında bulunuyor. Komşunuz, komşu amcanız size tecavüz etmiş, sonra da öldürmüş sizi. Irmak gibi...

- Annesiniz, hayatınızın en güzel dönemleri. Dört yıl önce boşandığınız kocanızla belki de çocuğunuz için bir kafe de buluşuyorsunuz. Tartışıyorsunuz. Sonra o eski kocanız, çocuğunuzun babası sizi defalarca bıçaklıyor. Hem de çocuğunuzun önünde. Kanlar içinde "Ölmek istemiyorum" diye haykırıyorsunuz, çocuğunuz "Anne ölme" diye size yalvarıyor. Ama daha fazla dayanamıyorsunuz. Emine Bulut gibi...

Bunlar sadece birkaçı...
Bunlar sadece bir kısmı...
Bunlar gibi daha bir sürü var. İsmi duyulan, duyulmayan bir sürü kadın, çocuk var. Hepsinin sadece adı ve yaşı farklı. Ama öldürülmeleri hep aynı; taciz, tecavüz, cinayet. Şu üç kelimeyi yazarken ne kadar basit değil mi? Zaten yazarken her şey basittir. Dışarıdan görüp okuyunca da basittir. Olayın içinde değiliz ya dışarıdan karşı geliyoruz kendi çapımızda; ya kadına yönelik hadisler paylaşıyoruz ya kadın için söylenmiş en anlamlı sözleri ya da tüm kadınlara bunları yaşatanlara sövüyoruz; ulan diyoruz; senin gelmişine de, geçmişine de, şerefine de...

Ama bitmiyor...
Ne kadar kınarsak, ne kadar karşı gelirsek gelelim yine de her geçen gün eksiliyoruz, eksiltiliyoruz. Tamam diyoruz, "Alışma ve susma" diyoruz. Olmuyor. Alıştırılıyoruz, susturuluyoruz. Neden mi? Suçlulara verilmesi gereken esas cezalar verilmiyor. Ya iyi halden ya da mahkemedeki giyiminden cezası hafifliyor. Ölüyoruz, öldürülüyoruz. Ama ölümüzü bile rahat bırakmıyorlar. Arkamızdan;

"O saatte dışarı çıkmasaymış" , "O kadar mini giymeseymiş" , "Tek başına gezmeseymiş" ve daha neler neler diyorlar. Yok mu? Var, bunları diyen bir sürü insan var. Çünkü aynı şey onların başına gelmedi, çünkü aynı şey onların yakınlarının başına da gelmedi.

Yahu empati kurmak yukarıdaki gibi basit! Anlaman için illaa aynı şeyi yaşaman gerekmiyor, aynı şeyin bir yakınının başına gelmesi de gerekmiyor. İnsan olsan, bir de kalbin olsa, içinde de vicdan olsa. Yeter.

Yahu düşünüyorum da beyler; siz bizden daha şanslısınız. Baksanıza;

-Her ay regl sancısı çekmiyorsunuz.

-Evlenince kaybedeceğiniz bir şey de yok. Çünkü namus kavramının anlamı sadece bizle örtüşmüş. Bunun için belimize en kırmızısından kuşak bağlarlar ya.

-Dokuz ay on gün boyunca bedeninizde başka bir beden taşımıyorsunuz. Bu sürenin sonunda neredeyse vücuttaki tüm kemiklerin kırılmasına eşit sayılan doğum sancısını çekmiyorsunuz. Haliniz iyi valla.

-Gece geç saatlere kadar dışarıdasınız. Biz iş yüzünden bile gece geç saatler de evimize gelsek, hemen adımız "yollu" oluyor. Geceleri sokakların huzurunun tadını çıkarın.

-Tenha da da yürüyemiyoruz mesela. "Kesin farklı bir işi var" diyorlar, anladınız siz.

-Kalabalık arasında da güvende değiliz. Muhakkak birinin eli oramızda buramızda oluyor. Anlayacağınız; konsere, partiye falan tek gidemiyoruz. Yanımızda ya aileden biri ya da arkadaştan biri oluyor.

-İstediğimiz kıyafetle de gezemiyoruz. Siz ne güzel şortla çıkabiliyorsunuz dışarı. Biz çıkınca laf yiyoruz, adımız da argolu kelimelere karışıyor.

-Ne güzel bak; siz istediğiniz zaman bizden ayrılabiliyorsunuz. Ama biz sizden ayrılmak istediğimiz de cehennemin fragmanını yaşıyoruz, yaşatıyorsunuz.

-Sizin toplama gibi bir derdiniz de yok. Yani evi, çamaşırı, bulaşığı, eşi, çocukları, yemekleri, gökteki tozu, yerdeki kiri, akrabaları, komşuları, ütüyü, sohbeti... Bunlara koşmaktan kendinize geç kalma gibi bir derdiniz de yok.

Ve her ne yaparsanız yapın size hep "Erkektir yapar" diyorlar. Oysa ki böyle bir ayet hiçbir kitapta yok. Kim uydurdu bunu bilmiyorum ama bu cümlenin altında her şeyi yapabiliyorsunuz. İki şey hariç; adam olmak, insan olmak. Bunları da başaramıyorsanız geberin daha iyi...

Son olarak; biz asla ÖLMEK İSTEMİYORUZ...
Bizi öldürmeyin. Bakın bir zararımız yok ki size, sizi de biz dünyaya getiriyoruz. Bırakın biz de yaşayalım. Alt tarafı bir kere geldiğimiz şu dünya da; birkaç çiçek koklayıp, birkaç hayvan sevip, güzel bir yuva kurup ailemizle mutlu bir ömür süreceğiz.

Bırakın; gecenin sokaklara yansıyan sessizliğinde biz de huzur bulalım.
Bırakın; şehrin uğultusundan biz de tenhalara geçip kendimizi dinleyelim.
Bırakın; tek başımıza kalabalıklara karışıp anın tadını çıkaralım.
Bırakın; sizi artık sevmiyorsak, sizinle bir gelecek görmüyorsak saygıyla ayrılalım.
Bırakın; istediğimiz kıyafeti giyelim. Şortu, dar paça kotu, mini eteği, askılı tişörtü. Siz giyiyorsanız, biz de giyelim. Siz giyince adınız yine erkek oluyorsa, bırakın bizim adımız da kadın olsun.

Ayrıca rica ediyorum, şu "Erkektir Yapar" sözünü de bırakın. Allah'ın adaleti cinsiyete bakmıyor. Yani biz yapınca günahsa siz yapınca da günah oluyor...

Herkese sevgilerimle, kadınların değerini bilmeyenlere sövgülerimle...

 

 
Toplam blog
: 17
: 136
Kayıt tarihi
: 29.07.18
 
 

İçinden geçenleri, dilinin ucuna düşenleri kalemine anlatıyor. O da yazıyor. ..