Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ocak '18

 
Kategori
Felsefe
 

Ölmek Ne Garip Şey Anne

Ölmek Ne Garip Şey Anne
 

“İnsanlar yaşatarak yaşar birbirini
Ve hayat meşalesini, birbirine devreder koşucular gibi.”

Michel de Montaigne


Günler geçti mi mevsimler bitti mi,  yeniden başlamaktan başka bir  şey yapmazlar… Kısacık ömre sahip insan penceresinden bakıldığında özde dünyanın tüm marifeti bu kadardır…

Yaşamın tüm marifeti ise… Her canlı için kaçınılmaz:
Ölüm!
Er  ya da geç...

Nerede yaşarsanız yaşayın, mutlaka yakınınızda bir yerlerde ölmüş insanların gömülü olduğu bir ya da birçok gömüt vardır. Çevrenizden veya her gün televizyonlardan birilerinin ölüm haberini alırsınız.

Başınıza ölüme çok yaklaştığınız olaylar gelebilir…
En yakınınızda  “O olmadan yaşayamam.” dedikleriniz de gün gelir ölür…
Siz yine yaşarsınız…
Ne varsıl tanır ne yoksul…
Ne bitki ne hayvan ne insan…
Ne alçak ne yüksek…
Ne zalim ne mazlum…
Tüm canlıların yazgılarını birleştirir  ölüm…

Ne soğuk ne ürpertici bir sözcük öyle değil mi?
Acı… Derin… Yakıcı…
Ölen için… Geride kalanları için…

Ölümün, ölmekte olana ettiği ise, ölmüş olana ve geride bıraktıklarına ettiğinden daha acı, daha derin, daha can yakıcı.

Kim ne kadar yanarsa yansın…
Dünya  kayıtsızca ölüme, size aldırmadan dönmeyi sürdürür…
Doğa geriye kalanlar üzerinden yaşamı yeni baştan sürdürür…
Sokrates’e: “Otuz  zalimler  seni ölüme mahkum ettiler.” demişler.  Sokrates’in yanıtı: “Doğa da onları!” şeklinde olmuş.
Bu gerçeği yüze vururken o zamanlar nereden bilirdi ki Sokrates, o ölümlü insanoğlu yüzünden belki bir gün doğa da ölecek!

An geliyor, “Mademki ölümden hiçbir canlı kurtulamıyor, mademki ölümün önüne geçilemiyor, ne zaman gelirse gelsin.” diye düşünmüyor da değil insan…
Dertlerin son bulduğu, her türlü sıkıntıdan kurtulduğumuz, ölümsüz yaşama adım atacağımız yere gideceğiz diye dertlenmenin akıllıca olup olmadığını düşünmüyor değil…

Belki de Eflatun’un söylediği gibidir: “Kim bilir belki de hayat bir ölüm, ölüm bir hayat. Belki de biz şimdi ölüleriz.”

Diyor ki ruhbilimciler, ne zaman ki çok bunalır, yaşamın çekilmez duruma geldiğini düşünürseniz bırakın her şeyi birkaç dakika,  kendi cenaze töreninizi düşünün.

Musalla taşında düşünün kendinizi...
Önünüzde toplanan kalabalığın akıllarından ve yüreklerinden geçenleri...

Dünyadaki, çevrenizdeki yerinizi,  buralardan göçüp gittiğinizde  oluşacak boşluğu…

Sevdikleriniz için, sizi sevenler için öneminizi ...
Geriye dönme, çevrenizdekilere yanıt verme şansınızın artık olmadığını...
Tekrar sarılma, bir kez daha öpme olasılığınızın bittiğini…

Dünyadaki anlaşmazlıkların, küslüklerin, kavgaların, ayrılıkların yanında; bu acının, bu geri dönülmezliğin ürkünç çaresizliğini yaşayın...

? ? ? ?

Haklı değiller mi?

Ben bu düşü her kurduğumda yeniden doğuyorum adeta.  Sahip olduklarımın ayırdına varıyor; hala  nefes aldığıma; hala bir şeyleri değiştirme, dönüştürme, düzeltme;  sarma, öpme, sevme; hala konuşma, dinleme, gülme şansım olduğuna şükrediyorum...

“Farkındalık” önemli bir kavramdır ruhbilimde...
Sizler de her anın önemini fark edin.
Ara sıra yaşamınızı gözden  geçirin.
Ölümün ne zaman geleceğini bilen yok…

Henüz daha sağlığınız yerindeyken, gücünüz varken, nefes alıyorken yapabileceklerinizi  ertelemeyin.
Sizi sevenlere ve sevdiklerinize daha çok zaman ayırın.
Bilerek  veya bilmeyerek kırdığınız kalpleri  onarın…

Her gün bundan sonraki yaşamınızın ilk günüdür,  unutmayın.

 

 

 
Toplam blog
: 24
: 255
Kayıt tarihi
: 25.01.17
 
 

Türkçe Öğretmeni, Okul yöneticisi, Sosyolog, Blogger. Eğitim, siyaset, sosyoloji ve güncele ilişk..