Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Kasım '14

 
Kategori
Öykü
 

Oltanın öbür ucu

Oltanın öbür ucu
 

Seyitgazi Tepesi ve balıkçı kahvesi, Erdek


Tıpkı hayat gibi diye düşündü Abdullah Usta. Hangi taraftan baksan iki yanda da bir boğaz tokluğu, bir yaşam savaşı var diye düşündü. Öyle ya; bir ucunda kendini bildiğinden bu yana geçindiren, hayata tutunmasını, çocuklarını okutmasını sağlayan artık işi olmuş oltacılık, diğer yem akılı ucunda da kendi yaşam savaşında, karın doyurma peşinde bir balık. Misina kopardı kimi zaman. O zaman koptuğu yer en zayıf yeri olurdu düğüm atsanız da. Üstüne, elinize geldiğinde canınızı yakan yeri de orası. Abdullah Usta'ydı da, Usta dendi mi balıkçılar içinde o gelirdi akla. Oraya kadar lacivert boyalı, beş altı metre boyundaki yoldaşı, pruva iki yan bordalaması ve pupa aynalığında beyaz boyayla " Kısmet" yazılı kıçtan takma yirmi beygirlik Yamaha motorlu emektar teknesiyle gelmişti. Şimdi sabahın bu erken saatinde çevrili bir ayna gibi, Edincikaltı'nın zeytin ormanıyla kaplı tepelerini anca aşan güneşin ilk ışıklarını yansıtan kıpırtısız denizin üstünde yalnızdı. Ondan başka kimse yoktu görünürlerde. Motoru stopladı, geliş hızının verdiği ivmeyle akan tekne yirmi metre var yok bir açıklıkta, kıyıya yanlayıp ve kısa bir süre akıp, kıpırtısız deniz üstünde hareketsiz kaldı.

Çocukluğundan beri bildiği içini ısıtan tanıdık manzara içindeydi. Beş altı metre derinlikteki su, içindeki kırmalık dibin, yosun, küçük taşlar ve iri kumlardan oluşan görüntüsünü olduğu gibi yansıtan bir duruluk içindeydi. Baharın başlarıydı. Karada olduğu gibi denizin içinde de yaşamın can damarlarına can suyu yürümüş, yaşam bir başka kıpırtıya durmuştu. Karşıda Kapıdağ'ın sabah mahmurluğundaki başı dumanlı yükseltisi, hemen önünde Bandırma ve Erdek körfezlerini ayıran kıstağın ve şimdi önüne geçen Edincikaltı'nın yemyeşil örtüsü denizin duru lacivertine yansıyıp, onu kalın bir cam kırığının camgöbeği rengine çeviriyordu. Seyitgazi tepesinin denize doğru koşup koşup atlayıp kaybolduğu, sonra aynı hizada biraz açıkta yeniden yüzeye çıktığı uzantısı hissi uyandıran Tavşanlıada'nın yayvan ve çıplak sırtı arkada kalmıştı. Körfez uzaklarda Musakça'nın sisler altında uzanan puslu görüntüsüyle sınırlanıyor, daha uzaklarda Biga Yarımadası'nın ucuna doğru görünmezliğe dalıp yitiyordu. Sıcak bir gün olacak diye geçirdi  aklından.

Hareketsiz durduğu büyük taşın koyuluğundan çıktı. Keyfi yerindeydi. Sırt yüzgeçlerini indirip, karın yüzgeçlerini yelpazeledi. Sağ taraftakinin küçük bir hareketiyle yanladı. Geniş kuyruk yüzgecinin kumları havalandırıp ortalığı bulandıran  sert vuruşuyla kendi etrafında bir yarım dönüş çekip, diğer yanı yosunların dalgalanan ucuna sürtünerek olanca hızıyla ileriye atıldı. Yükselen güneşin ışıkları karnının gümüş parlaklığında çakıp, göz açıp kapamaya şöyle bir yalkıdı. Bir an suyun içinde, diplerde bir ışık demeti gibi geçti gitti. Sabah avlanmasının zamanı gelmişti. Çok iri bir baba levrekti.

İki yan tarafta küpeşte üzerinde kıça doğru uzanan küreklere uzandı, ıskarmozlara taktı. Suya bıraktı. Motoru kaldırıp yatay duruma getirip askıya aldı. Başaltından kepçeyi alıp kıçüstünde motorun yanına uzattı. Geldi oturduğu yerin altındaki livarın kapağını açtı. Akşam iskele ayağından topladığı tekeler-bir çeşit küçük karides- hala canlı, yüzüyorlardı suda. Oltasını çıkardı, misinayı açtı. Oltanın sapını kapatacak, çengelin keskin ucunu açıkta bırakacak şekilde tekelerin birisini oltaya geçirdi. Açık bulunan sivri ucuna kuyruklarından dört beş teke daha taktı, canlı bir demet haline getirdi. Hazırdı yemi. Kürekliğe oturarak sol eliyle iki küreğe birden kumanda edip siyaladı. Sağ omuzu üzerinden arka sağ yanlamadan misinayı "ya bismillah, rasgele" diyerek bıraktı denize. Misina sessiz sağıldı. Gerekli derinliğe inince mantarı emniyete alıp, sağ eliyle omuzunun üzerinden belli aralıklarla hafif çekip bırakarak sıyırtmaya geçti. Misinanın diğer ucunda kırmalık dibin bir metre üstünde olta yarım metre arkasındaki kurşunun verdiği ağırlıkla ucundaki canlı teke demetinin açılıp kapanma hareketiyle davetkar bir salınıma geçmişti.

Sabah avının peşinde olan levrek tam üzerinden geçen kayıktan ve oltanın hareketinden yükselen titreşimleri aldı, ürktü sert bir hareketle ters yönde ok gibi uzaklaştı. Ama mereklı balıklardır levrekler, öyle derler. On metre gitmemişti geri döndü ne olduğuna bakmak için. Yaklaştı, suyun içinde açılıp kapanmakta olan teke demetini gördü, kokusunu aldı. Suyun derin maviliğinde bir ışık hüzmesi gibi akıp hızla atıldı, açtı ağzını.

Misina büyük bir güçle çekilip omuzunun üstünde sürtünerek akmaya başladı. Aynı güçle asıldı, kürekleri bırakıp yan döndü. Otuzbeşlik misina ıslık çalarak kopacakmış gibi gerildi suyun içinde. Kayık bu iki hareketle o tarafa doğru döndü. Şimdi amansız bir mücadele başlamıştı ekmek kavgasıyla can pazarı savaşında. İşaret parmakları yanarken, arkalarda üstleyen balığın kurtulmak için sağa sola yaptığı sert dönüşlerde yanlayan bedeni güneş ışınlarını yansıtarak parlıyor, tekneye doğru çekilirken tanımsız bir görüntü sunuyordu. Yüzeye yaklaşınca son bir kurtulma gayretiyle suyun üzerinde yarım metre yükselip, havada yarım burgulu tam bir takla atarak tekrar suya daldı.Ters yöne dönüp kuyruk yüzgecinin sert bir vuruşuyla güneşi peşisıra sürükleyip derinlikte kayboldu. Suya girdiği yerde genişleyen hayal kırıklığı gibi giderek genişleyen halkalar bırakarak...

Misina ölü bir boşlukta hafifledi birden. Suyun üzerinde yüzmekte olan kalanı sardı. Fırdöndü hizasından kopartmıştı balık. Ortalığı toparladı her şey yerli yerine. Nasip değilmiş diye geçirdi. Oltacılığında bir levreği kaçırdığı ilk oluyordu. Üzülmedi, hatta sevindi bile. Çok güzel bir balıktı, zaten denize daha çok yakışırdı diye düşündü. Kaçan balıktan sonra avlanmaya devam etmeyecek bir ustaydı. Kürekleri ıskarmozlardan çıkarıp yerine aldı, kepçeyi yerine koydu. Yamaha'yı suya indirip marşa bastı. Tekne döndü, pruvasıyla Seyitgazi ve Tavşanlıada arasındaki açıklığı tutturup Erdek'e doğruldu. Dümeni tutmadan bir sigara yaktı. Arkasında köpükten bir iz bırakıp yarımyol akarken, artık iyice yükselen güneş kürek kemiklerinin arasını ısıtıyordu. Çaybahçelerinin önündeki mendireğe girip gazı kesti. Kıçtan çıpayı atıp alışkın olduğu kalomayı vererek eliyle koyarcasına iki tekne arasındaki açıklığa baştankara etti sabitledi halatı, baş halatını rıhtımdaki demir halkaya bağladı. Kepçeyi alıp karaya atladı. Tatar Necmi selamlayıp "hayrola usta, boşsun bugün" dedi. "Nasip" diye cevaplayıp yürüdü bakmadan, sevmezdi nedense. Arkasından "deniz bugün bir şey vermemiş sana" diye müstehzi seslenen Necmi'yi "vermez olur mu, verdi gene. Deniz her zaman bir şeyler verir insana. Bu kimi zaman bir ders olur, yazmaz hiç bir kitap" dedi. "Tabi almasını bilene ve öğrenmek isteyene" diye ekledi, yürüdü gitti.

Tıpkı yaşam gibi düşüncesi geçti zihninden, bir gülümseme oturdu dudaklarına belli belirsiz. Geldi her zamanki masasına oturdu balıkçı kahvesinde. Çayını yudumlarken önünde körfez ışıklar içinde yıkanıyordu sabah güneşinde. Ve hafiften iç bayan bir ıhlamur kokusu iniyordu ilkbahar sabahına. Ankara'da Dil Tarih'de okuyan kızı takıldı aklına. Bir de o tamamladı mıydı tahsilini, var ya...

Akın Yazıcı

30/Kasım/2014-İzmit

 

 

 

  

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..