Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

kevser şekercioğlu akın

http://blog.milliyet.com.tr/kevser

21 Şubat '17

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ölü kızcağız

Ölü kızcağız
 

Kartpostaldan ben çektim bu fotoğrafı. Teşekkürler Atam, minnettarım, nurlar içinde yaşa


Kızlar okul dönüşü neşeyle şarkı söylüyorlar. Kapıları çalan benim/ Kapıları birer birer/ Gözünüze görünemem/ Göze görünmez ölüler.-...

Hafıza çok enteresan; aradan geçmiş bilmem kaç yıl. 82 yılında liseden mezun oldum, geriye sayıyorum 78-79 Eğitim yılı veda gösterisinin hatırlattıkları doluyor evime. Ayaklarım hafifliyor birden. Orta sondayım, Mehmet Bayazıt Lisesi'nin tüm sınıflarının veda gecesinde görev verildi bana. Kadıköy Halk Eğitim Merkezi'nin tiyatro salonunda hem gündüz hem de akşam yapılacak gösterilerde şiir okuyacağım. Ayıptır söylemesi ilkokul ikiden itibaren her gösteride, her özel bayramda şiir okumuşluğum vardır en bağırtılı-vurgulu cinsinden, tüm okulun karşısında. İlkokul biri hatırlamıyorum nedense. Koro Marşları söylerken ben mikrofonla marşa eşlik ederek şiir okurdum.

O zaman da damarlarımda asil bir Cumhuriyet kanı akıyordu, o yüzden o kadar inanarak okuyordum şiirleri demek ki. Orta sonda mıydım yoksa lise birde mi? Eminim ama doğru yazmak adına; "Unutursam Fısılda" cinsinden hafızası kuvvetli arkadaşım Hanife'yi arıyorum. Orta sondaydık diyor, lise son öğrencisi Alptekin'le birlikte çıkmıştınız sahneye diyor. Hayır, Tandoğan'dı adı. Çok uzun boylu, sarışın bir çocuktu. Soyadı yok hafızamda sadece ablasının adı Ufuk, kardeşinin adı Güneş. Ufuk Tandoğan Güneş. Çok ilginç gelmişti isimleri bana.

Folklor gösterileri, şiirler, şarkılar, küçük tiyatro oyunları, kalabalık bir grupla provalar başladı. Her şey çok güzel gidiyor. Gündüz gösterisi tamam ama gece gösterisi için babamdan izin alma meselesi var canımı sıkan. Ben, dayım, annem zorla ikna ediyoruz babamı. Son sözü annem söylüyor beni gösteriden sonra o alıp eve getirecek ama surat asık.

Nazım Hikmet'in 1956'da yazdığı Ölü Kızcağız şiirini birlikte okuyacağız Tandoğan'la. El ele çıkıyoruz gündüz gösterisinde. Annem, görünmeyecek kadar küçük beyaz çiçekleri olan, koyu kırmızı, dökümlü bir kumaştan, yarasa kollu bir elbise dikiyor gösteride giymem için. Elbisen çok güzel diyor herkes, benim bacaklarım titriyor. Çok korktuğumu hatırlıyorum ya unutursam diye.

Sıramız geldiğinde Tandoğan kendine ait bölümü okuyor mikrofonla. İlk defa bu kadar büyük bir topluluk karşısında şiir okuyacağım için ölmek üzere olduğumu hissediyorum. Nasıl başladığımı, nasıl okuduğumu hatırlamıyorum... Salon alkıştan inliyor, seyirciler ayakta, biz durmadan selam veriyoruz. Yüzüm kıpkırmızı ama yaşamda elde edilebilecek çok güzel bir anı. O zaman bilmiyorum tabi ki.

Gündüz gösterisi bittikten sonra lahmacunların ve ayranların lezzetini anlatamam. Hanife aklında o mu kaldı diyor telefonda, gülüyoruz. Elbette o kaldı aklımda o zaman öyle her dakika dışarıdan yemek yemek yoktu. Çay içiyor öğretmenlerimiz, liselilere sigara serbest bu gün arkadaşlar ama okulda yine kurallara uyacaksınız ona göre diyorlar yüksek sesle.

Akşam gösterisinde daha da artıyor heyecanım. Ailemden biri ilk defa beni şiir okurken görecek. Perdenin arkasında sıra bize geldiğinde sıkılarak, "Elimi tutma babam bundan hoşlanmaz olur mu?" diyorum Tandoğan'a. Gülerek kafama dokunuyor, tamam diyor. Işıklar daha mı artmış, bacaklarım yerinde yok, ölmek üzereyim, yine yanaklarım ateş gibi yanıyor, gündüzden daha kalabalık, ayakta da seyirciler var, babam yok, beni eve kim götürecek?

Tandoğan başlıyor okumaya;

Bu güne kadar dolaşıyor dünyayı

Övünüyor gibi mi geliyor ne?

Değil

Dolaşan o küçücük Japon kızcağızı da

İnsanları atom harbine karşı savaşa çağırıyorsa

Çağırabiliyorsa

Ve insanlar onun incecik sesine kulak kabartıyorsa

O bu kuvvetini

Hiroşima'da bir kağıt parçası gibi

Yanıp kül olmak pahasına kazandı.

Şiirdeki Japon kızın aksine sesim ince değil, mikrofon olmasa da duyurabilirim sesimi kalabalığa. Ben bana ait bölümü okumaya başlıyorum, gözlerim açık ama kimseyi görmeden bakıyorum.

 

Kapıları çalan benim

Kapıları birer birer,

Gözünüze görünemem

Göze görünmez ölüler.

 

Hiroşima'da öleli

Oluyor bir on yıl kadar,

Yedi yaşında bir kızım,

Büyümez ölü çocuklar.

 

Saçlarım tutuştu önce

Gözlerim yandı kavruldu.

Bir avuç kül oluverdim,

Külüm havaya savruldu.

 

Benim sizden kendim için

Hiç bir şey istediğim yok.

Şeker bile yiyemez ki

Kağıt gibi yanan çocuk.

 

Çalıyorum kapınızı,

Teyze, amca, bir imza ver.

Çocuklar öldürülmesin

Şeker de yiyebilsinler.

Alkışlar, ıslıklar, benim güzel kıyametim... Aferinler havada, öğretmenlerim sarılıyor bana, kimseyi hatırlamıyorum öyle güzel bir ortam. Babamı görüyorum kulisin kapısında, sımsıkı sarılıyor bana gözleri nemli. Keşke annende görseydi seni kızım diyor ben hafifliyorum. 1956 model koca araba dar geliyor küçücük çocukluğuma eve dönerken. "Yanımda görevli bir polis vardı ağladı "Bu nasıl bir çocuk böyle" dedi bende benim kızım o dedim, bizimki şiir okurken. Keşke sizi de götürseydim, herkes ayakta alkışladı sarı pipiyi" diye anlatıyor babam evdekilere.

Babamın laf dinlemeyen hallerine karşı dik duran annem sayesinde yaşandı o akşam. Kızlarımı yıllar sonra aynı şiirle seyredecek olmak beni bu yüzden bu kadar heyecanlandırıyor. Neden sevindiğimi anlatıyorum onlara, izin verse öğretmenleri bir kez daha okumak isterim bu şiiri gösteride. İzin olmasa da kızlarımın şiir okuyabilmeleri de benim için çok büyük bir gurur ve şükür kaynağı. 

 
Toplam blog
: 374
: 869
Kayıt tarihi
: 15.01.07
 
 

1965 Akçakoca doğumluyum. Evli ve dört kız annesiyim, küçük bir kızın  anneannesiyim. A.Ü. Halkla..