Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Mart '08

 
Kategori
Doğal Hayat / Çevre
 

Ölüler altın takar mı?

Ölüler altın takar mı?
 

ALTINA HAYIR! mitingi 5 Nisan 2008 Çanakkale


Bugün şöyle bir hayat bilgisi dersi uygulaması yaptım. Mahallemizi,ilçemizi, ilmizi gezelim görelim diye konular vardır ya temel eğitimde, işte aynen onu uyguladım. Oturduğumuz bölgede çoğu Anadolu'dan gelip yerleşmiş insanların yaşadığını, evlerin şekillerine, çatıların biçimine bir de bahçedeki o yemyeşil ağaçlara bakarak anlamak mümkün. Sabahleyin acele yapılması gereken bir işimi tamamladıktan sonra eve kadar olan 5-6 km lik yolu yürümeye karar verdim. Çamlıcaya giden ana caddeden ayrılıp hemen onu diklemesine kesen sokaklara daldım. Trafik gürültüsünün duyulmadığı bu sakin sokaklar kuş sefonileri ile çınlıyordu.

Değişik kuşlar da gördüm ve hemen fotoğraf makineme davrandım. Güya kuşları fotoğraflayacağım. Ne gezer. Hafıza kartını takmamışım makineye. Ben de elerim ceplerimde küçük bir çocuk gibi yemyeşil bahçeleri olan evlerin bulunduğu sokalara girerek, hem de fotoğraf çekme derdine düşmeden yöremizi tanıyalım turlarına başladım. Beyaz gövdeli bir karga gördüm. Ah işte keşke çekebilseydim diye kendime söylenmeye başladım için için. Belki de saksağandı. Yelkovan'dakiler duymasın. Bu bilgisizliğimi affedemezler. Ağaçları bembeyaz erik çiçekleriyle donatmış ilkyazın müşfik elleri sanki. Azıcık düşen yağmur bile doğayı canlandırmaya yetmiş.

Bu bölgeyi aslında hiç tanımıyormuşum. İki katlı evlerin olduğu çiçekli bahçelerin asık suratlı gökyüzünü bile zaman zaman gülümsetebildiği güzel yerler. İki katlı bahçeli evler...Düşünmesi bile hoş ama sanırım yaşayamam. Hem merdivenler yüzünden hem de biraz ürkütücü geliyor. Ne kadar yakınsak da, apartman dairelerinin o güven verici huzurunu hele de İstanbul'da böyle bir evde yaşarken duyamayacağımı biliyorum...Bir sokağa girdim. Kısacık bir sokak ama olsun. İçim açıldı. Tıpkı Büyükada. Bahçelerde mimoza ağaçları ve neşeyle ötüşen binbir kuş... Ağaçların, çayır, çimenin olduğu yerde de mutlu kuş cıvıltıları olmaz mı? Boş olan yerlerden ebegümecinin mor çiçekleri fıskırmış. Portakal rengi açan o güzel kokulu çiçekler, papatyalar, dikenler...

Depremden sonra birden inşaatlara sıkı bir denetim getirilmişti, hatırlar mısınız bilmem? En fazla beş kat yapılabiliyordu. 2007 yaz aylarında temeli atılmış olmalı ki Ekim sonunda İstanbul'a döndüğümde bizim oralarda aniden 12 katlı apartmanların yükselmeye başladığını gördüm sokak aralarında. Hayretler içinde kaldım. Deprem sonrası yıllarca yüksek katlı binalara izin verilmezken ne oldu da aniden bu denli yüksek inşaatlara izin çıktı anlayamadım. Toprak deseniz aynı toprak, kaya deseniz aynı kaya. O zaman insanın aklına ister istemez bir takım kaygılar düşüyor.

Bu kaygıların yanı sıra bir çirkinlik abidesi oluştuğunu görmek de ayrı bir dert. Örneğin üç dört yıl önce yapılan dört, beş katlı apartmanların çoğunlukta olduğu, oldukça düzgün bölgelere 12 katlı apartmanlar yapılmaya başlandı. Diğerleri onların gölgesinde kaldı. Üstelik yüksek apartmanlar söylediğim gibi normal dar sokalara da inşa edilmeye başlanınca, yakında gökyüzünü sokaktan görmek artık tarihe karışacak. Bitkileri de ağaçları da unutalım artık. O yüksek binaların avuç içi kadar olan bahçeleri betonlanarak tüm yeşil yaşamlarımızdan çıkarılacak. Sadece yeşil mi, kuşlar, çiçekler ve havadaki bulutları bile görmenin verdiği sevinçlere son.. Öte yandan iki katlı evlerin olduğu sokaklara henüz erişememişler...

Bu yazıyı yazma amacım aslında yeni çıkan tarım yasası mı adı her neyse, bir yasa ile tarım alanlarının da artık sanayiye açıldığını bildirmek içindi. Bizim kadar geleceğini düşüncesizce harcayan bir toplum var mı aynı ayarda olan ülkeler arasında merak ediyorum doğrusu. Bir insanın bir konuda plan yapmasının asla mümkün olmadığı bir dönemi yaşamaktayız. Örneğin bir ev alırsınız. İnce hesaplar yaparsınız. Zemin daire ama benim yanıma yapılan da benim yüksekliğimde olunca şu kadar ışık alır dersiniz. Hesaplarsınız. Sonra yanınıza dev gibi havanızı, ışığınızı ve küçük mutluluklarınızı alıp götürecek bir beton duvar çekiliverir. -11 Eylül için çekilen 11 belgeseli izleyenlerinizin gülümsediğini görür gibi oluyorum. Koca gökdelenler yıkılırken hep onların gölgesinde kalan adamın evinin camından güneşi gören bitkiyi anımsayacaksınız sanırım.- Belki de bir tarlanız vardır ekip biçtiğiniz. Ama komşunuz tarlasını sanayiye kurban eder. Artık o tarlanızdan o verim almanız mümkün mü? Sülfürik asit olarak başınızdan aşağı her gün tonlarca kimyasal boca edilirken, ne siz ne de ürününüz sağlıklı kalabilir.

Tamam. tarım alanlarını da verin...Verilmeyen bu durumda sanırım hava mı kalıyor. O da yakında paralı olur. Şöyle ki o kadar hava kirliliği var ki yakın gelecekte önce gaz maskelerine sayacağız paraları, sonra da belki balıkadamlar gibi hava karışımı içeren tüplerle dolaşıyor olacağız. Büyükşehrin çöpçüsü hala çöpleri yakmayı marifet sayıyorsa, kömür tahsisatı tükenen halkımız lastikleri yakıp da beleş ısınmaya çalışıyorsa ve ormanlarımız yok ediliyorsa olacağı budur, böyle ilgisizlik devam ederse.

Ne demiştik. Evet tarım alanlarını da versinler ... Güzelim verimli Adapazarı ovası, ardından Bursa ovası, şimdi de ülkemin bütün ovaları ve verimli arazileri sanayiye tahsis edilsin yani olmayan sanayiye. Belki Avrupalının asbestli atıklarına yatak olur tarlalarımız ya da zehirli varil mezarlığı.

Topraklar kirletildikten sonra, geri dönüşü olmayan bir yola girmekteyiz. Az daha unutuyordum. Tarım arazisinde santral da kurulabilecekmiş artık. Şimdi tarım ürünlerinin bı kısmını dışardan ithal ediyoruz sanırım ilerde tamamını ithal ederiz terminatör tohumlar sayesinde ve artık bu gidişle ya da ülkemizde yetişse bile yabancı firmalar eliyle yapıldığı için tarımın kazanç hanesi yine çok uluslu şirketlere yazılacak.

Bir de ovalara santrallerin her türlüsünün kurulduğunu düşünün artık. Oysa ben tarım alanlarını yüzde yüz koruyacak, tarım topraklarının mirasla bölünerek çarçur olmasını önleyecek bir yasa bekliyordum. Bu maddeler olsa ne olur, olmasa ne olur artık. Bir bereketli ovayı kurutmaya bir santral yeter, tıpkı sözde koruma altındaki doğal parkın doğasını kurutmaya da bir altın madeninin yettiği gibi... Sen ovaya santral kurma iznini veriyorsan, artık tarım bitmiştir.Tıpkı altın ve gümüş vs..madenlerinin işletildiği yerde toprağın zehirlenmesi gibi. Bizdeki linyitin kükürdüne hangi bitki dayanır, hangi insan soluksuz kalmaz, o da ayrı bir sorun.

Yine burada da içimize düşen kuşkular olmuyor değil. Örneğin tarımdan pek bi şey kazanamayan köylümüz, bu yasa ile toprakları yüksek paralarla satabileceği rehavetine kapılıp, güllük gülistanlık gözlüklerini takabilir mi yeniden, hazır belediye seçimleri ufukta görünmüşken? Ya da toprakların yüksek fiyatla satılması bazılarına geçici bir rahatlama da sağlayabilir. Ama gerçeği görmek için bütüne bakmak gerek. Her yönden bakmak gerek. Komşunun buğday yetiştirdiği tarlanın yanına sanayi tesisi kurulmasının, santral kurulmasının sonunda senin de yediğin ekmekten zehirleneceğini bilmeni gerektirir değil mi?

Bir de Hürriyet internette gördüğüm güzel bir haber var ki çıkarılacak yasanın çelişkilerini harita gibi ortaya seriyor vicdanlarda tabii ki, doğayı seven koruyan vicdanlarda. Nasıl da çelişiyor göreceksiniz okuyunca. Türkiyedeki bilim adamları ve Doğa derneği yoğun ve kapsamlı bir çalışma sonucunda ülkemizdeki doğal alanları ve olayları belirlemişler.

EN İYİ 10 doğal olay sırasıyla *:

1. İstanbul’un kartalları- BOĞAZİÇİ

2. Pembe flamingolar- GEDİZ DELTASI

3. Sarıkamış ormanlarında kış - KARS

4. Muş Ovası’nın laleleri - MUŞ

5. Akbabaların gelişi- BEYPAZARI

6. Küre Dağları’nda sonbahar - KARADENİZ

7. İnci kefali göçü - VAN GÖLÜ

8. Bozkırda yaban koyunları- HODULBABA DAĞI

9. Kelaynakların dansı- BİRECİK BOZKIRLARI

10. Halfeti damlarında dolunay- GÜNEY FIRAT VADİSİ

Daha önce Gediz deltasındaki kuş cennetinin başına gelenleri yazmıştık sanırım. İşte bu kadar değerli bir doğaya sahipken onu koruyamayacaksak üç değil on üç çocuk doğursa anneler, ne olacak acaba? Olsa olsa kanserli insan sayısı artar diye düşünüyor insan elinde olmadan. Nasılsa devlet elini hastalardan da yavaş yavaş çekiyor. Kime gam, kime kar?

"Bozkırlar ve tarım alanları sanılanın aksine Türkiye’nin en zengin doğal yaşam alanları." diye bitiyor Hürriyet'in haberi. Ne çelişki değil mi? Bozkır ve tarım alanlarının değerini biliyoruz ama korumak için gerekli kanunları değil de sanki farkında olmadan yok etmek için olanları çıkarıyoruz gibi geliyor, yanılıyor muyum?

Doğamıza yeşilimize ve geleceğimize sahip çıkamayışımızın bir acı örneği de bugün Kazdağlarında yaşıyor. Hukuk üstündür falan filan deyip ondan sonra hukuk kurallarını hiçe sayma devrine girdik. Mahkeme kararlarının uygulanmadığı söyleniyor.

Neyse ki Kazdağları ve Madra dağı civarında yaşayanlar doğanın kıymetini anlamışlar, tıpkı Bergamalılar gibi. Sahi Bergama altın madeninde mahkeme kararı var mıydı? Artık gündemi takibedemez olduk da.

5 Nisan Cumartesi günü büyük bir çevre mitingi düzenleniyor Çanakkale'de. Neden yapılıyor bu miting biliyor musunuz? İrili ufaklı yüzlerce altın arama ruhsatı verilmiş Kaz dağlarında. Dağların altı üstüne gelecek. Endemik türler yok olacak. Kimin umuru. Haberi birlikte okuyalım:

"Kazdağları ve Madra Dağı Çevre Platformu Yürütme Kurulu Dönem Başkanı Çan Belediye Başkanı Ali Sarıbaş, Biga Yarımadası, Edremit Körfezi, Kazdağları ve Madra Dağı’nda altın aramalarına karşı 5 Nisan 2008 Cumartesi günü Çanakkale Cumhuriyet Meydanı’nda “Altına Hayır” mitingi düzenleyeceklerini açıkladı.Başkan Sarıbaş, “Büyük mitingimizde, vatan savunmasının sembolü Çanakkale Savaşı’nın aziz şehitlerinin yanı başında biz de çok uluslu altın ve gümüş tekelleriyle yerli işbirlikçilerine karşı hayatımızı ve vatanımızı savunacağımızı kararlılıkla haykıracağız” diyerek, “Kazdağları’nın kuzeyinde Çan, Çanakkale, Bayramiç ve çevresinde 60, Kazdağları’nın güneyinde ve Madra Dağı’nda, yani Edremit Körfezi’nde, çoğu altın ve gümüş olmak üzere 50 arama ruhsatı, yaşamımız yok sayılarak dağıtılmaktadır” şeklinde konuştu."**

" ÖLÜLER ALTIN TAKMAZ " demekte haklılar değil mi? Haklıyız yani. Çünkü doğası, toprağı siyanürle zehirlenmiş, bitkileri zehirlenmiş ve kurumuş bir yerde insanlar da hastalanır, sağlıklı kalamaz.

Oysa altın madeninin ortalama ömrü en fazla 10 yıldır. 10 yıldan sonra madenciler tası tarağı toplayıp çekip giderler arkalarında siyanürlü toprakları bırakarak ve o topraklardan süzülen suyun her damlasının da zehirlenmesine aldırmadan...Altın arayanların yörede ileride oluşacak hastalıklara karşı çıkardıkları altın üzerinden ödeyecekleri bir kesenek para, yasal bir havuz var mı? Olsa bile çok düşük bir paradır ve bu enflasyonla 10 yıl sonra oluşacak hastalıkların tedavisinde kullanılmaya kalkılınca devede tüy misali kalır sanırım... Ekonomik açıdan dahi uzun vadede getirdiği hastalıklar, toprakların ve üzerindeki tüm canlıların zehirlenmesi nedeniyle hiç de öyle iddia edildiği gibi başarılı, ekonomik getirisi yüksek bir proje değildir altın çıkarılması. Kimin için tabii ki bunu vurgulamamız gerek. O tahribedilen toprakların sakinleri için iyi değildir...

"Sürdürdüğümüz örgütlü mücadelede platformumuz her gün daha güçlenmekte, bilimsel-hukuksal ve eylemsel alanlarda daha donanımlı hale gelmektedir. 34 Belediyeden oluşan Kaz Dağları ve Madra Dağı Belediyeler Birliği ile birlikte Çanakkale Ve Balıkesir Üniversitelerinin temsilcileri, yine her iki ilin Baroları ve 300 civarında destek veren sivil toplum kuruluşu adına Çanakkale- Balıkesir- Edremit Körfezi Çevre Platformları temsilcilerinin oluşturduğu platformumuz yürütme kurulu, sürdürdüğü mücadeleyi her gün daha bir kararlılıkla daha ileriye - daha yukarıya taşımaktadır."***


OXfam 'ın bu konuda çok önemli bir raporunu okumuştum geçen yıl. Avusturya, ya da başka bir ülkede belki de Balkan ülkesiydi bir kadın uzun mücadelelerden sonra doğayı bu tahripçilere bırakmamış. Şimdi o dağlarda altın aramak da gümüş aramak da yasakmış. Destansı bir direniş öyküsüydü tabii ki yaşanmış olarak....

Tam yazıma son verirken postama düşen bir maildeki dosyanın adresini de vermek istiyorum. Ben tamamına bakamadım. "Karar alıcılar için ekosistem rehberi." **** diyor başlığında, ne demekse artık...

Şöyle bir göz atarken, bizim yaka yaka tüketemediğimiz hoyratça davrandığımız ağaçlara sahip olabilmek için Çin'de nasıl bilinçli bir çalışma yapıldığı da ilk etapta ilişti gözüme.

Sahi şimdi hatırıma geldi. Ülkemizde şu sıralar devamlı kanunlar değişiyor, yenileniyor, eklemeler yapılıyor. Bir bilen varsa söylesin lütfen AB tarım politikalarında tarım alanlarıyla ilgili, tarım alanlarına ve ormanlara santral ve sanayi tesisi kurmaya izin veren yasalar var mı ? Kaynak vererek açıklayan her kim olursa, şimdiden teşekkür ederim.

Yine 5 Nisan'da MB' li arkadaşlarımız da İzmir' de MB ormanının fidanlarını ekecekler. Orada olmasak bile kalplerimizle, gönüllerimizle yanlarındayız. Uzun ömürlü olsun diyoruz ormanımız. Bizim için de sulayın...


* http://www.hurriyet.com.tr/cuma/8551709.asp?gid=67&sz=35037
** http://gazetealternatif.yaramazca.com/kazdaglari-icin-5-nisanda-dev-miting-hazirligi/ (foto ve metin)
*** http://eselena.azbuz.com/readArticle.jsp?objectID=5000000007298737
**** http://pdf.wri.org/ecosystem_services_guide_for_decisionmakers.pdf

YANGIN UÇAĞI KAMPANYASI için 3919 a YANGIN yazabilirsiniz.


 
Toplam blog
: 566
: 1338
Kayıt tarihi
: 11.07.06
 
 

Edebiyatla ilgileniyorum. Ayrıca amatörce belgesel film çalışmaları yapıyorum ve kültürel etkinlikle..