Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ekim '13

 
Kategori
Öykü
 

Ölüm Melodisi 2. Bölüm: "Arşivler yalan söylemez (mi?)"

Ölüm Melodisi 2. Bölüm: "Arşivler yalan söylemez (mi?)"
 

Görsel: Serdar Burak Yıldız


Çıkan Kısmın Özeti:

Komiser Tahsin, İstanbul’da kulaklarını keserek kendisini vuran bir gencin intihar olayını araştırmaya başlar. Olayın cinayet olduğu yönünde şüpheleri yoğunlaşan komiser, sorgulamak için çocuğun komşularına ulaşır ve çocuğun işitme engelli olduğunu öğrenir.


(…)

Başını hayretle döndürdü komiser. Yaşlı adam, haklı çıkmasının gururuyla gülümsüyordu.

- Yani, doğuştan sağırdı ve bir melodi mi “duyuyordu”?

Yaşlı adam başını salladı.

Komiser Tahsin şaşkınca yardımcısına bakakalmıştı. Tekrardan iyi günler dileyerek evden çıktılar. Ofise dönerken ikisinin de ağzını bıçak açmamıştı…

Ofise girdikleri an çağrı cihazı öttü komiserin. Yardımcısına, gün içinde bulamadıkları üçüncü apartman sakini hakkında bir şeyler bulup bulamayacağını araştırmasını istedikten sonra Dok’un yanına gitti.

Odadan girer girmez kendisine yeni bir kıta keşfetmişçesine bakan Dok’a bakmaya başladı.

- Adamım, bil bakalım şu senin delik deşik çocuk neymiş!

-  Sağır… diye kestirip attı Tahsin.

Dok’un ağzı açık kalmıştı.

- Bu haksızlık seni p...ç… Bu bilgiyi ben verip seni şaşırtmalıydım! diye işi haylazlığa vurdu

- Dok, uzatma… İş biraz b...a sarıyor, sen elindeki raporu ver ve herkes yoluna gitsin… diye adamın eline uzandı.

- Biram? diye sorarak kağıdı geri çekti Dok

- Bu Cuma, iş çıkışı… diye kısa kesti Tahsin.

Ve kağıtları aldığı gibi dışarı çıktı. Koridorda hafifçe göz atıp ofise girmek üzere yönelmişti… Bir gariplik yoktu, bilinen tek hastalığı işitme engeliydi… Ofise girdi. Canı kahve istiyordu, hem de acilen!

Ancak tam su ısıtıcısına yönelmişken Necip’in seslenmesiyle bir süre bu arzusunu erteledi… Necip’in yanına vardığında ekranda çok eski bir haber kupürü vardı.

“Türkiye’nin Gururu:  Harun Tandoğan”

Tüm metni okumaktansa yardımcısına baktı dedektif. Necip başını hafifçe sallayarak açıkladı:

- Harun Tandoğan, işitme engellilerin duyması için yürüttüğü çip projesini Oxford’a sunmak üzere yarın İngiltere’ye uçuyor…

- Sene? diye sordu Tahsin, durum ilgisini bir hayli çekmişti

- 1967…

Derin bir nefes alıp sıkıntıyla koyuverdi komiser. Yardımcısıyla göz göze geldiler, ne düşündüğünü soruyormuşçasına gözünü kırptı Tahsin. Necip yutkundu, bir şey demeden başka bir sekme açtı.

“Talihsiz Kaza”

-  İstanbul Beylikdüzü’nde genç çocuk evinden bakkala giderken belediyenin açtığı çukura düştü… Son anda boğulmaktan kurtarılan çocuğun çarpmanın şiddetiyle işitme yetisini yitirdiği öğrenildi. Baba Murat Hersal, oğlunun hakkını gerekirse AİHM’de arayacaklarını ifade etti…

Dedektif hayretle monitöre yöneldi.

-  Murat Hersal… Sabri Hersal’ın babası mı? Sene kaç?

-  1982…

-  Oğlum, burnuma pis kokular geliyor… diye homurdandı Tahsin.

Bir süre sessizce monitörde açık olan kupürler arasında geçiş yaptılar. Duyulan tek ses fareye Necip’in tıklatmalarıydı… Tahsin bir müddet geri çekilip pencereden dışarı baktı… Aniden dönüp:

-  Kız arkadaşı vardı… Onunla muhakkak görüşmemiz lazım… diye homurdandı.

-  Nasıl bulacağız abi, tekrar o apartmana mı gidelim? diyerek aklındaki soruyu dillendirdi Necip

-  Telefonu uzatsana…

Elini uzatıp telefonu aldı dedektif ve birkaç numarayı tuşladı… Görevli memurdan sabahki olay yerinin komşusunun numarasını alıp, tekrar birkaç numara tuşladı…

-  Alo, Mehmet Bey… İyi günler, ben Dedektif Tahsin… Şu, bahsettiğiniz kız arkadaşın adı neydi? Evet evet Özkan Bey’in… Tamam, teşekkürler.

Telefonu kapattıktan sonra Necip’e not defterini çıkartmasını işaret etti.

- Yaz oğlum, Asuman Şen… Araştırmaya da başla, ben bir saate kadar geleceğim…

Necip sessizce başını sallayarak tekrar bilgisayara döndü. Bir iş verildi mi, sonuna kadar yapardı… O yüzden gözünü arkada bırakmadan gidebilirdi Dedektif Tahsin. Saat akşam üstüne yaklaşıyordu, birazdan bir yemek molası veren Necip tekrar araştırmaya dönerdi…

Genelde sinirleri bozulduğunda tek bir yere giderdi. Kimsenin haberi olmazdı… Gene öyle yapmış ve Balıkçı Nevzat’a gelmişti… Nevzat yaşı ilerlese de sık sık dalgalı denizde sandalıyla balık avladığından olsa gerek dinç görünen bir balıkçıydı. Kabarık beyaz sakalları ve yaz kış çıkarmadığı mavi beresiyle tam bir semboldü…

Dükkanda gene kimse yoktu, ki Balıkçı Nevzat çok popüler bir lokanta işletmiyordu zaten! Birkaç müptelası vardı, o kadar. Yaşlı adama yetiyor da artıyordu… Gene sipariş vermesine gerek kalmadan Nevzat balıkları kızartıp masasına getirmiş, leziz bir de salata tabağını eklemişti menüsüne… Sonra karşısına da oturup bir sigara çekti cebinden. Tahsin’in sigara içmediğini bildiği için sormuyordu…

Arkada açık olan televizyonun eşliğinde koyu bir sohbete giriştiler. Tahsin, son davasıyla ilgili bazı şeyleri anlatırken yaşlı balıkçının da kendisiyle aynı şekilde şaşırdığını görünce biraz olsun rahatlamıştı.

Anlatması bitince, sırtını yaslayıp önündeki balığın kılçıklarını çatalıyla ayıklamayı sürdürdü Tahsin. Balıkçı Nevzat da sırtını yaslamış, şaşkınlıktan sus pus olmuştu…

- Şimdiye dek böyle bir şey hiç duymadım Tahsin! Saçmalık desem, diyemem… Neler neler gördük, biliyorsun…

Balıkçı Nevzat eski bir özel harekatçıydı. Bir teknik takip aşamasında davasına yanlışlıkla dahil olan Komiser Tahsin’le biraz “kötü” bir tanışma süreci yaşamışlarsa da kısa sürede başka davalar için birbirlerine fikir alışverişi yapmışlardı.

Tahsin’in davalarında şaşırtıcı bir şekilde doğaüstü unsurlar çok oluyordu… Nevzat sıklıkla bu duruma dikkat çekip imalı imalı göz kırpar ve delinin deliyi görünce şapkasını sakladığından, belanın belayı çektiğine dair nice kelamlar sarf ederdi…

- İşitme engelli, hem de doğuştan! Bir de melodi duyduğu için kulaklarını kesiyor demek… Dostum, dizlerine kadar battın… diyerek yanındaki boşalan bardağa tekrar su döktü ve su grimsi bir renk aldı.

Komiser sessizce başını sallayıp rakısından yudumlamaya başladı. Sıyrıldığı, bir anda çözdüğü veya çok ümitsiz olduğu bir anda çözülüveren çok dava görmüştü ancak bu seferki biraz fazlaydı. Nevzat’a bakarak gülümsedi yine de; ümitsiz görünmek ümitsizliği davet ederdi…

2. Bölümün Sonu

 
Toplam blog
: 17
: 422
Kayıt tarihi
: 24.04.11
 
 

ReputeUs'da metin yazarı. Sol Gazetesi ve Fotospor'da köşe yazıyor. "08:00" isimli bir romanı var..