Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ekim '14

 
Kategori
Öykü
 

Ölüm sana yakışmadı bir tanem

Ölüm sana yakışmadı bir tanem
 

İsa YILMAZ


Üniversite hastanesinin açık otoparkına arabamı park ederek hızlı adımlarla acil giriş kapısına doğru yöneldim. O ara ''suya ihtiyacı olabilir'' diye düşündüm ve girişteki kantine saparak 5 litrelik bir şişe suyu da ilave ettim siparişlerine.
Odasına girdiğimde Emine yatakta oturur durumda idi. Beni görür görmez:
- İsa, o elindekileri dolaba koy, gel sırtımı sıvazla n'olur; dedi
Yüzünü pencerden tarafa sırtını bana doğru dönerek yatağın üstüne öylece oturdu.
Onur 3 yaşındaydı bu illete ilk düştüğünde. Onur'un doğumundan sonra aylık düzenli olarak; aynı zamanda arkadaşım ve aile dostumuz jinekologuna giderdi. En ufak bir rahatsızlık hissetse soluğu doktorunda alırdı. Bu kadar hassas ve gözlem altında olan insan, o gün bir anda rahim kanseri teşhisi ile sarsıldık. Mayıs ayının sonlarıydı ve günlerden cuma idi. Ve biz pazar akşamı, yanımızda Uğur ve Onur'u da alarak otobüsle Ankaranın yolunu tuttuk. Ertesi sabah Ankara'ya iner inmez doğruca sevk edildiğimiz Dışkapı SSK hastanesine gittik. Hastane o kadar kalabalıktı ki, millet sanki bedava maça gelmişti. Muayene sıramız geldiğinde saatler öğleden sonra 3 gibiydi yanlış hatırlamıyorsam. O saate kadar hastane bahçesinde; diğer birçok hasta ve hasta yakınları gibi ben de çimlere açtığım gazetelerin üstünde uyuya kalmıştım. Muayene sıramızı Emine takip ediyormuş meğerse. Uğur'a Onur'u emanet ederek ikimiz birlikte doktorun yanına girdik. Doktor elimizdeki raporların hiç bir önemi olmadığını, tüm teşhis ve tanıları, analizleri yeni baştan kendileri yapacaklarını söyledi ve yarın sabah aç karnına hastanede olmamızı istedi bizden.
Sonuç olarak rahim kanseri teşhisi sabitlenmiş ve bize 3 hafta sonrası için ameliyat randevusu vermişlerdi. 3 hafta sonra yeniden yanımızda çocuklarla Ankara'ya giderek gerekli ameliyatı yapıldı. Ameliyattan sonra periyodik olarak 1 sene boyunca ayda bir, sonra 3 ayda bir. Daha sonra 6 ayda bir ve nihayetinde yılda bir sefer kontrollerde durumunun çok iyi olduğunu söylemişlerdi doktorları. Şayet 9 yıla kadar birşey çıkmazsa yaşama şansı yüzde 90 olarak duyduğumuzda sevinçten ayaklarımız yere basmıyordu adeta.
Fakat 2006 yılında, Onur'un ölümünden 2 yıl sonra hastalık tekrar akciğerlerinde nüksetmişti. Şu an onun tedavisi ile uğraşıyoruz.
Uzun bir süre sırtını ovaladıktan sonra;
- Yeter, eline sağlık. Bir de şu kollarıma masaj yapsan n'olur sanki?
- Olur hayatım bedava masörü buldun ya, peşinden bakalım nerelerini ovalatacaksın daha.
- Yok yok, kollarıma da yap başka birşey istemiyorum. dedi
Saat akşam üzeri beşe geliyordu. O saate kadar meyve suyu ve bisküvilerinden azar azar yemişti. Ne kadar zorladıysam da fayda etmedi. Daha fazla yiyemedi.
-Eh artık bana müsade Emine hanım. Gidip biraz dinleneyim. Sabahtan beri bende yoruldum.
- İyi iyi git hadi.
Yatağının etrafındaki dökülen kirli birkaç peçeteleri toplayıp bir poşete koydum.
- Eve göndereceğin birşey var mı. Yada evden istediğin ?
- Şu dolaptaki çamaşırlarımı götür, sabah gelirken temizlerden getirirsin. Bir de şu sarı eşofmanımı unutma onu da koy. Geceleri üşüyorum artık.
- Peki efendim. Hadi hoşçakal. dedim
Ellerimde topladığım kirli çamaşır poşeti ile kapıya doğru yöneldim. Tam kapıdan çıkarken bir an arkama dönüp baktığımda arkamdan el sallayarak bay bay yapıyordu. Gerisin geriye döndüm.
- Hayrola bu ne Emine hanım ?
- Ben gidiciyim gidici. Bitti artık biliyorum ben öleceğim. İsa sen çok iyi bir insansın. Bana gösterdiğin sabır ve emeklerini helal et, hakkın çok bende.
- Helal hoş olsun, asıl senin hakkın çok bende, sen de helal et ama senin bu tür sözler söylemeye ve hele hele ölmeye hiç hakkın yok.
- Nedenmiş o ?
- Birincisi sen ölemezsin, daha torununu göreceksin, Onur'unun yeniden doğuşunu ve büyümesini göreceksin. İkincisi sen ölürsen ben ne olacağım.
- Boşversene. Sana defalarca söyledim benden hayır yok diye artık ben öleceğim, ben kendimi biliyorum. Ama sen inanmıyorsun da, ben gerçekten kötüyüm.
- Ölüm isteyene gelmiyor maalesef Emine hanım, sırası gelen gidiyor. Ama sen benden önce ölüm- mölüm hakkını kullanamazsın...Fakat Allahtan gelene de söyleyecek sözümüz yok; baş üstüne dedim
ve odadan çıktım. Evda çekyatta televizyonda maçlara bakarken uyuya kalmışım.
Cep telefonu sesi ile uyandım. Arayan Emine idi.
- Buyurun Emine hanım
- İsa bey ben Emine hanımın doktoru, doktor B....
- Buyrun B.... bey, Emine hanıma birşey mi oldu yoksa ?
- Emine hanımın durumu iyi değil, makinaya bağladık
- Yani... Öldü mü yoksa ?
- Hayır. Fakat durumu kritik isterseniz gelin buraya görüşelim
- Hemen geliyorum B.... bey
Üzerimdeki sweetşortun altına pantolonumu alel- acele çektiğim gibi fırladım eveden. Uçarcasına arabayla hastaneye gittim. Hastane ile evimizin arası 2500 metre kadardı.
Koridorun sonundaki Yoğun bakım hemşiresinden rica ettim. Beni gerekli donanımdan geçirdikten sonra içeriye aldı. Yatakta bir yığın cihaz ve hortumların her biri biryerlerinden dökülüyordu ve kendinden geçmiş vaziyetteydi. Rengi samani bir hal almıştı. Durumun hiç de ele alınır bir yanı kalmamıştı. Anladım artık bu son randevu. Yapabilecek birşey yoktu artık, elini tuttum:
- Emine, Emine...Emine
Hiç bir tepki ve ses yoktu. Hemşire kız birkaç dakika sonra: ''Durumunu gördün hadi çık artık'' der gibi gözlerime bakınca anladım. Üzerimdekileri soyunma dolabına bırakıp dışarı, koridora çıktım. ''Evlat acısını yaşatan Allah bana bir de hayat yoldaşımın acısına boğmaya hazırlanıyor'' dedim kendi kendime. Gözyaşlarım içime; ta yüreğime akıyor ama gözlerimden düşmemek için çırpınıyordu adeta.
- Cep telefonumdan kız kardeşim Leyla ve Elif' ablama durumu haber verdim. Yarım saat içinde Aile fertlerinin yaklaşık hepisi koridorda yanımdaydılar. Kısaca durumu hakkında ayaküstü bilgi verdiğim ablama:
- ''Uğur'u da arayım, çocuk ya yetişir ya yetişmez annesine'' dedim.
Ablam:
- ''Dur çocuğu paniğe sokma. Emine böyle hardallı bayramları çok gördü. Bunu da yırtar bak gör
- ''Yok abla yok. Bu onlar gibi değil. Bu sefer çok zor dönmesi. Bu Uğur'u bekliyor'' dedim
- ''Valla sen bilirsin kardeşim. Hem çocuk bu saatte nasıl gelecek dünyanın yolu''.
- ''O yolunu bulur abla''. dedim ve Uğur'un cep telefonunu aradım. Uğur'a kısaca durumu izah etmeye çalıştım.
Uğur:
- ''Baba ben uçaklara bakayım ilk uçakla nasıl gelebiliriz seni ararım'' dedi
Doktor B.... beyle son bir kez daha görüşeyim de durumu hakkında, ondan sonra ne yapacağımıza karar verelim dedim kendi kendime. Bekir bey '' durumu kritik, Emine hanım güçlü bir bünyeye sahip belki yine yırtar ama bu seferki bayağı ciddi'' dedi doktor. Doğru. Tam 18 ameliyat geçirmişti ve hepisine de kendi ayaklarıyla, yürüye yürüye gitmişti. Benim bile ameliyattan çıkmasını beklememi istemezdi. '' hadi git sen işine bak, bana birşey olmaz'' derdi. O satten sonra yapılacak birşey kalmamıştı. Gece yarısına doğru hastaneden ayrıldık. Doktora da ''durumda bir değişiklik olursa Emine hanımın telefonundan beni hemen arayın lütfen'' dedim ve hastaneden ayrılıp evlerimize gittik. Gece boyu uyumadım kendi kendime soru cevaplar içinde boğuşa boğuşa sabahı ettim.Uğur sabah sekizde geleceğini söylemişti. Sabah saat 7 gibi evden çıkıp, Uğur ve eşi Dilara'yı almak üzere havaalanı yolunu tuttum. O arada kardeşlerim ve ailemin diğer fertleri de hastanenin yolunu tutmuşlardı. Saat sekizde Uğur ve Dilara'yı da yanıma alarak doğruca hastaneye gittik. Önce ben girdim yoğun bakımda yanına; sonra Uğur'u ve Dilara'yı çağırdım

- ''Emine... Emine bak oğlun geldi. Uğur'un geldi. Hadi aç gözünü...''
Hiç bir tepki yoktu. Odada yoğun bakım cihazlarınını peryodik sesinden başka; tık yoktu. Ölüm adeta kamufle etmişti her yanı. Sonra ben çekildim, Uğur ile Dilara yanaştı yatağına doğru.
Uğur ellerini tutarak:
- ''Anne...Anne. Anne. Hadi aç gözlerini n'olur. Bak ben geldim, gelinin geldi''.
Refleks miydi, yoksa can çıkma aşamasındaki bir tepki mi bilmiyorum, Uğur'un sağ elini belli beliriz sıktığını gördüm ve ardından yoğun bakım cihazında düz ses başladı.
O anda doktorlar, hemşireler herkes başına koşuştu, bize dışarı çıkmamızı rica ettiler.
Acaip bir koşturmaca başlamıştı. Herkes ama herkes çırpınıyordu birşeyler yapmak için.
Bir süre sonra doktorlar, hemşireler artık pes etmiş olmalılar ki, gözyaşları içinde yoğun bakım odasını terk ettiler. O çok sevdikleri Emine ablaları için yapacakları birşey kalmamıştı artık. Dünyanın çile kapısı ebediyen kapanmıştı onun için ve o çok arzuladığı kuzucuğuna; Onur'una kavuşmak için uçarcasına terketti herşeyi ve herkesi...Ve beni...
 

 
Toplam blog
: 24
: 772
Kayıt tarihi
: 20.01.12
 
 

1954 Gaziantep doğumluyum. Çukurova Üniversitesi İşletme ve ekonomi bölümünü bitirdim. Uzun yılla..