Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Saide Belgin Erdağı

http://blog.milliyet.com.tr/monti

04 Şubat '17

 
Kategori
Deneme
 

Ölüm sonsuzluğu

Utku  akşam üstleri  güneşi, dalgın gözlerle, kayboluna dek izler ve ona sorardı:”yine  bir bilinmeyende kayboldun ya yarın dönmezsen?” Penceresinin hemen yanında bir tuval yerli yerinde, fırçasını batırdığı turuncu boya. O hızla kızıllıkta kaybolurken sorardı yeniden: “ya dönmezsen?” Umutlarının da bu bilinmezde hızla güneşle birlikte yok olduğunu hisseder, ardından güneşin umutlarını çoğaltarak, sakladığını düşünürdü. Öyle de olacak ki en zor anlarında, bir tılsım gibi dönerdi güneş, umutlar kucağında..  
 
Karanlığın gümüş gözyaşları yağmura karışır sessizce. Zaman ağırlaşir gece boyunca, kaybolur yarasaların ürperten kanatlarında. Bildiğimiz her şeyi unuttuk yaşama dair. Zamanı değersiz kıldı yalnızlığımız. Yitirdi anlamını sabah rüzgarlarının getirdiği duru sevinçler.. Geri dönmek…Eski günlere dönmek yeniden, kalabalığın kargaşasından uzakta.
 
Her an yenilenen anlamlarla uzak denizlere açılıyor sanki gözlerin. Beni anladığını duyabiliyorum baktığımda sana. Ve dünyanın en güzel şeyi beni anladığını bilmek. Umudun ve yalnızlığın kıyısında gezinen gözlerin yaşamın en naif anlarını taşıyor. Şaşkın, soran bakışlar zamanın fırtınasında alabora oluyor. Unuttum acılarımı sıcaklığında, gözlerinin kıvılcımında, anlamın yitiren her şey yeniden anlam kazanıyor.. 
 
Acı kök salınca sevinçler uçan kelebeklerdir. Ne zaman gitmek istesek, kalmak için nedenler artar. Gitmekten korktuğumuz için mi nedenleri arttırırız? Alışkanlıklar köreltir günlerimizi. Mevsimler kışa bırakır kendini, her mevsim kış…
 
Güneşin ilk ışıkları göründü. Akşamdan hazırladığın bavulu bırak eski yerine. Bir mavi deniz, bir martı, bir sandal, kaçırdığın tren, unuttuğun bir mektup... Soran bakışların ve yanıtsız kalan onlarca soru… Zamanı alt eden telaşlı ellerin. Sana dokunduğumda kendimi duyuyorum. Zaman ağırlaştığında ellerim metalleşiyor. Gecenin mavi mavi dalgalandığı anlar…Güz esintisine karışan sesin. 
 
Damarlarıma sızan zehir beni  uyutuyor aylardır. Sahipsiz günler, yabancı denizlerde anlamını bilmediğim sözcüklerle konuşmaya zorluyor beni ve gitgide daha fazla yabancılaşiyorum dünyaya. Belki bir gün farklı bir yanıt bulabilirsin hayata dair, anlamsızlığın içinde anlam aramayı bıraktığında. Tuvalindeki renkler ve silüetlerin çağrıştırdıklarıysa; birbirinden kopuk, bağlantısız, yarım, eksik cümleler…
 
Yıllar biribirini kovaladı, şimdi neden yelkovanlar ilerlemek bilmiyor. Geçmiş günler, külleri denize savrulan ölü bedenlerin ruhları eşliğinde kendini yineliyor. Gözlerin uzun yalnızlıkların suskunluğu. Sessizliği dinlemek uzun uzadıya, neden zordur? Issızlığın izini sürer deliler. Sonra ıssızlık olurlar, yalnızlık duvarını yıkar ve görünmez olur, özgürlesirler. Delilik bir mağaradır, korunaklı ve kalabalık, gizemli ve ölüm soğukluğunda.
 
Ölümden öte korkuyorum seni kaybetmekten. Tuvalindeki renklerin solmasından. Ve sustuğunda mırıldandıklarını gözlerinden okuyamamaktan, dokunduğumda seni duyamamaktan. Öyle hafifim ki kendi mağaramda. Nerede olduğumu bilmiyorum. söylediklerim, duyduklarım, kayboluyor bazen daralan bazen genişleyen bir boşluk her şey. Tam da yaşamın içindeyken her adımda kendini yineleyen bir hafıza kaybı..Gittiğin kentler tümden enkaz. Dönmek istediğinde, uzak denizler çağirir seni, bir de ben. Attığın her kulaçta dalgaları gitgide kabaran bir denizdir, hayat. Dünyayı ne çok sevmiştin. Güneş oldun, ay oldun gökyüzünde. Sonsuzluğun boşluğunda asılı kaldı gözlerimiz… Söz ver bana güneşi yolcu etmeye gideceğimiz  o gün için. Yine tuvalinin yanında, elinde fırçan, turuncuya dokunurken, pencerendeyken güneş tam da gömülüverirken ufka.  
 
Gökyüzü kendi griliğinde kayboldu ve bir süre sonra bembeyaz bulutlar yükseldi, umutlarını andıran. Günler geçti. Utku penceresinde görünmez oldu, tuvali yerde, bir köşede,fırçalarındaki turuncu boyalar kurumuş, kararmaya yüz tutmuş, ölgün. Gizlenen umutlar çaldi utkunun kapısını, güneş kızıllıkların arasından kaydı yine, hep döndü ve günlerce Utku’yu aradı penceresinde, sessizce odasına sızdı, umarsız kocaman gözlerini daha derin açarak. “Umutlarını emanet almıştım hiç hesaba katmadan geri veremeyeceğimi” dedi güneş. Ve dedi ki “hep aynı ufukta, aydınlıkta ve karanlıkta, hüzünde ve sevinçte kızıllıklara süzülüyorum bıkmaksızın ve bu böyle sürüp gidecek.” Güneşin ellerindeki umutlar Utkunun yerde, bir köşede unutulmuş tuvaline yansıdı, tuval de mavi, tutuncu karışımı bir yazı belirdi: “gerçek umut ölüm sonsuzluğudur.”   
 
 
 
Saide B. Erdağı                            
 
Toplam blog
: 18
: 232
Kayıt tarihi
: 17.04.16
 
 

 “Söz uçar yazı kalır.” Bilgi, duygu ve düşünceler paylaşıldığında çoğalır, anlam kazanır. Zaman ..