Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Ekim '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ölümden de ötesi...

Ölümden de ötesi...
 

İnsan hayatında gerçekten ölümden öteye bir şey yok. Çünkü o, hayatın bitim noktası... Sonrasında hiçbir şeyin anlamı kalmıyor. Bu yüzdendir ki yaşam hakkı en değerli ve korunması gereken en önemli haktır.

Anaların babaların büyük zorluklarla büyütüp yetiştirdiği civan gibi gençler, terörist kimliğine bürünmüş bir caninin kör kurşunuyla bir anda şehit olup aramızdan uçuveriyorlar. Bireysel olarak ölenin öldürenin birbirlerine karşı bırakın düşmanlığını, tanışıklıkları bile yok.

Peki toplumsal olarak onları birbirine silah çekmeye zorlayan sebep nedir ki?

Tarihin ilk dönemlerinde insanlar yüzyıllarca, hayvanlar gibi, kendi hayatlarını devam ettirebilmek için birbirlerini öldürmüşler. Bunu bile anlayabilmek mümkün. Çünkü bireysel olarak bir amaç söz konusu, işin içinde bir menfaat var.

Ama bugün, yaşanmaya gelmiş bir dünyayı insanın, kendine ve kendisi gibi bir başka insana zehir etmesinin mantığını kavramak zor. Çünkü burada kendi arzu ve iradesiyle oluşan bir eylem yok. Başkaları için, birilerinin uşaklığını yaparak bir cinayet işlemek… Ne yazık ki sadece insana mahsus bir vahşet…

Evet, hayatın son noktasını oluşturan ölümden de öteye insanı etkileyen olaylar meydana geliyor bazen… Bir asker ailesi için duyulması istenmeyecek ve acısına katlanılmayacak en acı haber “şehitlik”tir.

Şimdi ise ana babalar “kayıp” evlât acısıyla yandılar. “Ya ölüsü, ya dirisi, kayıp da ne demek?” diye çıldırıyor bağrı yanık analar babalar…

*****

Yaşadığımız son menfur olayın, en acıklı tarafı, askerlerimizin rehin alınmasıdır. Ben “esir” kelimesini özellikle kullanmak istemiyorum. Savaş, düşmanı öldürmek üzerine kurulu vahşi bir oyun olmasına rağmen, yaralıların esir alınması gibi insancıl bir özelliğe de sahiptir.

İmkânlar ölçüsünde onların tedavisi bile yapılır. Çünkü karşınızda size birebir müdahale edecek durumdaki kimseyle savaşırsınız. O yaralandığı an zaten size karşı olma özelliği kaybolmuş demektir.

PKK gibi terör örgütlerinin alçakça saldırıları, bir savaş niteliğinden bile uzak olduğu için, ortada bir insan ve insan hakkı gibi bir kavram da olmaz. O bakımdan kayıp askerlerimizden “esir” diye söz etmek yerine, “rehin” demeyi tercih ediyorum.

Çünkü ilk fırsatta yapacakları şey, onları televizyon kanallarında teşhir edip, akıllarınca Türkiye’yi kendilerini muhatap kabul ettirip masaya oturtmaktır.

*****

Her zaman ve zeminde yanında ve arkasında olmaktan gurur duyduğumuz gözbebeği ordumuzun, kendi hareket alanı içinde birliğinin bir kısmını şehit veren, bir kısmını eşkıyaya kaptıran bir kurum görünümünde olmasından ve sonucun bir yönetim zaafını akla getirmesinden son derece rahatsızım.

Terör ve gerilla hareketleri içinde çok yadırganacak bir durum olmamasına rağmen, Türk Silahlı Kuvvetleri gibi güçlü bir ordunun 8 neferinin, yeri geldiğinde üç-beş çapulcu diye nitelediğimiz PKK tedhişçilerinin eline geçmesinden de rahatsızım.

Bütün dünyanın gözü önünde bir demokrasi sınavı geçirerek, yasa dışı bir örgüte (PKK) üye olmaktan hakkında dava açılan ve bu yüzden tutuklu bulunan bir kişiyi biz, Türk milletinin vekili sıfatıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne taşırken, bu kişinin ve mensup olduğu partinin PKK’ya terör örgütü diyebilmek bir tarafa, “kardeş” diye onu bağrına basmasından da rahatsızım.

Bu söylemler ve tavırlar, açıkça durumun ne olduğunu gösterdiği halde, meşru ve hukuki çerçevede TBMM’nin bir üyesi ve demokratik hayatın vazgeçilmez bir unsuru kabul edilen bir siyasi partinin, kayıp askerlerimizin kurtarılması konusunda arabuculuk yapmaya kalkışmasından da rahatsızım.

Kuruluşu neredeyse terörün başladığı günlere dayanan İnsan Hakları Derneği’nin yıllarca başkanlığını yapmış bir kişinin, bugün 23 yıldır binlerce cana kıyan, ülkeyi kan gölüne çeviren, yıllardır ekonomik varlığımızı göz göre göre yok eden, Mehmetçiklerimizin katili terör örgütüne arka çıkan bir siyasi partinin mensubu olmasından da rahatsızım.

Yeni bir kuşağın gelişmesine yetecek kadar uzun bir süre devam eden terörün, başladığı günlerde henüz doğmamış olan gençleri, kurban olarak almasından, anaları-babaları evlatsız, kadınları eşsiz, çocukları yetim bırakmasından da rahatsızım.

Bu kadar yıldır başımızdaki bu belânın bitmesini sağlayamayan, şu veya bu şekilde sorumluluk mevkiinde bulunmuş bütün asker ve sivil yöneticilerimizin, geride bıraktıkları bu akıl almaz ihmalinden de rahatsızım.

Güle oynaya düğüne gider gibi asker ocağına gitmeyi şölen haline getiren gençlerimizin, 21. yüzyılda askere giderken, “dönmeme” ihtimaliyle yanıp kavrulmasından, milletçe her geçen gün giderek artan endişelerimizden de rahatsızım.

Daha iyi şartlarda daha iyi bir hayat yaşamak için harcamamız gereken güç, para, enerji, akıl, zaman, efor ve benzeri maddî manevî bütün varlığımızı dağlara taşlara gömmekten ve emsalleri keyifle yaşarken gencecik insanlarımızı terör cehenneminde ateşe atmaktan da rahatsızım.

Geri planda daha güçlü bir örgütün desteği olmadan, üç-beş idealist ve gözü kara Kürt milliyetçisinin biraraya gelmesiyle oluşmayacağı âşikâr olan bir terör örgütünün, bu kadar boyunu aşan işlere girişemeyeceğinin bilincinde olmayanların, kasıtlı veya kasıtsız, dar ve yüzeysel bakış açılarından da rahatsızım.

Ülkemize karşı iç ve dış güçlerin birlikte oluşturdukları ulusal bir tehditle karşı karşıya olduğumuzu fark edemeyen ve meseleye hâlâ kısır parti çekişmeleri gözüyle bakarak, göz göre göre milletimizin içine düştüğü kâbusu göremeyen siyasetçilerin ve onları körü körüne destekleyenlerin basiretsizliğinden de rahatsızım.

Bir görev bölümü içinde, vazife ve sorumluluk alanlarının sınırlarını belirleyemeyen, hangi işin kimin tarafından yapılması gerektiğini kestiremeyen, aksayan hangi durum için kime kızılmasını ve kimden hesap sorulmasını düşünemeyecek kadar, sadece karşısında oldukları kişileri veya görüşleri hedef olarak belirleyenlerin düşüncesizliğinden de rahatsızım.

Kızgınlıkla da söylenmiş olsa, kırgınlıkla da söylenmiş olsa, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne “kendini bile koruyamayan ordu” denmesinden de rahatsızım.

Gözümün önünde cereyan eden bütün bu olup bitenlerden sonra, neyin nasıl yapılması gerektiği konusunda, en son yetkiye sahip cahil bir vatandaş olmaktan, bunu bile bile içimdeki yangını dışa vurmak için önüme gelen herkese ve her şeye kızmaktan ve sataşmaktan da rahatsızım.

Ama bu benim Mehmetçiklerimi rehin alan katil teröristlere karşı duyduğum hıncı ve içinde bulunduğum çaresizliğin getirdiği ıstırabı azaltmıyor ki... Milletçe teröre karşı seferber olacaksak eğer, listenin en başına seve seve ben de yazılmak istiyorum.

Nasıl olsa ölümden öteye yol yok…

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..