Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Eylül '09

 
Kategori
Öykü
 

Ölümsüz sevgi

Ölümsüz sevgi
 

Güzel başlayan bir yaz mevsimi. O güzellikleri şimdi hastahanede yatan bu kadın tatmıştı. Tavana baktı, gözleri dolu dolu oldu. O ağlamak istemiyordu. Çünkü sevgi dolu yaşamıştı. Gözlerindeki biriken yaşlar aynen bir sis bulutu gibi, görüş mesafesini kapadı, hayalleri onunla birlikte kaldı.
O yaz hayatına giren, onun deyimi ile muhteşem bir erkek vardı. Sonun böyle olacağını hiç bilmeden başladı bu ilişki. İkiside birbirlerini çok sevdiler. Yaz geceleri sahilde kumlar üstünde koştular, kadın ona seni seviyorum, beni çok mutlu ettin diye haykırdığında, erkek olanca gücüyle onu kollarına aldı. Gece karanlıkta onları kıskanacak, hiç bir şey yoktu. Sadece gökyüzündeki ay, o da onların kumsaldaki danslarına aydınlığı ile eşlik etti. Erkek her zaman kadını gül ile karşıladı. Ona sevgisinden, aşkından söz ederdi. Onun için sen benim canımsın derdi. Kadını anlatmaya hiç gerek yoktu. Çünkü onun ayakları yerden kesilmişti, TANRI bu mutluluğu sunduğun için teşekkür etmekten başka yapacak hiç bir şeyi yoktu.

Kadının içinde kendi sağlığı ile korkuları vardı. Her defasında ağrıları geldiğinde hep dua ediyordu. Ne olur TANRIM bu defada bana müsade et. Peki bu müsadeler nereye kadar devam edecekti. Gene ona karar merci olan, TANRI verecekti.

Sonbahar geldi, hazan mevsiminin o hüzünlü yüzü çöktü doğanın üstüne. Güneş arada sırada çıkardı yüzünü. Kadına biraz daha gayret dedi. Sen daha onunla karlar içinde yuvarlanacaksın. Doğanın tüm güzelliklerinin tadına varacaksın. Kadın tüm gayretini topluyordu. Ama artık bacaklarında, ellerinde o eski enerjisinin kalmadığını çok iyi biliyor, ancak canından çok sevdiği bu adama hiç bir şey belli etmiyordu. Gene o yüzünden gülücükler, sevimlilikler ve şakalarını ondan hiç esirgemiyordu.

İşte o gün olan oldu. Birden gelen ağrılar, buna dayanmak gerçekten çok zordu. Onun hayatınıda allak bullak etmeye bu kadının hakkı yoktu diye düşündü. O çok iyi bir erkekti. Mutlu olmaya, gerçekten sevilmeye ihtiyacı vardı. Kadın artık, son saatlerini yaşadığınıda iyi biliyordu. İşte şimdi beyaza boyanmış bir hastahane odası, yalnızdı. Telefonlarına cevap vermiyordu kadın. Ama içindeki yangınıda söndürmek imkansızdı. İmkansız bir ilişki idi. Şimdi bunları düşünürken, onu ne kadar çok sevdiğinide kendi kendine zor çıkan bir sesle söylemekten çekinmiyordu.

Ondan kalan sadece kurutulmuş gülleri ve onun kokusunu barındıran kazağı idi. Gül yapraklarının üzerinde halsiz ellerini gezdirip, erkeğinin kokusu sinmiş kazağını göğsünün üstüne koydu. Ona yavaşça dokundu. Gözlerini kapadı, CANIM BİRTANEM BU KADIN SENİ ÇOK AMA ÇOK SEVDİ, diyerek sıkıca kazağa bir kere daha sarıldı. İçeri giren doktorlar, endişe içersinde hemşire diye bağırmaları, kadının en son duyduğu ses olacaktı. Elinde, tutamadığı kazak birden yere kolu ile birlikte düştü. O, artık bilinmez bir yolculuğa tek başına çıkmıştı. Ama o çok sevdiği adamla geçirdiği günler bir ömre bedeldi.

Hemşire, beyaz çarşafı çekti ve koridorda sadece belli yere yolculuğa çıkan sedyenin sesi duyulmakta idi. Ancak bu sessizliği bozan, ayak sesleri vardı. Erkek hızlı adımlarla sedyenin yanından koşarak geçti. Tek söylediği ne olur, söyleyin hangi oda. Hemşire üzülerek, artık onun bir odası yok, sonsuzluk onun odası. Biraz evvel yanınızdan geçti. Ama size SENİ SEVİYORUM diye haykıramadı. Bu cümleyi benim size söylememi istedi, üzgünüm. 

 
Toplam blog
: 106
: 461
Kayıt tarihi
: 18.06.09
 
 

 Hayata daima pozitiv bir bakış açısı ile bakan, insanları incitmekten, üzmekten korkan ama hay..