Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Temmuz '07

 
Kategori
Gelenekler
 

Ölümün işareti miydi?

Ölümün işareti miydi?
 

Kültürümüzde ilginç inançlarımız vardır. Bunlar geleneklerimizden kopmuş gelmiştir. Kimbilir kaç zamandır süregelen alışkanlıklarımızı kültürümüzün bir parçası yapmışızdır. Yaşantımızın değişik zamanlarında bizlerin de kapısını çalmıştır bu geleneksel inançlar.

Doğumdan sonra anne ve bebeği kırk gün evden dışarıya çıkmaz. Kırk gün dolduğunda ise "Kırk uçurmaya" çıkılır ki, gidilen yer genellikle kutsal sayılan bir türbe ya da camidir. Sonra da büyüklerin ziyaretine gidilir. Kırk uçurmak için gidilen yerlerde bebeğin kundağına, tuz, yumurta, mendil gibi şeyler konur ki, bunların hepsinin bir anlamı vardır. Bebeğin uzun ömürlü olması, kısmetinin açık olması, hayırlı evlat olması için verilen hediyeler hep değişir.

Bazı yörelerde gerdek gecesi iki rekât namaz kılınarak gerdeğe girilir ki, evlilik Allah tarafından korunsun istenir. Gerdek gecesi girilen ilk ilişkide bir çok insan, son noktada "Allah'ım bize hayırlı evlatlar ver" diye eşinin kulağına dua okur.

Bazı inançlarda kağıtların eşiğine basılmaz. Eğer, Hacı Bektaş-ı Veli türbesine gittiyseniz mutlaka görmüşsünüzdür, ziyaretçiler kapının eşiğini öperek içeriğe girerler.

Bazı inançlar da abdest alınırken şöyle dua etmek gelenekselleşmiştir:

Ellerini yıkarken: "Bu eller bundan sonra kimseyi incitmesin"

Ağzını yıkarken: "Bu ağızdan bundan sonra yalan söz çıkmasın"

Ayaklarını yıkarken: "Bu ayaklar bundan sonra doğru yoldan çıkmasın"

Yüzünü kurularken: "Bu âna kadar işlediğim bütün çirkinliklerden yüzümü siliyorum"

Konuşamayan çocuğa ötücü bir kuşun suluğundaki su içirilir. Gelin, ana-baba evinden ayrılmadan önce ayakkabısının altına bekarların adını yazar ki, onların da kısmeti açılsın ister. Evimize ya da kendimize yeni bir şey aldığımızda "güle güle kullan" denir, ya da alınan giysi ise "üzerinde paralansın" denir. Hapşıran bir insana "çok yaşa" denir. Nazar değmesin diye çoğumuz mavi ve göz biçiminde nazar boncuğundan medet bekleriz. Yolculuğa çıkan bir insanın arkasından bir tas su dökmek alışkanlığımız olmuştur.

Bu tür geleneksel davranışlarımızı örneklerle uzatırız gideriz. Yaşamla iç içe olan bu geleneklerimiz artık kültürümüz olmuştur. Ölümün ardından da peşimizi bırakmaz. Nasıl doğumdan sonra "kırk uçurma" gibi bir alışkanlığımız varsa, ölümden sonra da, ölmüş kişi için "kırk duası" yapılır. Kırk duasında Kuran ve mevlid okutulur, dualar edilir. Bundan başka yedinci gecesi, elli ikinci gecesi gibi değişik anma günleri de, ölmüşlerimiz için bir anma vesilesi olmaktadır.

Ölümle ilgili de çok değişik geleneklerimiz vardır. Ama, beni en çok etkileyen inanç, henüz ölmüş bir kişinin, sağlığında giydiği ayakkabısından bir çiftinin sokak kapısına konmasıdır. Böylece, ölümü duymayan konu komşu, o evde bir "gidişin" olduğunu anlaması sağlanır. Bir başka neden ise, ayakkabının bir gereksinimi olan tarafından alınıp gidilmesiyle, Azrail'in de o evden çıkıp gitmesi ve onun yerine diğer meleklerin eve dolması sağlanır. Diğer bir görüş ise ayakkabının evden çıkışı, ölüm acısını da hafifletmesidir.

Elbette bu tür gelenekselleşmiş inançlarımız "boş" ve "batıl" olarak görülebilir ya da çok değişik bölgelerde bu inançlara çok değişik anlamlar yüklenebilir. Ancak, bir yaz akşamüstü zamanı eve doğru yürürken bir apartmanın sokak kapısının önünde belli ki dört-beş yaşlarında bir kız çocuğuna ait bir çift ayakkabı gördüm. Kırmızı, rugan. Pırıl pırıl. Belli ki "giyilmeye kıyılmış". Dondum kaldım. Aklıma annemin ölümünden hemen sonra sokak kapısına koyduğumuz ayakkabıları geldi. Adım atamadım. Dört-beş yaşında bir kız çocuğu geldi gözlerimin önüne. Birden "anneciğim" diye annesine sarılmasını hayal ettim. Kimden korktuğuna baktım. Yoksa "ölümü mü" görmüştü?

Apartmanın önünde dakikalarca dondum kaldım. Küçük kızın ayakkabılarına baktım. "Aman Allah'ım" diye bir kaç kez içimden geçirdim. Yoksa, yoksa bu kız çocuğu... Apartmana girmek istedim. Tek tek soracaktım dairelere bu kırmızı rugan ayakkabıları. Ama, yapamadım, korktum. Sonra, aklıma "belki de kızcağız büyüdüğü için" atmışlardır ayakkabıları diye düşündüm. Bu düşünce benim çok daha hoşuma gitmişti.

Gitmişti ama, aradan geçen bunca zamana rağmen hâlâ o kırmızı rugan ayakkabılarının sahibi küçük kızı düşünürüm.

Hâlâ "acaba" diye yüreğim sızlar, gözlerim dolar.

 
Toplam blog
: 278
: 3275
Kayıt tarihi
: 26.05.07
 
 

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum. Bir daha da Kadıköy'den ayrılmadım. İstanbul Üniversitesi, Ede..