Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Kasım '11

 
Kategori
Siyaset
 

Ölümünün 28. yılında gölgesi Silivri'ye ve Cumhuriyet Mitinglerine düşen bir aydın: Doğan Avcıoğlu

Ölümünün 28. yılında gölgesi Silivri'ye ve Cumhuriyet Mitinglerine düşen bir aydın: Doğan Avcıoğlu
 

Doğan Avcıoğlu (1926 -1983)


Avcıoğlu’nun görüşleri, ölümünden 28 yıl sonra da bizi etkilemeye devam ediyor

4 Kasım 1983’de aramızdan ayrılan Doğan Avcıoğlu, her ne kadar günümüzde artık unutulmuşsa da, yakın tarihimizin en önemli düşünce adamı ve siyasetçilerinden birisiydi. Özellikle 1960’lara ve 1970’lere damgasını vuran Avcıoğlu’nun tezleri; sol, sosyalist, ulusalcı, jakoben ve kısmen de milliyetçi ve muhafazakâr siyasi akımlarda etkisini günümüze değin şu veya bu düzeyde sürdüre gelmiştir. Halen devam eden ve Türkiye toplumsal formasyonunda derin kamplaşmalara ve yarılmalara neden olan Ergenekon, İnternet Andıcı ve Balyoz gibi davalar, düşünce ve zihniyet düzlemlerinde Doğan Avcıoğlu’ndan derin izler taşımaktadır. 

Avcıoğlu’nun yaşamının önemli dönüm noktaları

1926’da Bursa’da doğan Doğan Avcıoğlu, yüksek tahsili sırasında yurt dışına çıkmış ve Fransa’da sosyal bilimler okumuştur. 1955’de Türkiye’ye dönerek Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde asistan olan Avcıoğlu’nu, hemen akabinde medya alanında görüyoruz. Demokrat Parti’ye karşı yaptıkları amansız muhalefetle sivrilen Ulus gazetesi ile Kim ve Akis dergilerinde yöneticilik ve yazarlık yapan Avcıoğlu; 27 Mayıs darbesinin ardından CHP kontenjanından seçildiği Kurucu Meclis’te anayasa çalışmalarına katıldı. Doğan Avcıoğlu, Mümtaz Soysal’ın da arasında olduğu güçlü bir kadroyla çıkardığı Yön dergisi ve Devrim gazetesiyle ‘Sol – Kemalist – Kuvvacı – Milli Kurtuluşçu - jakoben’ bir yayın politikası izledi. Soğukkanlı bir nazarla mercek altına alındığında, 1961 – 1971 periyodunu domine eden düşünsel aktörlerin başında Avcıoğlu’nun geldiğini görmek mümkündür. Ancak, teori yapmak, tezler üretmek, Türkiye akademyasının görüşlerine değer verilen seçkin bir siması olmak ve fikirlerini toplumla paylaşmak Avcıoğlu’na yetmiyordu. O, aynı zamanda, tezleri, iddiaları, projeleri doğrultusunda Türkiye toplumsal formasyonunu dizayn etmek gibi bir hırs ve arzunun da sahibiydi. Bu arzu ve hırsın tetikleyicilerinden olduğu 12 Mart 1971 muhtırası, Avcıoğlu’nun hayatının son 12 yılını altüst ederken, bir taraftan da bütün bir sol – sosyalist – ulusalcı - kuvvacı cephenin tarumar edilmesine neden olmuştur. 

12 Mart Muhtırası Avcıoğlu’nun siyasal etkisinin kırıldığı bir dönüm noktasıydı

Avcıoğlu; 27 Mayıs darbesinin de en önemli kurmaylarından olan Korgeneral Cemal Madanoğlu’nun liderliğinde, 1960’ların sonuna doğru kurulmuş olan sol Kemalist, Kuvvacı, ulusalcı bir cuntanın ideolojik, siyasi, entelektüel ve moral destekçisiydi. Söz konusu sol cuntanın 9 Mart’ta yapmayı plânladığı askeri darbe, bir üyesi olan Korgeneral Atıf Erçıkan tarafından deşifre edilince, takip eden gelişmeler, onların plânladıklarının tamamen aksi istikametinde seyretmişti. Ordu içindeki sağ bir cunta, başta genelkurmay başkanı ve 9 Mart cuntasının üyesi olan Faruk Gürler ve Muhsin Batur da dahil olmak üzere, bütün komuta kademesinin desteğini alarak TSK’ya 12 Mart muhtırasını verdirtti. Bunun sonucunda ortaya çıkan manzara, 9 Martçılar için tam bir trajediydi.  İktidara gelmeyi bekleyen cuntacılar, zindana atılmışlar ve ağır işkencelere maruz kalmışlardı. TSK’nın 12 Mart müdahalesi, Doğan Avcıoğlu’nun da cezaevine düşmesine ve siyasetteki ağırlık ve önemi bütünüyle kaybetmesine neden olmuştur. 

Avcıoğlu siyasete küsüyor ve kendisini akademik çalışmalara veriyor

Cemal Madanoğlu liderliğindeki cuntanın ideolojik ve düşünsel beyni olan Avcıoğlu’nun, bu durum delillerle sabit olmasına karşın, ‘kazanan’ 12 Mart cuntasının en önemli liderlerinin bazılarının aynı zamanda ‘kaybeden’ 9 Mart cuntasının da elebaşı olması sayesinde, 1973’de ‘beraat ettirilmesi’, onun, hayatında yeni bir sayfaya başlamasına neden oldu. Bu ‘yeni sayfa’, son 20 yılın en güçlü kanaat önderlerinden olan Avcıoğlu’nun çektiği büyük sıkıntılara sahne olmuştur.  Avcıoğlu, tahliye olduktan sonra, öleceği 1983 Kasım’ına değin siyasete bütünüyle uzak durmuştur. Bunda, 1970’lerin dominant siyasi trendlerinden olan Ecevit – ‘Karaoğlan’ rüzgârıyla, TSK’ya eleştirel yaklaşan dönemin hakim sosyalist paradigması belirleyici olmuştur. Bu yıllar, aynı zamanda da, Avcıoğlu’nun fikirlerini kitaplaştırmak konusunda en verimli olduğu dönemi oluşturur. 

Avcıoğlu’nun eserleri

Doğan Avcıoğlu’nun kitapları, yayın sırasına göre şöyledir: Türkiye’nin Düzeni(1968, 1969 Yunus Nadi Ödülü kazandı), 31 Mart’ta Yabancı Parmağı (1969), Devrim Üzerine (1971), Milli Kurtuluş Tarihi (3 cilt, 1974 – 1975), Türklerin Tarihi (5 cilt, 1978 – 1982), Devrim ve Demokrasi (1980). Yayınlanmış kitaplarının yanı sıra, Avcıoğlu’nun, 1956 – 1983 döneminin dergi ve gazetelerinde kendi adıyla, isimsiz olarak, ya da müstear isimlerle çıkmış olan binlerce makalesi ve incelemesi bulunmaktadır. Bunlar, üzerlerinde çalışarak, kamuoyuyla kitap formatında buluşmayı bekleyen çok büyük bir külliyat oluşturmaktadır. 

İnsan düşmeye görsün, dost bildikleri bile döner sırtını!

Avcıoğlu’nun 1974’de yaşadığı bir olay, siyaseten ‘istenmeyen adam’ ilân edilenin, toplumda nasıl da adeta cüzamlı muamelesi gördüğüne ibretlik bir örnek teşkil etmektedir. Avcıoğlu, çok önem verdiği Milli Kurtuluş Tarihi kitabının ilk 2 cildini tamamlayınca, bastırmak için çoğu yakın dostu ve arkadaşı olan Babıali’deki, yayıncıları ziyaret eder. Ancak, bu temaslarının sonucu büyük bir hüsrandır. Yayıncıların büyük kısmı, 12 Mart muhtırası öncesinde önünde eğildikleri Avcıoğlu’nun, bu yeni dönemde, bırakın kitabını basmayı, onunla görüşerek aynı kareye girmekten bile kaçınmışlardır. Zira, o sıralarda sol entelijansiya; askeri darbe, muhtıra, cunta gibi demokrasi dışı müdahalelerle siyasetin ve toplumun dizayn edilmesine şiddetle karşı çıkan Ecevit tarafından domine edilmektedir. Babıali turundan eli boş dönen Avcıoğlu, söz konusu kitabının ilk baskısını, borç bularak kendisi yapmak zorunda kalacaktır. 

Avcıoğlu’nun fikriyatı 2011 Kasım’ında Türkiye ve dünyaya ne söylemektedir?

Avcıoğlu, bir yaklaşıma göre Kemalizmi sosyalizmle, bir diğerine göreyse sosyalizmi Kemalizmle harmanlamıştır. İlkinde Kemalizm, ikincisinde ise sosyalizm vurgusunun baskın olduğu bu ‘sentez’i, ‘Sol Kemalizm’ olarak vasıflandırmak yanlış olmaz diye düşünüyorum. Türkiye’ye ve dünyaya dair yapılacak olan okumaları zenginleştireceğine inandığım için, önce Avcıoğlu’nun siyaset, ekonomi, tarih ve toplum görüşlerini en temel kontürleriyle aktaracak; ardından da bunlara dair olan eleştirileri paylaşacağım. Doğrudan yazdıklarından, dolaylı olarak söylediklerinden ve satır aralarında gönderme yaptıklarından hareketle, Avcıoğlu ana hatlarıyla:

‘Mustafa Kemal ve arkadaşlarının yaptıkları burjuva demokratik devrim, iç ve dış şartlar yüzünden tamamlanıp bir üst aşamaya evrilememiştir. Bu tamamlanamamışlık, feodalizmin, yani toprak sahipliğindeki ağalık, şeyhlik, şıhlık düzeninin tasfiye edilemediği ve ciddi bir milli burjuvazi oluşturulamadığı şeklinde okunabilir. Bu okumanın doğal bir sonucu da, Türkiye’yi sosyalizme taşıyacak toplumsal dinamiklerin serpilip gelişemediğini teslim etmektir. Ülkemizdeki burjuvazi; emperyalizme bütünüyle ve göbekten bağlı olan, gayrı-milli, komprador, işbirlikçi, feodalizmle müttefik halinde davranan, üretmeyen, montajcı, asalak ve halkın çıkarlarına karşı politikalar izleyen bir mahiyettedir. Milletin büyük kısmı ağalık, şeyhlik, şıhlık ve komprador burjuvazinin tesiri altında davranmakta, ülkenin gerçeklerinin icap ettirdiği siyasi tavırları alamamaktadır. Uluslar arası emperyalist sistem, komprador burjuvazi-toprak ağası-şeyh-şıh ittifakını desteklemektedir. Bu yapı, dinin ukdesinde barındırdığı kutsal değerleri de büyük bir maharetle kullanarak, yoksul emekçileri ve geniş halk yığınlarını rahatlıkla maniple etmekte ve bu sayede zahmetsizce yönetmektedir. Parlamenter demokratik düzen, sistemin efendilerinin kontrolünde olduğundan, yurttaşların oylarıyla bu sistemi değiştirmelerine imkân yoktur. Bu yüzden de, ülkemizde seçim denilen hadise, bir aldatmacaya dönüşmekte ve basit bir tuluattan, sıradan bir şovdan öteye geçememektedir.

Türkiye, yaşadığı bütün olumsuzluklara karşın, son 150 yıllık tarihinde, olan bitenlerin farkında olan bir ‘asker-sivil aydın zümre’, bir ‘zinde kuvvetler’ bloğunu yaratmasını da bilmiştir. 1. Meşrutiyet, 2. Meşrutiyet, İstiklâl Harbi, Kemalist Devrimler ve 27 Mayıs işte bu ‘zinde kuvvetler’in eseridir. 1970’lerin başındaki Türkiye’de, asker-sivil aydın zümrenin yapması gereken, kendisini var eden 150 yıllık geleneğin şuurunda davranmak ve ‘halk için, halka rağmen’ davranan ataları gibi, TSK’yı ‘kılıcını atmaya’, yönetime el koymaya ikna etmek, ikna olmuyorsa da mecbur etmek olmalıdır. Yönetime el koyacak olan TSK, 27 Mayıs’ta yaptığı hatayı asla tekrarlamamalı, göstermelik parlamenter demokrasiyi uzunca bir süre rafa kaldırmalıdır. Uzun süreden kasıt, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının tarihsel zorunluluklar yüzünden yarım bıraktığı burjuva demokratik devrimin tamamlanmasına, ardından da bir üst aşamanın, yani sosyalist toplumun inşa edilmesine yetecek bir sürenin geçmesidir. Bütün bunlar, uluslar arası kapitalist-emperyalist sistemin çıkarlarıyla temelden çeliştiği için, ‘asker – sivil aydın zümre’, başta ABD olmak üzere, NATO ile çatışmaya girmeyi de göze almalıdır. Bütün bu sürecin, ‘Milli Demokratik Devrim’ diye nitelenmesi mümkündür. Söz konusu devrimin, 2. İstiklâl Harbi mantığı ve ruhu içinde yürütülmesi, başarılı olması bakımından elzemdir’ görüşlerini savunmuştur. 

Avcıoğlu’nun, halktan umudunu kesmiş bir jacoben, gözü kara bir ‘çağdaş ittihatçı’ idi

Yukarıda kabaca özetlemeye çalıştığım görüşlerin halkçılıkla, devrimcilikle, solla, sosyalizmle uzaktan yakından alâkası olmadığı aşikârdır. Avcıoğlu, halktan, halkın sağduyusundan, halkın kendisi için iyi olanı seçebileceğinden zerrece ümidi olmayan bir tepeden inmeciydi. O; Jön Türkler – İttihadı Terakki – Halaskâran Zabitan – 27 Mayıs – Talat Aydemir - 12 Mart – 12 Eylül – 28 Şubat – 27 Nisan jakoben zincirine 1960’ların sonunda eklenmiş olan oldukça önemli bir halkaydı. Avcıoğlu’nu bu zincir içinde önemli ve özel kılan, ideoloji üretmesi, darbelere ve müdahalelere teorik zemin oluşturmasıydı. Onun TSK’nın genetik kodlarına, Türkiye entelijansiyasının müşterek belleğine ve Türkiye toplumsal formasyonunun bilinçaltına ektiği fikirler, orduya; kuşaklar boyunca ‘kışlasından çıkarken’ ihtiyaç duyduğu meşruiyet zeminini sağlamıştır. Doğan Avcıoğlu teorileriyle, en çok da Türkiye sosyalist hareketine zarar vermiştir. Başta Türkiye İşçi Partisi olmak üzere, çok sayıda sol-sosyalist fraksiyon; Türkiye’de devrimci bir dönüşüm için işçiler, köylüler, küçük burjuvazi, milli burjuvazi, öğrenciler ve işsizler gibi sınıf ve kesimler içinde çalışmak gerektiğine işaret edip bunun gereklerini yapmaya çalışırken, Avcıoğlu bütün bu gayretleri gereksiz görmüş, küçümsemiş, aldatmaca addetmiş ve inkâr etmiştir. Onun, Türkiye’nin ve insanımızın kurtuluşunu ‘ordunun kılıcını atması’na endekslemesiyle; ‘zinde kuvvetler’ ve ‘asker-sivil aydın zümre’ şeklindeki ‘devrimci ittifaklar politikası’ temelinde şekillenen mücadele hattı, Türkiye sosyalist hareketindeki pek çok  samimi unsuru tesiri altına alarak sosyalist mücadeleden koparmıştır. Yeri gelmişken, şu hususa da vurgu yapmak faydalı olacaktır. Deniz Gezmiş ve arkadaşları da Avcıoğlu’nun tesiri altında yurtsever-devrimci unsurlardandı. 

Avcıoğlu çoktan unutuldu, görüşleri ise, ona nispet edilmese de yaşamaya devam ediyor

TSK’nın, kendisine içselleştirdiği devrimci bir tarihsel öz sayesinde, yarım kalmış Kemalist devrimleri tamamlayabilecek yegâne kuvvet olduğu merkezindeki inanç, 2011 Kasım’ında bile azımsanamayacak sayıda insanımız tarafından büyük bir samimiyet ve kuvvetle benimsenmektedir. Bu yurttaşlarımız, halen devam etmekte olan Ergenekon, Balyoz, İnternet Andıcı gibi davaları siyasal komplolar olarak görmekte, onları bütünüyle AKP iktidarının muhaliflerini tasfiye etmek faaliyetinin işlevsel bir parçası olarak algılamakta ve yorumlamaktadırlar. Bugün Doğan Avcıoğlu’nun neredeyse tamamen unutulmasının üzerinden epeyce zaman geçmiş durumda. Kitapları da eskisi gibi okunmuyor artık. Zira, günümüzün dünya ve Türkiye’si, Avcıoğlu’nun metinlerinde  tartıştığından çok ama çok farklı noktalara gitmiş durumda. Buna rağmen, siyasal atmosferimizde zaman zaman kendisini şu ya da bu sosyal refleksle açığa vuran; özellikle de Silivri’de görülen davalara ‘hayırhah’ yaklaşmayan kesimlerle Cumhuriyet mitinglerine katılanların bir kısmının sosyo-politik davranış patterninde varlığını hissettiren bir ‘politik hayalet’, belli belirsiz bir ‘ruh’ var. Bahse konu o ruh, o politik hayalet; hayatı, mücadelesi, kitapları, eylemleri büyük bir nisyan (unutulmuşluk) dalgasının altında kalmış olan Doğan Avcıoğlu’nun ortaya attığı ve ona nispet edilmedikleri içinde de adeta sahipsiz kalan görüşleridir.

 
Toplam blog
: 297
: 1623
Kayıt tarihi
: 29.08.11
 
 

1958 Fatih / İstanbul doğumlu. Etiler Lisesi ve İTÜ Maden Fakültesi Petrol Mühendisliği Bölümü me..