Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ekim '11

 
Kategori
Aile
 

Ömer, Alexandra, Gamze, Alican, Mennan ve diğerleri...

Ömer, Alexandra, Gamze, Alican, Mennan ve diğerleri...
 

Yalnızlık ömür boyu


Dinlediğim gerçek bir yakın zaman yaşam öyküsünü kaleme almadan edemedim. Yani yazılmalı, bir yerlerde izi kalmalı bu insanların ve yaşanmışlıkların diye düşündüm.

Ömer 11 yaşında 5. sınıfa giden bir oğlan. Babaannesi gelmiş, bir haftadır onlarda. Bir süredir okuldan bir kızla birlikte geliyor eve yürüyerek. Kız biraz daha yürüyor evine gitmek için. Babaannenin tül ardından dikkatini çekiyor bu durum, tebessümle karşılıyor. Annesi Gamze tanıyor kızı: Sınıf arkadaşı Alexandra.

O sabah Ömer okula giderken babaannesinden kaşık börek çorbası yapmasını istiyor. Yapması zahmetli, ama torunun canı çekmiş bir kez; yapmaz mı? Ömer okuldan gelince hemen mutfağa koşuyor; bakıyor ki çorba hazır, küçük bir tencere bulup başlıyor kepçe kepçe koymaya. Alelacele evden çıkmaya çalışırken babaannenin merakını üstünkörü gideriyor: “Alexandra hasta. Ona götürüyorum.”

Gamze birinci sınıfa giden öğlenci oğlunu okula götürmüştür. Dönünce Ömer’i göremez, çorbayı götürüp gelir diye düşünür. Saatler geçer. Ev ahalisi kaygılıdır. Ömer dönmemiştir. Babaanne kızın Ömer’den ayrıldıktan sonra gittiği yanı göstererek oralardaki bir bakkala kızın evini sormasını önerir Gamze’ye. O da öyle yapar. Bakkal evi tarif eder.

Tarif edilen ev sahile yakın görece şık bir apartmanın dördüncü katındadır. Hava soğuktur ama o kattaki dairelerden birinin pencereleri ardına kadar açıktır. Tahmini olarak zillere basar, dış kapı açılmaz. Binadan biraz uzaklaşarak “Ömeeer!” diye bağırır birkaç kez. Çok dikkat çekmekten de çekinir aslında. Ya bakkal evi tam bilmiyorsa veya kendisi yanlış anladıysa?! Sonra açık pencerelerden birinden usulca bir kafa görünür: Ömer... “Çabuk basın otomatiğe!”

Apartmanda ağır bir koku vardır. Yukarı çıktıkça kokunun şiddeti de artar. Açık olan kapıda Ömer ve Alexandra beklemektedir. Gamze tam oğluna çıkışmaya hazırlanırken yüzüne sıcak bir dalga çarpar. Kırk derece mi dese, elli mi. Pencereler açık olmasına rağmen hamam gibidir içerisi. Eve girmek ister, ama Alexandra gönülsüzdür içeri girmesine. Ama Gamze cevval kadın, bakar mı çocuğun ne istediğine. Hemen kombiye yönelir, basınç üç buçuğa çıkmıştır, yani patlamaya ramak kalaya. Hemen şalteri kapatır.

“Kızım neden bu kadar çok yakıyorsunuz?”

“Eeee, babam böyle bıraktı giderken, ben de bilmiyorum nasıl ayarlanacağını.”

“Baban nerde?”

“Bize ekmek parası kazanmaya gitti.”

“Ne zaman gitti?”

“Üç gün oldu.”

“Ne zaman gelecek?”

“Bilmiyorum.”

Sonra evin içler acısı halini fark eder: Her yanda kış olmasına karşın koca koca böcekler dolanmaktadır. Üstünü yemyeşil bir tabakanın kapladığı patates kızartması tabağı, yerlerde kurtlanmış salam, sosis parçaları, kokmuş sütler, yoğurtlar, katılaşmış ekmek parçaları, küflenmiş yemek artıklı tabaklar evin geneline yayılmış vaziyettedir. Kirden çamur rengine dönmüş yer karoları, ayak basacak veya oturacak yer olmamacasına bir dağınıklık, rengi koyu griye dönmüş tüller ve daha neler neler.

“Kızım sen üç gündür tek başına mısın burada?”

“Hayır, kardeşim de var.”

“Kardeşin mi? O kaç yaşında?”

“Birinci sınıfa gidiyor. Ali Can.”

“Ama sen sabahçısın, o öğlenci. Nasıl hazırlanıyor?”

“Kalkıyor işte, önlüğünü giyiyor, kahvaltı ediyor, gidiyor.”

“Yavrum o kadar çocuk, kendi kendine hem de bu ortamda ne yer, ne içer? Okul çok uzak, tek başına nasıl gider?”

“Gidiyor.”

“Sen bir de hastasın.”

“Pencereleri kapatınca çok sıcak oluyor, nefes alamıyorum. Ama açınca da soğuk da geliyor. Ondan oldu her halde.”

“Annen yok mu senin?”

“İtalya’da. Vize sorunu var. Halledince gelecek.”

“Siz ne yiyip ne içiyorsunuz? Dur şu buzdolabına bir bakayım.”

“Bakmayın. Bizim her şeyimiz var. Babam bize alıyor. Paramız da var.”

Buzdolabının hali de evin halinden farklı değildir. Gamze ne yapsın şimdi? İki çocuk bu evde ne yapar? Alıp evine götürse... sahipli çocuklar... Kaçırdı diye babası şikayet ederse?... Ama bu halde de nasıl bırakılır? Offff, ne yapmalı?

Kapıcıya gider:

“Siz bu evde iki çocuğun tek başına yaşadığını biliyor musunuz?

“Babaları var. İşe gidiyor bazen.”

“Kokuların farkında değil misiniz? Kombi patlamak üzereydi, havaya uçacaktı bütün apartman.”

“Ben ne bileyim abla.”

Karşı komşuya gider:

“Siz bu evde iki çocuğun tek başına yaşadığını biliyor musunuz?

“Evet, çorba verdim ama kız istemedi. Hiçbir şey istemiyor zaten. Babaları kimseden bir şey almayın demiş.”

“Babaları gelene kadar evinizde misafir etmeyi düşünmediniz mi?”

En iyisi eşiyle konuşmak, diye düşünür Gamze. Ömer’i alıp ağlaya ağlaya kendi evinin yolunu tutar. Eşi Mennan “hemen al gel çocukları ne ağlayıp duruyorsun” demektedir. Ama ya suçlu konuma düşerlerse? Ne yapmalı? O anda aklına okul aile birliği üyesi olarak geçenlerde ziyarete gittiklerinde kaymakamın söylediği söz gelir: “Çevrenizde yardıma muhtaç, zor durumda birileri olduğunda bize haber verin.” Hemen kaymakamı arar.

Kaymakam yarım saat içinde bir sosyal hizmetler sorumlusu, bir sağlık görevlisi ve kaymakamlık personelinden oluşan üç kişilik bir ekibi gönderir Gamze’nin evine. Çocukların evine giderler hep birlikte. O sırada Alican da gelmiştir okuldan. Alican dört kişinin bacakları arasında dolanır bir süre, sonra Gamze’ye bakar, elini uzatır: “Merhaba, ben Alican” / “Merhaba, ben de Gamze”... Tokalaşırlar.

Sağlık görevlisi evdeki kokunun bozulmuş gıdalardan çıkan gazdan kaynaklandığını ve çocukların bu ortamda yaşamalarının tehlikeli olduğunu söyler. Durumu kaymakam beye iletirler. Babanın telefonu kapsama alanı dışındadır. Gamze’nin çocukları alma talebini ve fakat çekinceleri olduğunu aktarırlar. Kaymakam garanti verir. Çocuklar okul malzemelerini, giysilerini alır, evden ayrılırlar.

Ömer ve kardeşi Yağız evde artık sadece kendilerinin nazının geçmeyeceğini çocuksu hisleriyle anlarlar, ama arkadaşları artık yanlarındadır, birlikte oyun heyecanı galip gelir, şimdilik her şey yolundadır.

Alexandra gece üstünü örtmeye gelen iyiliksever teyzeye “Bu gece üşümeden uyuyabileceğim, ne güzel. Evde kombi yanıyordu ama nefes alamadığım için pencereleri açıyordum, o zaman da üşüyordum” dediğinde, Gamze kızın yanağına bir öpücük kondurur ve odasına gider, verdiği kararın iç rahatlığıyla yastığa başını koyar.

Sonraki gün Gamze ücretini daha sonra babadan alacağı bir temizlikçi kadın tutar, iki gün çalışır kadın, çoğu kere kusar, ama pes etmez, işine devam eder, ev cillop gibi olur.

Artık iki çocuklu aile, dört çocukludur. Hem de iki ikiz çocuk sahibi bir aile: İki beşinci sınıf, iki birinci sınıf öğrencisi. Ödevleri, veli toplantıları, uyumaları uyanmaları, giyinmeleri, okul yetişmeleri, okuldan gelmeleri, yemekleri, ütüleri, banyoları, masrafları her şey ikiye katlanmıştır. Zordur bütün bu işlerin üstesinden gelmek ama eğer vicdanından beraat etmemişse insan yapılması gerekeni yapmalıdır.

Günler birbirini kovalar ve yaklaşık bir hafta geçer. Bu arada baba ile irtibat kurulmuş ve çocukların emin ellerde oldukları konusunda teminat verilmiştir.

 Alican, ah Alican... Nasıl da gönül bağı kurmuştur Gamze teyzesiyle. “Siz annem kadar güzelsiniz, sizi annem kadar çok seviyorum, artık geceleri korkmuyorum” sözleri ile başlayan birliktelik, ilk geldikleri gün ilk yemekte ekmek banarak yedikleri makarnadan sonra yerini bambaşka şeylere bırakmıştır.

Bir haftanın sonunda baba seyahatten döner ve ilk tanışma gerçekleşir. Bir veterinerdir Yavuz Bey. Kendi işini kurmuş, düzgün bir adamdır. Yaşları 11 ve 7 olan iki çocuk sahibi olmak için epey geçkindir (68) ve düzensiz hayatlarının temel sebebi de bu yaş faktörü gibi görünmektedir. Edebiyat ve sanat çevreleriyle de içli dışlı olan baba ellili yaşlarda gönlünü Romanya vatandaşı Elena’ya kaptırır. Önceki evliliğinden olan yetişkin, meslek sahibi iki çocuğu durumu kabullenemezler ve babalarıyla ilişkilerini keserler.

İstanbul’da yaşayan sıra dışı çiftin iş güç durumları iyiyken krizden onlar da nasiplenirler. Önce ayrı yaşamaya başlar, sonra da boşanırlar. Yavuz Bey tek başına bir erkeğin yaşam biçimini sürerken, Elena çocuklarıyla yaşamaktadır. Bir fabrikanın yemekhanesinde çalışmaya başlar. Şanssızlık bu ya, işyerinde bir cinayet işlenir ve polisin olay yeri incelemesinde Elena’nın çalışma izni olmadığı ortaya çıkar, hemen sınır dışı edilir. Yavuz Bey çocuklarla baş başa kalır. İstanbul’da insanın başını sokacak bir yerin kirası bile ateş pahasıdır. Bunun üzerine yaşaması görece daha kolay, işini de idame ettirebileceği bir yere gelmeye karar verir. Türkiye’nin en küçük ilinin, il merkezine en yakın ilçesine gelirler hep beraber.

Yaz biter, okullar açılır. Elena’nın evinden çocukları apar topar alırken yazlık kıyafetlerle almıştır. Soğuklar başlamasına karşın çocuklar önlük içine ince tişortlar, altına ince pantolonlar giyerek okula gitmektedirler. Yavuz Bey, geliştirdiği yeni ürünü hayvancılığın olduğu bölgelere pazarlama amacıyla sık sık şehir dışına çıkmaktadır. Son keresinde çocuklara göz kulak olması, evi temizlemesi için bir kadından ricacı olmuş, hatta ödeme de yapmıştır. Ama kadın parayı almasına rağmen sorumluluklarını yerine getirmeyip çocukları o evde o şartlarda yaşamaya bırakmıştır. Çocukların anneleriyle birlikte olmaları şarttır. Eğitimlerini verebilecek ama bakımlarını yapamayacaktır çünkü. Elena’nın vize alması için yeniden evlilik başvurusunda bulunur. Bir aya kadar vize alabileceği söylenir kendisine. Bu arada Elena da İtalya’daki sokak pazarlarında Türkiye’de öğrendiği goblen üzerine boncuk işlemeli tekstil ürünleri satmaya başlamıştır. Telefonla ulaşılabilmektedir. Velhasıl bu geçici bir süreçtir. Çalışmak zorundadır. Yatılı bir kadın bulmak istese en az 750-800 TL ödemesi gerekecektir ama buna bütçesi uygun değildir. Diğer yöntemi denediğindeki sonucu Gamze ve Mennan bizzat yaşayıp görmüşlerdir. Acaba Gamzelere ödeme yapsa bu süre zarfında???

“Hayatta olmaz. Biz insanlık görevimizi yapıyoruz. Kap kaynıyor zaten.”

“Ama böyle de olmaz.”

“Geçici bir süre diyorsunuz. Bir ay göz açıp kapayıncaya kadar geçer.”

“Orası öyle ama... Hiç olmazsa erzak alışverişini kabul edin.”

“Tamam ama abartmayacaksınız. Sadece çocukların okula giderken yanlarına alacakları şeyler.”

Yavrular annelerine kavuşacakları günü iple çekmektedirler. Bürokrasiye gelip dayanmıştır ana şefkati. Bir dizi resmi kâğıdın arasında gizlidir temiz bir ev ve birkaç lacivert takım elbiseli adamın atacağı imzadadır bir kap sıcak çorba içme özlemi...

Beklemek gerekiyordur sabırla, beklemek ve bu arada o iki çocuğa bunu hissettirmemek. Babanın yapabileceği bir şey değildir bu ve ne yazık ki Gamze üstlenmiştir bütün kırık kaldırım taşlarındaki boşluğu doldurma görevini...

Bir ay olur iki ay, iki ay. Emniyetten bir ara ifadeye çağrılmıştır Yavuz Bey. Evlilik talebinin doğruluğunu teyit amaçlıymış. İfade tutanağını görür Gamze. İnanır sürecin işlediğine. Devam eder dört çocuğa bakmaya. Mennan memur maaşıyla zaten birkaç ay geriden gelen bütçesiyle evi sıcak, aşı kaynar koymaya. İki çocuğun ödeviyle ilgilenirken dördünün ödevine göz kulak olmaya. Okuldaki veli toplantılarına da Gamze gitmektedir zaten. Okulun aile birliği üyesi olarak öğretmenlere de serzenişte bulunmayı ihmal etmez. Hiç mi görmemişlerdir bu çocukların ayaklarındaki yazlık ayakkabıları, diğer öğrencilerin içinde kazak varken bunlarda tişort olduğunu? Aç gezdiklerini?

Gamze 17 Ağustos depreminde ailesinin hemen tümünü kaybettikten sonra uzun bir toparlanma süreci yaşamış, kendini ailesine ve dostlarına adamış bir kız. Mennan’la yaş farklarına rağmen özellikle ideoloji ve vicdan zeminine oturmuş uyumlu bir evlilikleri var. Gelenleri gidenleri bol.

Eve konuk geldiğinde Alican’ın zarafetle gelip her birinin tek tek elini sıkması, kendini tanıtıp, yine sessiz şekilde iyi akşamlar dileyip gidişi herkesi şaşırtır. Gamze şaşıranlara onu anlatmaya devam eder:

“Üç aydır bizimleler, Alican bize hala “siz” diye hitap ediyor. Bir kere bile ağzından “sen” çıkmadı. Okuldan gelir, önlük hemen çıkar askıya asılır, gece olduğunda sabahtan yastığın altına konmuş pijamalar yerinden alınır, sabah aynı şekilde okula gitmeden önce jilet gibi katlanıp yastığın altına konur. Ödevler söylenmeden yapılır. Her yemekten sonra teşekkür edilir. Bu çocuk büyümüş de küçülmüş sanki. Bir bizim Yağız’a bakıyorum, bir de Alican’a... Bunlar aynı yaştalar, şaka gibi. Alexandra biraz dağınık, ama o da çok terbiyeli. Baba iyi eğitmiş belli, ama işte şartlar... Zaten Alican daha yuvaya giderken Romen devleti yurtdışına çıkmasın demiş zekâsından ötürü. Beyin göçü olur diye.”

İki ay olur üç ay. Ömer ile Yağız’ın, özellikle de Ömer’in psikolojisi değişmeye başlamıştır. İkide bir “ben evi terk ediyorum” demeye başlamıştır. Zaten oldu olası değişik bir çocuktur o. İki yaşındayken soğuk algınlığı nedeniyle hastaneye gittiklerinde, doktorun emziğin de hastalığı çağırmış / uzatmış olabileceğini Ömer’in duyabileceği bir ortamda söylemesi üzerine emziği bırakmış bir çocuk. Birkaç ay önce hastanede kan vermesi gerektiğinde ortalığı ayağa kaldıran, yiğitliğe halel getirmemek için “ben kormuyorum, sadece sosyal haklarımı biliyorum, kanımı sömürtmem size” diyen bir velettir. Harçlıklarıyla bakkaldan jelibon almak yerine saksı çiçeği, kaktüs alıp bakan bir çocuktur. Zaten Alexandra’ya çorba götürmesiyle başlamamış mıydı her şey? Şimdi de istemiyordur işte bu durumun sürmesini.

 Gamze sonunda Ankara’dan Elena’nın vize takibini yapması için Kaymakam’a ricacı olmaya gider. Kaymakam sinirlenir. “Ben böyle bir şeye aracı olmam” der, “kim olduklarını işlerinin aslını astarını ne sen biliyorsun, ne de biz. Ben babayla konuşmuştum, bir ay içinde bu işe bir hal çaresi buldun buldun, yoksa alırım çocukları demiştim” .

Kaldırır telefonu ve SHÇEK müdürünü arar, çocukları alma talimatı verir. Gamze şaşkın şekilde çıkar odadan.

Hükümet Konağı’na, Mennan’ın yanına gider. Olanları anlatır. Çocuklar bir kez çocuk esirgemeye girdi mi çıkarması çok zor. Bir yığın ispat, koşul istenecek. Bu çocuklar evet zor durumda ama sahipsiz değil, anne de baba da seviyor çocuklarını ve vazgeçmiş değiller onlardan. Ah ya, keşke hiç çıkmasaydı Kaymakam Bey’in yanına... Ne yapmalı?

Yavuz Bey’i ararlar. Sonra da Elena’yı. Sömester tatili yaklaşmıştır ama bekleyecek zaman yoktur. Yavuz Bey her şeyi bırakır gelir hemen. Elena’da İtalya’dan ayrılır. Bulgaristan sınır kapısında çocukları Elena’ya vereceklerdir. Elena çocukları alıp Romanya’nın bir dağ köyünde yaşayan pek de iyi geçinemediği annesinin yanına götürecektir. Orada ilk evliliğinden olan 16 yaşındaki serseri olmasına ramak kalmış büyük oğlu da yaşamaktadır. Kendisi yine para kazanmak için İtalya’ya dönecektir.

Sınıra geldiklerinde Alican babasından telefonunu ister. Çevirdiği öğretmeninin numarasıdır: “Öğretmenim, ben sınırdayım şimdi, sizinle vedalaşamadık. Ben gidiyorum.”

Karne günü sınıf birincisi olarak Alican’ın adı okunduğunda Gamze kalkar yerinden... Öğretmenle sarılırlar birbirlerine. Gözlerindeki yaşlar tarifi imkânsız duyguların dilidir.

 
Toplam blog
: 16
: 688
Kayıt tarihi
: 03.07.11
 
 

Kırkaltı yaşındayım ama hala yirmilerimde sorduğum sorulara yanıt bulamadım. Mühendislik mezunuyu..