- Kategori
- Gündelik Yaşam
Ömrün eylül vakti
Ömrün payızında sevdim, sevildim,
Ele bilirem ki, ilk baharam men.
Arhanca sürünen gölgenem senin,
Harda karar kılsan orda varam, men
Bahtiyar Vahabzade
Her mevsim, ısısı, rüzgarın esişi, kuşların sesleri, denizin rengi ve dalgasıyla kendine özgü hallerini tüm farklılığı ile yaşatıyor. Eylül de bu farklılıkları belirgin bir şekilde hissettiren, yaşatan aylardan biri. Doğa hayatımızın güzü gibi yorulmuş ama sakinleşmiş ve farkedenler için en güzel hallerini sergilemekte. Biriktirdiklerini, imbiklenmiş duygular gibi nazikçe sunuyor âdeta. Bir fotoğraf makinesi ile her kareyi insan paylaşmak istiyor. Deniyorum; ama kalbimin hissettiklerini bir deklanşöre ve kareye sığdıramıyorum, kalemim yetersiz kalıyor. Gördüklerim ve yaşadıklarım paylaşmaya çalıştıklarımdan çok daha fazla; çünkü beni Mutlak olana yaklaştırıyor.
Farklı kuşlar ötüyor gece ve gündüz bu mevsim. Bazen Ağustos’tan kalma şaşkın cırcır böcekleri şaşırtsa da başka kuşlar da ses veriyor dünyamıza. Bense onların bana söylediklerini dinlemeye çalışıyorum asıl. Bir yandan da çamların kozalakları ve iğneleriyle kendi kendilerine oynaşıyorlar ağaçların dallarında. Ne de olsa hiç susmadan konuşan ama ne dediğini bir türlü bilmeyen beşerlerin gürültüleri çekilmiş yavaş yavaş. Annem her sabah daha yeni süpürmüştüm burayı yine dökülmüş bu yapraklar diye söylense de kuşlar çamın iğneleriyle oynayıp yere düşürmekten zevk alır gibiler.
Ya çiçekler… Yasemen ve melissa her yeni algıladığımı kutlarcasına baygın kokularını salarak kendilerini fark ettirirken, begonviller bahara göre adeta rengârenk ve rengâhenk bir şekilde çıldırmışken, yukalar yeni çiçeklerini açmaya hazırlanırken, mercanlar dökülmeye yüz tutmuşken rüzgâr yarı dalları yarı salıncağa uzanıp kendinden geçmeye hazırlanmış beni hafif hafif okşuyor. Müezzin bile bu öğle ezanını bir başka makamda okudu sanki? Daha üzüm yaratılmadan sarhoş olanlardan olmayı mı seçtim acaba yoksa gerçekten bir olağanüstülük mü var bu demde? Kendi kendimle eğleniyor ve gülüşüyorum.
Sabah gün doğmadan uyanıyorum, yattığım yerden görünen tepenin ardından yayılmakta olan kızıllıkla büyüleniyorum. Yarı uykulu ama hep dilenmekte olduğumuz Tanrı gibi davranmıyorum Güneş’e. Yani ışığını ver, şifanı ver demiyorum. Yaratıcının Güneş aracılığıyla bana gönderdiği şifalı enerjiye, ruhumda yarattığı yükselmeye, huzura ve büyülü anlara teşekkür ediyorum. Aslında doğada bulunan ve bizim faydamıza sunulan yaratılmış herşeye teşekkür ediyorum.
İlişkilerime ve ruh hallerime bakıyorum bir yandan. Biriktirdiklerimi, şimdiye kadar topladıklarımı verme zamanı gelmiş sanki diyorum. Ben bazılarına ne yapsam kendimi beğendiremezken, bazı dostlarımın beni özlediklerini bilmek, ayrılmak istememeleri ve aramaları huzur duygusu veriyor. Şimdiye kadar verdiğim emeklerin boşa gitmediğini anlıyorum; tüm iyi niyetime, çabama rağmen sonuca ulaşamadığım ya da samimi olunamayan ilişkiler, benden uzaklaşanlar kalbimi acıtsa da özgür seçimleriyle başbaşa bırakıyorum; ya aynı kumaştan değiliz ya da aynı frekansta titreşmiyoruz şu an diyerek… Başka âlemlere uğurladığım canlarım, içimi en çok hüzünlendirenler oluyor; zamanı gelip de yere düşen ve sükûn bulan yapraklar gibi görüyorum onları; görevleri bitmiş, başka bir görev için toprağa karışmışlar. Kim bilir ne zaman yeniden can bulacaklar? Özlüyorum ve güzün en baskın duygusu olan hüznü iliklerime dek duyumsuyorum.
Başka bir boyut ekleniyor gözlüklerime sanki bu mevsim. Ya da perdeler mi inceliyor da lâtif hale geliyor bilinmez. Kalbim hem daha yumuşak hem de daha kendine güvenli sezgilerinde. Güneş daha az yakıyor; su daha çok kuşatıyor. Toplanan ürünler kışa hazırlık için saklanıyor. Meğer ne güzel bir yaşmış bu güz diyorum.
Geceler serince. Ama yıldızlar yere yakın ışıklar azaldığında. Elimi uzatsam tutuverecekmişim gibi. Şiir gibi dokunuyorlar yüreğime sanki ışıldayan mücevherler gibi kadife bir kumaşın üstünde. Hele ay dolunsa denizin üstünde yakamozlar dansediyorlar. Güneş gibi ışığıyla yıkıyorum içimdeki tortuları… “Kanlıca’nın İhtiyarları” gibi bu mevsimin müdavimleri de artık yaşları çok genç olmayan emekliler. Ama en güzel sohbetler de bu mevsimde yapılıyor telaşsız, kaygısız, koşturmacasız.
Sonra bir şarkı takılıyor dilime: “Pencerenin perdesini havalandıran rüzgar/ denizleri köpük köpük dalgalandıran rüzgar/ gir içeri usul usul/ beni bu dertten kurtar/ bana esmeyi anlat/ esip geçmeyi anlat/ bana sevmeyi anlat/sevip coşmayı anlat”
Andre Gide “sana coşkuyu öğreteceğim Natalein” derken ve “heryer dışında bir yerde arama Tanrı’yı” derken ben de bu Eylül coşuyorum ve benimle her dilden her yerden konuşan Tanrı’ya teşekkür ediyorum.