Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ağustos '10

 
Kategori
Deneme
 

On altıncı mektup

Ankara, Ocak 2002

Recai merhaba... Karlı, buz gibi soğuk bir Ankara’dan yazıyorum sana. Dün akşam kitapçıları dolaşıyorum. Her yaştan insan var. Çoğu soğuktan korunmak için orada. Bir kısmıysa dergileri, kitapları karıştırıyor. Birkaç dergiyi karıştırdım, birini alıp kasaya yöneldim... İki buçuk milyon, dedi kasadaki görevli. Oysa bir önceki sayısı bir milyon üç yüz elli bin liraydı. Derginin bunca pahalı olmadığı günlerde 7–8 dergi alıp eş-dost, arkadaşlara dağıtırdım. İnsanlar okudukça ben mutlu olurdum. Geçmişe dönüp baktığımda şunu görüyorum: Radyo günlerimde en çok istekle, keyif alarak çalıştığım dizi, “Kitaplığımızdan Seçmeler”. Dayanamayıp cebimdeki son parayı da verdiğim durumsa, birinin çıkıp çocuğuma defter-kitap alacağım demesi... Yoksul yaşadığım dönemler oldu ama bankerlere, batan bankalara para kaptırmadım, borsadaki iniş çıkışlarla ilgilenmedim. Çünkü asla artan, biriktirmem gereken param olmadı. Peki, pişman mıyım?... Yeniden başlasam daha kolay ve çok para kazanacağım bir meslek seçer miyim?... Asla!... Yine öğretmenliği seçerim, yine radyo-televizyon programcısı olarak çalışırım... *** Kızılay yöresinde ayağı kayan düşüyor. Kimi bunu bir oyuna dönüştürüyor, gülüyor. Kimileriyse, canı acıdığından olmalı, bağırıyor, çığlık çığlığa ağlıyor... Bu havalarda toplu taşım araçları daha güvenli olduğundan otobüsle eve yöneliyorum. Yol boyunca elimdeki dergiyi karıştırıyorum. Yazıların çoğu yüzeysel, kimilerindeyse inanılmaz dizgi yanlışları var. Öyle ki, yaşamı boyunca hep Anadolu’yu, Anadolu insanını anlatan, onun şiirini yazan bir ozan bu yanlışlık sonucu Avrupa’yı anlatan şiirler yazan biri oluyor...

Otobüsten indim, İstanbul yolundan Batıkent’e yürüyorum. Az sonra önümde yürüyen bayanın ayağı kayıyor, düşüyor. Kadın boylu boyunca yerde, göz açıp kapayıncaya değin kısa bir sürede oldu bu. Yanına koştum. Kalkmasına yardım ettim. Bir süre yürüyemedi, ambulans istemedi. Aynı yöne gideceğimizi öğrenince çok sevindi: —Kolunuza girebilir miyim? Böyle bir durumda bundan daha doğal ne olabilir ki?.. İzmirliymiş. Köşedeki hiper markette çalışmak için Ankara’ya gelmiş. Buraya gelmeden önce birkaç yıl çalıştığı İstanbul’u sevmiş ama Ankara’yı sevmemiş... *** Geçen gün arkadaşlarla yine senin kulağını çınlattık Recai. Bütün arkadaşlar senin buralarda iyi bir yerde sergi açmanı çok istiyor, bunun için çaba gösteriyor. İlgililerse, fotoğrafla, videobantla karar verilemeyeceğini, en az bir tablonu görmeleri gerektiğini söylüyorlar... Günümüzde sanata gereken önem verilmeyince sanatla uğraşanların sayıları da giderek azalıyor. Oysa geçmişte milletvekilleri sanatla uğraşan insanlardı. Şöyle de söylenebilir bu: Sanatla ve benzeri etkinliklerle uğraşan, çalışkan, üretken insanlar ancak milletvekili olabilirdi. İşte o günlerin milletvekilleri ile kimi ürünlerini gösteren bir sayfa... Pop şarkıcısı Mirkelam'ın dedesi Necip Mirkelamoğlu milletvekili idi ve yüz dolayında bestesi var. “Sen bezmimize geldiğin akşam seher olmaz.” diye başlayan şarkının sözleri ve bestesi Hasan Âli Yücel’in. Atatürk'ün silah arkadaşlarından Kazım Karabekir'in de bir bestesi var: “23 Temmuz Kongre Marşı”. Kim, ne zaman, nereden milletvekili seçilmiş? Bunlara ve birkaç ürününe bakalım... Ahmet Rasim, 1927 İstanbul, Gecelerim, Şehir Mektupları, Ülfet, Gülüp Ağladıklarım, Falaka... Yahya Kemal Beyatlı, 1923–26 Urfa, 1935–46 Tekirdğ ve İstanbul, Aziz İstanbul, Eğil Dağlar, Kendi Gökkubbemiz... Ahmet Hamdi Tanpınar, 1942 Maraş, Bütün Şiirleri, Beş Şehir, Huzur, Mahur Beste... Kemalettin Kamu, 1939 Rize, 1946 Erzurum, Şiirleri ölümünden sonra bir kitapta toplandı. Rüştü Şardağ, 1983 İzmir, Klasik Şiirimiz, Edebiyatımızda Vatan Duygusu, Şair Sultanlar... Yılmaz Öztuna, 1969 Konya, Türkiye Ansiklopedisi, Türkiye Tarihi... Ahmet Kutsi Tecer, 1941 Adana, 1942, 1946 Urfa, Şiirler, Köylü Temsilleri, Köşebaşı, Koçyiğit Köroğlu... Aka Gündüz, 1932–1946 Ankara, Bozgun, Türk Kalbi, Kurbağacık, Mavi Yıldırım, Dikmen Yıldızı... Falih Rıfkı Atay, 1923 Bolu, Bizim Akdeniz, Zeytindağı, Atatürk’ün Bana Anlattıkları, Çankaya... Halide Edip Adıvar, 1954 İzmir, Ateşten Gömlek, Vurun Kahpeye, Sinekli Bakkal, Mor Salkımlı Ev... Hamdullah Suphi Tanrıöver, 1927 Saruhan, 1920 ve 1925’de Maarif Vekili, 1946–57 İstanbul, Dağ Yolu, Günebakan. Hüseyin Rahmi Gürpınar, 5., 6. Dönem Kütahya, Mürebbiye, Nimetşinası, Şıpsevdi, Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç, Gulyabani... İsmail Hakkı Baltacıoğlu, 1939–46 Afyon, Yalnızlar, Türke Doğru, İnanmak, Kafa Tamircisi... Mehmet Emin Erişirgil, 4, 5, 6. Dönem Urfa, 7. Dönem İstanbul, Filozofiye Başlangıç, Kant ve Felsefesi, Merak ve Dikkat, Ziya Gökalp... Memduh Şevket Esendal, 1930 Elazığ, 1932, 1946 Bilecik, Ayaşlı ve Kiracıları, Temiz Sevgiler, Ev Ona Yakıştı... Nadir Nadi, 1950–54 Muğla, Sokakta Gürültü Var, Uyarmalar, Perde Aralığından, Olur Şey Değil... Fuat Köprülü, Kars 1934, İstanbul 1946, Türk Edebiyatı Tarihi, Millî Tarih, Bugünkü Edebiyat, Edebiyat Araştırmaları... Ömer Asım Aksoy, 1935–1950 Gaziantep, Tanıklarıyla Tarama Sözlüğü, Derleme Sözlüğü, Dil Üzerine Düşünceler, Atasözleri Sözlüğü... Reşat Nuri Güntekin, 1939–43 Çanakkale, Çalıkuşu, Damga, Akşam Güneşi, Yeşil Gece... Mehmet Akif Ersoy, 1921 Burdur, İstiklâl Marşımız, Safahat, Asım, Süleymaniye Kürsüsünde... Yakup Kadri Karaosmanoğlu, 1923–1931 Mardin, 1931–34 ve 1961–65 Manisa, Bir Serencam, Yaban, Kiralık Konak, Hüküm Gecesi, Hep O Şarkı... Yusuf Ziya Ortaç, 1946–50 Ordu, Akından Akına, Binnaz, Âşıklar Yolu, Yanardağ, Göç, Bizim Yokuş... Ziya Gökalp, 1923 Diyarbakır, Kızıl Elma, Yeni Hayat, Türkçülüğün Esasları, Türk Medeniyet Tarihi... Yusuf Hikmet Bayur, 1933, 1954 Manisa, Türk İnkılâbı Tarihi, Yeni Türkiye Devletinin Harici Siyaseti, Atatürk, Hayatı ve Eseri... Faruk Nafiz Çamlıbel, 1946–1960 İstanbul, Gönülden Gönüle, Çoban Çeşmesi, Bir Ömür Böyle Geçti, Akıncı Türküleri, Han Duvarları... Vasfi Mahir Kocatürk, 1952 Gümüşhane, Bizim Türküler, Tunç Sesleri, Geçmiş Geceler...

Daha pek çok insan böyle. Meclisteki görevlerini yaparken bir yandan da edebiyatla, müzikle uğraşan, sanatın değişik alanlarında ürün veren değerli insanlar. Bugünkü Meclislerin durumu malum... Kuşkusuz aralarında çok iyi niyetli, nitelikli olanlar da var. Bir kısmının durumu içler acısı ne yazık ki. Kendi maaşını artırmak için kırk takla atan, hayli bencil, meclisin tavanına çiğ köfte atacak denli görgü yoksunu, milletten kopuk, kimileri fırsat düşkünü, bazıları bilim ve kültürden nasibini az almış, dünyayı kendi köyünden ibaret sanacak denli ufuksuz. Çoğu da televizyonlarda arzı endam etmeye hevesli. Adam açık oturum programına çıkıyor, konuşmak yerine haykırıyor, karşısındakine insan, yurttaş gibi davranamıyor, herkesi susturmak için sürekli sesini yükseltiyor, programın sonuna doğru suçlu çocuğunu azarlayan otoriter baba kalıbını bile zorluyor... Eskiden siyah beyaz yerli filmlerde kamyon şoförleri çeşme başında rakı içerlerdi, yanında domates, peynir, kavun, şeftali. Büyüklerimiz bu sahneleri biz çocukların, gençlerin görmesini istemezdi. Şimdi bütün televizyon kanallarının hemen her programında, kadın, erkek, genç, yaşlı, köylü, kentli, herkes, hemen her saatte, Cuma dâhil haftanın her günü, her mevsim, Üç aylar, Ramazan dâhil yılın her ayında içki içiyor... Geçmiş dönemlerde yılda bir basılan Pirelli takvimlerindeydi kadın çıplaklığı. Çıplak kadınlara meraklı olanlar o takvimleri alır, uzun uzun bakar, kendi güzelini seçer, bir birleriyle hangi ayın güzelinin en güzel olduğunu yıl boyunca tartışır dururlardı. 90’lı yılların sonunda çekim için yollardayız. Nevşehir, Niğde, Konya, Isparta çekimlerini bitirdik, Antalya’ya yöneldik. Benzin almak için istasyondayız. Ulaşım görevlisi kayboldu birden. Benzin parasını ödeyip faturayı aldıktan sonra çekim aracını az ötedeki çeşmenin yanına aldım. Kameraman yardımcısı arkadaş ışıkçıyla beraber otomobilin camlarını yıkıyor. Neden sonra ulaşım görevlisi geldi koşarak... Yola çıkışımızın daha birinci haftası, gevşemek, çözülmek için henüz çok erken. Kısa bir konuşmadan sonra gerçek ortaya çıktı. Beyefendi, içinde giyinik olmayan kadın fotoğrafları bulunan özel bir erkek dergisi almak istemiş. Serviste çalışanlar da ona, boşuna arama, gideceğin yerlerde onların gerçeğini anadan üryan göreceksin, demiş... Sahaya gittiğimizde servistekilerin hiç de abartmadığını gördü ekip. Ama oralar hayli paralar ödenerek girilen ayrımlı yerlerdi. Sözgelimi üstsüzler vardı ama belli kuruluşlarda, bazı bölgelerdeydi. Şimdi bakıyorum da, hemen bütün televizyon kanallarında, programların büyük çoğunluğunda, ilgili ilgisiz bir biçimde, uzun bacaklı, silikon göğüslü, boş bakışlı tazelerden geçilmiyor. Ne yazık ki televizyonlarımızda erotizmin sınırları zorlanıyor. Kimi programlarda vıcık vıcık porno görüntüler yayınlanıyor. Durum çok mu kötü? Evet, çok kötü. Umutsuz mu bütün bütün?... Hayır, umut var ama tünel çok uzun ve ışık çok zayıf... Yılacak mıyız peki? Hayır, ileri, her gün daha ileri gitmek için çaba göstereceğiz. Okumamızın, yazmamızın, resim yapmamızın, üretmemizin, türkü söylememizin amacı bu olacak... Bir MustafaKemal, Mustafa Necati, Hasan Âli Yücel gelir sorarsa, bu ne iş diye, ne deriz?... İçtenlikli, dürüst bir yanıt vermek gerekmez mi bu soruya?...
Fuat OVAT

 
Toplam blog
: 54
: 877
Kayıt tarihi
: 30.06.10
 
 

Kamu yönetimi alanında yüksek lisans yaptım. İletişim, medya sektöründe çalışıyorum... Yazmayı se..