Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Eylül '12

 
Kategori
Öykü
 

On beşliler geliyor...

On beşliler geliyor...
 

Konteynırdaki masada oturuyordu. Bilgisayarın ekranındaki resimlere sırayla bakıyor kimi fotoğrafa takılıp kalıyor, fotoğrafın çekildiği zaman dilimlerine dalıp gidiyordu.

Kolanın içinde ne olduğu belirsiz sıfır kalite bir viski vardı. Buruk, karanlık bir yudum daha çekti…  Karanlık hasreti besliyordu. Avuçlarının arasına alsa karanlığı, taşı sıkar gibi sıksa… Birkaç damla aydınlık çıkarabilirdi…

Konteynırın kapısı simsiyah çaldı. Gel diye seslendi, Ali usta girdi içeri.  Yanında çalışmaya başlamadan önce Adana’da pazarcılık yapardı Ali usta. Hayatının rengi gibi kara, ufak tefek bir adamdı. Pazarda karısıyla birlikte incik boncuk zücaciye satardı. Dikiş tutmazdı bir türlü. Bu yüzden buradaydı o da…

Otur dedi Ali ustaya… Hazanda dalından düşen bir yaprak gibi döküldü Ali usta… Hüngür hüngür ağlamaya başladı. Şefim, benim Adana’ya dönmem lazım acilen dedi. İçi sızladı mühendis Ayhan’ın… Göğsüne çürük bir diş gibi çöktü yalan dünyanın ağrısı.

Aliiii diye inler gibi kısık sesle ama şiddetle bağırdı Ayhan…  Çölün ortasındayız kurbanın olayım… Acilen nasıl göndereyim seni Adana’ya… Anlat hele ne oldu?

Kızım dedi Ali usta… Kızım o yavşağa kaçmış. O it satar kızımı, katil olurum ben… Adananın pavyonlarından toplarım körpe kuzumu… Gönder beni Adana’ya dedi…

Birkaç kelimeden oluşan cümlelerle sımsıkı dolmuştu konteynır. Tartıya vursan atmış kilo gelen Ali usta sanki yüz kilo yüzeli kilo gibi duruyordu yanı başında.  Çaresizliğin, umutsuzluğun ağırlığıydı bu… 

Dur hele dedi Ayhan… Masanın çekmecesinden bir bardak çıkardı. Koyu karanlık sıvıdan doldurdu. Ali ustanın önüne doğru itti. Bardağı eline aldı Ali usta…  Baktı… Yanaklarındaki gözyaşları ışıldıyor, kristal taneleri gibi duruyordu yüzünde. Ali ustanın o Anadolu yüzü bir mücevher sandığına dönüşüyordu. Ala kır sakallarında, sabah aydınlığında çiğ yağmış gibi duruyordu. Burnunu çeke çeke içti yarıya kadar. Birbirlerinin gözlerinin içine baktılar… Donup kaldılar…

Bir ıslık tınısı duydu Ayhan… Daldığı o acıda duraksadı. Islık gittikçe büyüyordu. Bunun ne anlama geldiğini biliyordu…

Aliiiiii, diye bağırdı tekrar. Sesi ıslığı bastırıyordu. Kendini masanın altına doğru atarken Ali ustayı da kolundan kavradı ve birlikte masanın altına yuvarlandılar. Konteynır hopladı yerinden, yer zangır zangır titredi. Bütün karanlığı içinde taşıyan bir patlama sesi duyuldu…

Masanın altında beklediler birkaç dakika… Ölmediklerini biliyorlardı. Arkadaşlar nerdeydi diye sordu Ayhan. Dışarıda volta atıyorlardı dedi Ali usta… Akşam yemeğini yedikten sonra ne yapsınlar…

Dışarı fırladı Ayhan… Toz duman yatışmaya başlamıştı… Ceset görünmüyordu ortalıkta… İçi rahatladı… Aliiiii diye bağırdı tekrar… Arkadaşları topla, kimseye bir şey olmuş mu bakalım dedi…

Faktığımın yankisine şu kampın etrafına bariyer kuralım diye kaç kez yalvardım dedi Ayhan… Bir bizim kampın bariyeri yok… Ekip toplandı hızla… Kimseye bir şey olmamıştı. Havan mermisi kampın yanındaki deponun ortasına düşmüş, seyyar tuvalet konteynırları bariyer görevi yapmış, hepsi paramparça olmuş bu yüzden kimseye şarapnel değmemişti…

Amerikalılar etrafı kolaçan etmeye başlamıştı, havan mermisinin düştüğü yere geldiler. Her yer ‘alarm red’ sesiyle çınlıyordu. Bok sarısı bir çavuş Ayhan’a bağırmaya başladı. ‘Duymuyor musun Türko, kırmızı alarm devam ediyor hala… Sığınaklara koşun …’

 Her sabah, her öğlen ve her akşam herkes birbirinden gizleyerek kendi kendine sorardı aynı soruyu… ‘Ne işimiz var burada…’ diye… Hepsinin kendince, içinde sadece acıların olduğu gerekçeleri vardı… CIA sorgusunda para için geldiklerini söylemişlerdi…

Altı aydır deliksiz ordaydılar… Ancak yarılamışlardı işi… İşgal altındaki Irakta, Beyji eyaletindeki C7 Amerikan üssünde Yankiye lojistik binaları yapıyorlardı…

Bütün ekibi içtimaya aldı Ayhan. Topu topu onbeş kişiydiler. On beş yürek, on beş farklı hayat hikayesi… Hepsiyle sırayla tokalaştı ve yanaklarından öptü… Kerkük’ten tatlı getirtmişti. Türkiye’nin tatlılarını tutmasa da, orada ödüle dönüşüyordu… Konteynırının kapısını açtı, teybe bir cd koydu… Sesini sonuna kadar açtı…

Çökertmeden çıktım da Halilim… Aman başım selamet diyordu Tolga Çandar… Hepsi birden efelendi…  Kollarını kartal kanatları gibi açarak kampın ortasında kahkahalarla dönmeye, seğirtmeye başladılar… Yaşama sevinci içlerindeki tüm gurbet acısını bastırmıştı…

Panik haldeki Amerikan askerleri koşuşturmayı bırakmış şaşkınlıkla bu on beş adamı seyrediyordu…

Açık yaraya tuz:  http://www.youtube.com/watch?v=zY9eHtZI9Yk

Devam edecek…

 
Toplam blog
: 153
: 1481
Kayıt tarihi
: 16.09.06
 
 

Tıka basa dolu bir adam değilim. Balığı gördüysem derine inerim. Uzun süre gölgede kalamam. Okuru..