Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Aralık '14

 
Kategori
Kitap
 

On parmak tekniği ve klavye ile çok hızlı yazı yazma

On parmak tekniği ve klavye ile çok hızlı yazı yazma
 

10 Parmak tekniği ve hızlı yazı yazma


Bir akşam üzeri, teknik danışma hattı olarak kullandığım cep tele­fonum çalmaya başladı. Telefonu açtım. Arayan bir bayandı. Telefondaki bayan,  çok heyecanlı, bir o kadar da ağlamaklı bir ses tonuyla: “Hocam, çok zor durumdayım. Sınava on gün kaldı. Kitabınızı alalı iki yıl oldu ama hâlâ on parmak yazamıyorum. Ben şimdi ne yapacağım? Bu sınav benim için çok önemli!” diyordu.

Doğrusu çok şaşırmıştım. Çünkü ilk kez bir kullanıcı on parmak tekniğini öğrenemediğinden bahsediyordu.

“Hanımefendi” dedim. “On parmak tekniğini hiç mi öğrene­me­diğiniz; yoksa öğrendiğiniz de bazı harflerle ilgili sıkıntımı yaşı­yorsunuz veya hız ile ilgili bir probleminiz mi var?” diye sor­dum. Sonra ilave ettim “Böyle bir problemle ilk kez karşılaştım. Hem de iki yıldır klavye derslerine çalışıp başaramayan bir kul­lanıcıyla!”

Bayan: “Yok hocam” diye cevap verdi. “Ben kitabınızı alalı iki yıl oldu; ama henüz çalışmaya başlamadım! Sınava on gün kaldı. Şimdi başlasam sınavda 90 kelimeyi geçebilir miyim?”

Problemin kitaptan kaynaklanmadığını anlamam, beni rahatlat­mış­tı; ama kullanıcı adına da üzül­müştüm. Bayan öğrencime ge­rekli açıklamaları yaptıktan sonra telefonu kapattım...

Diğer tüm yazma şekillerinden her yönüyle üstün ve avantajlı olan on par­mak metodunu öğrenmek gerçekten çok kolaydır. Uygulamalı derslerde de göreceğiniz gibi, derslerin çalışma şek­li, süresi ve çalışırken dikkat etmeniz gereken hususlar ay­rıntılı bir şekilde verilmiştir. Eski yazma alışkanlıklarınızı bir yana bı­rakıp toplam 26 saat sürecek uygulamalı dersleri açıklamalara uyarak çalışırsanız, rahatlıkla on parmak tekniğini öğrenebi­lir­siniz.

—   Sözleriniz beni ümitlendirdi hocam. On parmak yazı yaz­ma­yı, araba kullanmaya benzetmişiniz. O kadar kolay mı yani?

—   Evet, evet... Araba kullanmak kadar kolay, keyifli ve kon­for­lu; ama bir o kadar da dikkat ve tecrübe istiyor. Araba kul­lanmaya benzetiyorum, hatta benzetmenin de ötesinde neredeyse birebir aynısı diye düşünüyorum. Nasıl ki “Acemi olduğum için direksiyona bakarak araba kullan­mak istiyo­rum” deme lüksüne sahip değilsek; uygulamalı ders­leri de açık­lamalara uyarak, ellerimize ve ekrana bak­madan çalışmayınız. Aksi taktirde kaza yapmamız ka­çı­nıl­maz olur.

—   Hocam, diyelim ki 26 saatte on parmak tekniğini öğrendim; peki ne zaman 90 kelime yazabileceğim?

—   “Diyelim ki” demenizi çok doğru bulmuyorum. Kendinize güveniniz. 26 saatin sonunda zaten on parmak tekniğini öğ­renmiş olacaksınız.

—   Ben bile kendimden bu kadar emin değilken; benim adıma bu kadar emin nasıl konuşabiliyorsunuz anlamıyorum doğ­rusu hocam!

—   Eminim. Çünkü, bu eğitimin özünü sözel anlatımdan ziyade uygulamalar oluşturmakta. Parmağınızla bir tuşa basabili­yor­sanız, pekala bir başka tuşa da basabilirsiniz. Sizden sa­dece bu egzersizleri, biraz sabır ve gayretle tekniğe uygun yapmanızı istiyorum, hepsi bu. Bana inanın. En azından 26 saat süreliğine inanın. Daha sonra inanıp inanmama husu­sunda fikrinizi değiştirebilirsiniz. Yeri gelmişken, eğitimle ilgili çok hoşuma giden bir öyküyü sizinle paylaşmak isti­yorum:

Mustafa Dede, orta boylu, ak sakallı, nur yüzlü bir pir-i fâniydi. Yüz yaşına merdiven dayamış olmasına rağmen hayata daha sağ­lam tutunduğu bastonu ile her işini kendi görebiliyordu. Be­lin­deki hafif kamburluğu ise kadere olan teslimiyetini resmeder gibiydi.

Bilge dede, bir gün çok sevdiği iki torununu yanına çağırdı. Şahin bakışlı gözlerini bir noktaya sabitleyerek ağır ağır konuşmaya başladı: “Evlatlarım, sizi ne kadar çok sevdiğimi biliyorsunuz. Elimden geldiğince bildiğim her şeyi size öğretmeye çalıştım; be­nim verebileceklerim bu kadar.” dedi. Sonra, ceketinin iç ce­bin­den bir kağıt çıkardı ve büyük torununa uzattı. “Yarından tezi yok yol hazırlığı yapın ve kağıtta adresini yazdığım medreseyi bulun. O medreseye kendinizi kabul ettirebilirseniz, ufkunuzun masmavi bir gök yüzü gibi alabildiğine genişlediğini görecek­siniz.” dedi. Sonra şefkatle torunlarını kucakladı.

Büyük torun Metehan ve kardeşi Erhan, ertesi gün uzun bir yol­culuğa çıktılar. Üç gün süren uzun bir yolculuktan sonra, tam ak­şam güneş batmak üzere iken nihayet medrese göründü. Taş duvarla örülü medrese büyük bir yerdi. Metehan, atından indi ve büyük kapının tahta tokmağını birkaç kez vurdu. Kısa bir süre sonra, tahta kapı yavaş yavaş açıldı. Orta yaşlı bir adam: “Buy­run, ne istemiştiniz?” diye sordu.

Metehan: “Medreseye kayıt olmaya gelmiştik” diye cevap verdi. Adam, elini çenesine götürdü “Hımm! diye bir süre düşündü. Sonra: “Yanınızda ne var, ne getirdiniz?” diye sordu.

Metehan: “Birkaç kuruş paramız ve yemek için yanımıza al­dığımız ekmeğimiz var.” dedi.

Adam: “Cebinizdeki tüm paraları ve ekmeğinizi bana verin!” dedi.

İki kardeş, bu isteğe şaşırmışlardı; ama hiçbir şey söylemeden ceplerindekileri birkaç kuruşu ve ekmeklerini adama uzattılar. Adam, gülümseyerek kendine uzatılan paraları ve ekmeği aldı. Sonra hiç bir şey söylemeden içeri girdi ve kapıyı kapattı.

Erhan, ağabeyi Metehan’dan biraz daha sinirli biriydi. Tekrar med­resenin kapısını çaldı. Aynı adam tekrar kafasını kapıdan uzattı: “Ne oldu, ne istiyorsunuz?”

Bu söz, Erhan’ı daha da sinirlendirmişti. Mümkün olduğunca öfke­sini belli etmemeye çalışarak “Medreseye kayıt için gelmiş­tik. Paramızı ve ekmeğimizi size verdik; ama birşey söyleme­di­niz.” dedi.

Adam: “Tamam, tamam.” dedi. “Yol üzerinde duran çakıl taşla­rı­nı görüyorsunuz ya! İşte o çakıl taşları ile ceplerinizi ve hey­belerinizi doldurun bakalım. Yarın sabah hem çok sevineceksi­niz hem de çok üzüleceksiniz.” Sonra başka bir şey söylemeden tekrar kapıyı kapadı.

Metehan da sinirlenmişti bu duruma. O da öfkeli öfkeli kapıyı birkaç kez çaldı; ama açan olmadı. Erhan: “Haydi ağabey, geri dönelim. Burasını hiç sevmedim ben!” dedi.

Metehan: “Ben de öyle; ama dedemin sözünden çıkmasak iyi olur. Yarına kadar bekleyelim, sonra karar veririz. Bakalım ne olacak. Ben gidip biraz çakıl taşı toplayayım.”

Erhan: “Ağabey, ben çakıl makıl toplayamam gecenin bu saa­tin­de! Şu ağacın altına uzanıp biraz uyuyayım. Sabah ola hay­rola.”...

Gün ağarır ağarmaz Metehan tekrar medresenin kapısını heye­canlı bir şekilde tıklattı. Kapıyı yine akşamki adam açtı. “Buyrun, ne istiyorsunuz?”

Adamın kendilerini tanımamış gibi sorduğu soruya Metehan çok kızmıştı; tam bir şey çıkacaktı ki ağzından, kendini zor tuttu. “Akşam sizinle görüşmüştük ya! Medreseye kayıt için gelmiştik. Bize sabahı bekleyin demiştiniz.”

“Ha, hatırladım. Tamam geçin içeri bakalım.”

Bu söz, Erhan’ın yüzünde bir gülümsemeye neden oldu. İki kar­deş önlerinde yürüyen adamı meraklı gözlerle takip etmeye baş­ladılar. Medresenin büyük avlusundan geçip bir odanın önünde durdular. Adam: “İçeri buyrun.” dedi, sonra dönüp gitti.

Metehan ve Erhan gözgöze geldiler. Küçük kapıyı yine Metehan tıklattı. İçeriden: “Girin!” şeklinde gelen söz, onları biraz olsun rahatlatmıştı.

Küçük kapıyı açıp içeri girdiler. Kapı küçüktü ama; çok büyük bir odaya açılıyordu. Her yanı kitaplarla kaplı odanın ortasında duran tahta sandalyede orta yaşlı bir adam duruyordu. Her ha­linden bilge biri olduğu anlaşılan adam:

“Hoş geldiniz evlatlarım” dedi.

Bu sıcak karşılama, iki kardeşi mutlu etmişti. Bilge adam: “Şimdi cebinize ve heybenize doldurduğunuz taşları bana verin ba­ka­lım.” dedi.

Erhan, içinden “Eyvah!” dedi. “Ben hiç taş toplamadım ki!” Metehan ise hemen elini cebine attı ve avuçlarını doldurduğu taşları hocasına uzattı. Ama oda ne! Taş diye uzattığı şeyler altın, elmas ve pırlanta olmasın mı! Bu sefer hemen heybesine elini daldırdı; aman Allahım, bu taşlar da birbirinden değerli ziynetlere dönüşmüş!

Metehan çok sevinçliydi; sevinçliydi çünkü taş diye ceplerine dol­durduğu şeylerin tamamı değerli ziynet olmuştu. Erhan ise aksine çok üzgün. Çünkü o hiç taş toplamamıştı.

Bilge adam, gülümsedi. “İşte evlatlarım” dedi. “Eğitimin anlamı ve tanımı budur.”

Değerli öğrencim, on parmak uygulama derslerinde göreceğiniz her açıklama; sizler için birer çakıl taşıdır. Bu açıklamalara uy­du­ğunuz ölçüde, eğitiminizden o oranda verim alacaksınız. Bili­yorum, ilk başlarda biraz sıkılacaksınız; ama bu sıkıntınız fazla uzun sürmeyecek ve sonu elbette mutlu bitecektir. Tabii, dedi­ğim gibi çakıl taşlarını toplarsanız... Ali ÜNLÜ (Zabıt Katipliği Sınavına Hazırlık Kitabından)

 

 
Toplam blog
: 20
: 11818
Kayıt tarihi
: 25.07.08
 
 

Ali ÜNLÜ   1976 yılı Konya doğumlu. İlk ve orta öğrenimini Konya’da tamamladı. Ardından A..