Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Nisan '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

On yıl sonrasından bugüne bakabilmek?

On yıl sonrasından bugüne bakabilmek?
 

Eşimle yaşadığım ve evlilik yaşamının vazgeçilmezlerinden olan tartışma anlarının son demlerine doğru, (biriken öfkenin ve streslerin dağıldığı, yeniden düzene ve huzura özlem duyulmaya başlanan anlarda) ben hemen sihirli cümlemi dile getiririm; “Biliyor musun bu tartışmayı 10 yıl sonra hatırlamayacağız bile”

Bir anda her ikimizde de, yaptığımız şeyin anlamsızlığı zihnimizi kurcalamaya başlar. Bir yandan tartışmanın tortularını üzerinde atmamış olan egomuz, bir yandan huzuru arayan kalbimiz, bir yandan yaşanılanları aklın süzgecinden geçiren beynimiz, karmaşık bir ruh haline gireriz.

Kısa bir boşluktan sonra devam ederim konuşmama; “Bak evleneli dört sene olmak üzere, hiç evliliğimizin ilk yılında yapmış olduğumuz tartışmalar hafızanda yer ediniyor mu? Bana iki-üç tanesinin sebebini söyle desem, onu bile hatırlamazsın. Değer mi birkaç sene sonra hatırlamayacağımız şeyler için tartışmaya?”

Evet, her ikimiz içinde yavaş yavaş, hiddet ortamı terk etmeye başlamış ve akıl onun bıraktığı boşluğu doldurmaya başlamıştır. Zamanın derinliğini, akışkanlığını ve yıkıcılığını düşünmeye ve algılamaya başladıkça, yaşamın en önemli sahnesi saydığınız “an”ın, aslında koca bir kumsaldaki bir kum tanesi olduğunu anlamaya başlarız.

Benim belki de, süreci onarma, yaraları sarma amaçlı kullandığım bu ifade, ne gariptir ki, neredeyse, tüm yaşam süreçlerimiz için geçerli değil mi? Bugünden yarını görmeye çalışmaya, tahmin etmeye, planlamaya oldukça meraklıyızdır. Nerdeyse hayatımızın amacı budur. Kimimiz falla, kimimiz astroloji ile kimimiz içgüdüsel tahminlerle, kimimiz ise geçmişin istatistikî verileri ve matematiksel hesaplamalar ile geleceğe ışık tutmaya, karanlık yol güzergâhımızı aydınlatmaya çalışıyoruz.

Zamanının ilerlediği yöne bakmak, ulaşılacak olan yeri görmeyi çalışmak elbette ki anlamlı ve zorunlu bir faaliyet. Ancak bugün yaptıklarının, gelecekte de nasıl değerlendireceğini düşünmekte ayrı bir çaba değil midir? Özellikle de insanın doğrudan kendisi için.

Bunu, bir nehrin bir yanından diğer yanına geçmeye benzetmek mümkün. Siz bu geçişi, bir ayağı geçmişte bir ayağı gelecekte olan sağlam bir köprünün üzerinde mi kat etmek istersiniz, yoksa nehrin bir yakasından kendinizi bir salla, coşkun nehrin sizi nerede karşıya çıkaracağını bilmediğiniz bir gündelik yaşam kargaşası içinde mi yaşamak istersiniz?

Maharet, köprüyü inşa edebilmekte gözüküyor. İnsanın bugüne, on yıl öncesinden ve on yıl sonrasından bakabildiği ve hayatının izdüşümünü belirlediği bir rotayı çizebilmesi, günün basit kısırdöngülerinin, küçük hesaplarının dışına çıkabilmesi için elzem bir çaba oluyor.

Geçmişe bakabilmek, kısmen daha kolay bir uğraştır hepimiz için. Ancak ders almak, kendimize tecrübe saymak dışında, yaşanmışı değiştirme, yeniden kurgulama şansımız olmuyor. Ancak gelecekten günümüze bakmaya çalışmak zor olduğu kadar, bizlere bulunduğumuz ana dair, pişmanlık duymayacağımız bir geçmiş yaratmaya imkanı tanıyor.

Bir nebze, kendinizi Terminatör filmindeki, gelecekten bugünü yeniden kurgulamaya gelen insanlar (veya robotlar) gibi de hissetmek gerekiyor belki de.

Ne kadar çok isterdiniz değil mi, çok sevdiğiniz bir yakınınız vefat ettiğinde bir beş sene önceye gidip, onunla yaşarken daha çok şey paylaşmayı veya çocuğunuzun onunla yeterince ilgilenemediğiniz ilk çocukluk dönemlerine dönüp onunla daha fazla alakadar olmayı.

Ama gelecekten bu güne bakmanın insana en büyük katkısı, günün insanı zamandan soyutlayan yıkıcılığından ve zamanın tek düze yaşarken hissedilmeyen ancak zamanı gelince tekbir darbe ile yıkıp geçen hızından yalıtmak olacak.

Geçip giden zamanın farkına varmak, onu durduramasak da, en azından, zamanın içinden iz bırakarak geçmek ve onurlu bir rota izlemek değil mi önemli olan?
 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..