Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ocak '14

 
Kategori
Siyaset
 

On yılda bir “darbe derdinin” asıl sebebi bellidir!..

Bu kemikleşmiş sebebe köklü çareler bulunmaz ise; Türkiye’nin her On senede Bir rezervuarı çekilerek, birikimleri heba edilecek, paranın yönü hep yurt dışına çevrilecektir. Ayrıca bilmeyenler iyi bile ki; paranın gittiği adres, veya gelmediği adres, her zaman ana veya dolaylı suçlunun adresidir. Siyasî değişiklikler ise, diğer suçlulara işaret etmektedir.

Kimi devlete, kimi millete, kimi gülene, kimi gülmeyene, kimi başkana, kimi başbakana, kimi seçmene, kimi seçmeyene, borçlu olunca, ortaya rezalet bir manzara çıkıyor ki; doğrusu bu manzaranın ibretlik halinin seyrine, doyum olmuyor. Şükür Yaradan’a ki; bizim aile kültürümüzde: Yardım ettiğin şahsı, kendine borçlu bırakmak gibi bir faziletsizliğe yer yoktur. Mutlaka O şahsın, kendini rahat hissedebileceği bir şekilde, sanki yapılan yardıma karşılıkmış gibi, kendisinden hizmet mahiyetinde, bir şeyler istenir ve alınır ki; O kişinin borçluluk ezikliği içinde, önce kendine, sonra ailesine, sonra da cemiyetine karşı, ciddi bir hata işleyip, zarar vermesi önlenmiş olur. Aksi hâlde sorun çıkmayan vak’a görülmemiştir. Ancak bu aklı ve tavrı, geniş kitlelerin barındığı askeri okullarda, cemaat okullarında, yardım esaslı cemiyet okullarında, burs tabanlı maarif okullarında, görebilmek pek mümkün değildir. Bu sebeple de, buralardan mezun olan insanlar, kendilerini o müesseseye, o müesseseyi kuranlara ve/veya ardındaki devlet gibi bir güce karşı, ömürleri boyunca borçlu, hatta mahkûm hissederler, mahkûm da sayarlar. Ve bu halet-i ruhiye sebebi ile bu zümre cephesinden, cemiyet içinde, cemiyetle uyumlu olmayan, her türden nahoş hadise, zaman ve zemine göre, şekil değiştirerek, ortaya çıkmaya başlar...

Bu konuya biraz daha yakından bakıldığında, net görülen manzaraya göre: Bu insanlar, genellikle oldukça fakir ve taşralı ailelerin çocuklarıdır. Maddî imkân olmadığı için ya da anne baba bidayette aynı emin yollardan geçmiş bulunduğu için, ailenin mecburî tercihi bu türden eğitim birimleri olmuştur. Dolayısı ile bu çocukların çoğu, leyli meccani okullarda, genellikle de borçlanarak okurlar. Ezcümle Onların okul hayatı bile, küçücük yüreklerini yakan, nice acılarla kavrulmuştur. Ve henüz gelişmekte olan beyinleri de, acımasız ellerde insafsızca yıkanmıştır. Ve okuldan mezun olacakları gün için, havsalaları nice hayâllerle doludur. Birkaç sene geçmeden, kendileri gibi ya da kendilerini anlayabilecek gibi görünen, bir namzet eş de bulurlar. Sonradan hepsini çok pişman edecek olan, bu mütevazı girişimle bile, zaten rûyalarının yarısı gerçek olmuştur, bile. Mezun olup, mutlaka devlet kapısına kapağı attıkları gün de, rûyalarının diğer yarısı kesinleşmiş olur. Ve Onlar için özlemini duydukları hayat da, bu şekil üzre, mükemmel bir fırsatlar zinciri düzeyinde başlar. Oysa, onların özlemini duyduğu hayat, aynı cemiyeti paylaştıkları ya da bir türlü paylaşılamadıkları, paylaşamayacakları diğer millet fertleri için, hiç de hayâl etmedikleri bir hayatı yaratacak olan, sayı ve sıraya uymayan bir hayat tarzı olacaktır!.. Çünkü bu iki kesim, kökten ayrı meyveler versinler diye, hususen veya kasten eğitilmiş gibidirler. Şimdilik bu çok bariz gerçek, burada dursun. Biz başka bir gerçeğe daha bakalım.

İngiltere’de hakimler devletten maaş almazlar. Onlara devlet, boş bir çek defteri verir. Onlar da o ay için, ihtiyaçları kadar para her ne kadar ise, çeke o meblağı doldurup, devlet bankasından o meblağı tahsil ederler. Şeytan bu ya! Girmiş bir hakimin aklına. Ve hakim, kendisine ödenip ödenmeyeceğini  merak ederek: Çeke 100.000.- Sterlin yazmış. (Bugünkü kur ile:363.000.-TL.) Bankaya bu çeki takdim etmiş. Banka hiç ses çıkartmadan, bu meblağı, meraklı hakim beye ödemiş. Hakim sonraki aya kadar beklemiş. Devletten çıt çıkmamış. Diğer aylığını çekerken, önceki parayı da, bankaya iade etmek istemiş. Bu parayı çekme sebebinin de, sadece “Böyle bir meblâğın kendisine ödenip ödenmeyeceği konusundaki merakı” olduğunu, bankacılara beyan etmiş. Birkaç gün sonra da “İngiliz Kraliyet Devletinin sözünde durup durmayacağına dair, tereddütünüz olduğu için, Hakimlik görevinize son verilmiştir.” Yazısını da eline almış. Bilmem bu ciddi mes’ele hakim heyetine, savcılara ve devlete ve de Türk milletine ne anlatıyor? Ya da bir şey anlatıyor mu? Bu hakim muhtemelen bankada, “-Yapmayı tasarladığım tasarrufumdan vazgeçtim.” dese, muhtemelen bu iş olmayacak. Anlamayanlar için daha da açalım. İngiliz Devleti sadece hakimine değil; banka memuruna da güveniyor. Çünkü iyi biliyor ki; kimse kendine güvenmezlik yapmaz. Yaparsa karşılığını anında bulur. Ve o banka memurunun hukuka güveni yiterse, İngiltere perişân olur. Buna göre: herkes iyi bilmelidir ki; Dünya’da hiç bir şey, Türkiye’de olduğu gibi, damdan düşercesine, Onun bunu aklı ile olmuyor. İngiltere’de Bir hakim, ülkemizdeki gibi kısa yollardan geçerek, hakim olabildiği gibi hakim olamıyor. Olması da mümkün değil. Üst seviye görgüsü ile tecrübesi ile kültürü ile şahsî adaleti ile doğal inisiyatifi ile mükemmel kabiliyetleri ve tabiî, şeref ve haysiyeti ile seçkin ailelerden seçilenler arasından, ancak bazılarının hakim olabilmesi söz konusu olabiliyor. Ve tabiî devletini vatandaşına karşı korumak, haksızı haklı kılmak için değil; devleti vatandaşının emrine ve emrinde kılmak ve her türlü, her tarafın mağduriyetini önlemek için, gerçek hakkı ve haklıyı arayıp, bulup, ortaya çıkartmak için, ciddi süzgeçlerden geçerek hakim oluyor.

Daha önce de işaret ettiğimiz gibi: Maalesef Türkiye, yukarıda anlatılanlara göre, Bir Hukuk Devleti değil; Bir Guguk Devletidir. Hem de bu durum, çok uzun zamanlardan beri, yine yukarıda tahsilinin tarifini yaptığımız, bürokratlar tarafından, devam ettirilmektedir. Önüne gelen devlet büyüklerini halleden, katleden, asan, adalet yerine cinayet dağıtan, İstiklâl Mahkemeleri’nden başlayarak, adı sanı başka ama sürekli sıra-zincir mahkemeler kuran, bu mahkemeler kişileri  katletmekte başarılı olamazsa, şahısları zehirleyerek öldüren, Binlerce insanının telefine güya ağlarken, esasen alkış tutan, Binlerce faili meçhul cinayetler işleyen, her On senede bir, muhtelif tarz ve tavırlarda darbe üreten, Otuz yıldır süregelen bir Türk-Kürt rezaletinin, zar zor başlayan, barış sürecine girmesine dahî tahammül edemeyen, bir hukuk devleti olmaz, olamaz. Demokrasi ise, böyle bir devletin yanından dahî geçmez, geçemez. Çünkü demokrasinin nahif yapısı, mutlak hukuka ve muhkem kanunlara ihtiyaç duyar.

Bu konuda, hayâli bırakıp, hakikati anlamak için, elimize kâğıt kalem alıp, geçmişi iyice bir çalışalım. Orada göreceğiz ki; 3.Selim’in katlinden bu yana, her şey çok vahimdir. Ve bu millet, hep kendi iradesinin tecellisine değil; ama birilerinin emr-i iradesine alkış tutmuştur. O birileri kimdir? Millet vergileri ya da yardımları ile kurulan, leyli meccanî okullarda yurtlarda okuyan yaşayan, dünün saf temiz Anadolu çocuklarıdır. Yani günün askerleri, hakimleri, öğretmenleri, devlet memurlar vbg. İnsanlarıdır. Taşra aklını aşamamış, bir yerlere gelmiş ama yaşadığı Dünya ve şartlarının, her devirde gerçek taleplerine varamamış, esasen mahallesinden ilerisini dahî anlayamamışlardır... Tahsil hayatlarından sonra, tek kitap dahî okumamış olanlardır. Bir başka değişle de: Seçilmemiş ama atanmışlardır. Sadece kendilerini kurtarmak saikı ile devlete yamanmışlardır. Yamanmış olmak ve de yama kabul etmiş olmak ise, her iki tarafın da vasıfsızlığına, basiretsizliğine işaret eden, maalesef çok acı bir gerçektir. Çünkü, çok yıpranmışsan, yıpratılmışsan yamaya ihtiyacın vardır. Senden doğru düzgün bir örtü, elbise, peçete hatta toz bezi bile çıkamayacaksa, yamalık olursun. Ve her nereye yamanırsan yaman; arık sadece yamasındır. Ve tüm ömrünce işinin hudutları veya salâhiyetleri dışında, her ne yaparsan yap, yaptıklarının tümü ile sırıtacak olman kaçınılmazdır. Bu son olaylarda da açıkça görüldüğü üzre: Bu sırıtma en son raddesine kadar tırmanmış durumdadır.

Daha Amerikanya keşif edilmediği dönemlerde, Türk Terimler Lûgatinde “Yamalı bohça” diye bir tabir vardı. Amerikanya, Yavrupalı gangsterler tarafından keşif edilip,  kimin eli kimin cebinde olduğunun bilinmediği devirleri yaşarken, yoksul kalanlar mecburen yamayı keşif etmişlerdi. Yoksulların çoksul akıllarını kullanan beyzadeler de, bu çaresizliği çareye ve paraya dönüştürmek için, yerküre medeniyetlerine, kendi yoz  medeniyetlerinin bir ürünü olan, bazı “yamalı yapıncakları” “patchwork” adı altında yutturmuşlardı. Bu sayede yamalık bezleri, işe yarar bir hâle sokup ve hatta paraya dahî tahvil etmişlerdi. Ne var ki; bu “yamalı yapıncaklar” ilk gördüğüm günden beri, benim hep içimi acıtmıştır. Onların karmaşasını hep, kendi devletimize, bir kısmını da, millet yapımızın belli bir kesimine benzetmişimdir. “- Bu nasıl olur?” demeyin. Geriye çekilip, olanları seyir ettiğiniz zaman, bunun bal gibi olduğunu görürsünüz. Zîra bu devletin sînesinde yer alanlar, kendilerini çok ciddi bir şekilde, güvende kabul ediyorlar. Bu sebeple de, kendi evlâtlarının istikbâli için de, aynı yolu, çok daha doğru ve risksiz bir yol olarak görüyorlar. İlk bakışta, bu akıl tarzında da, hiçbir sakınca olmadığını zannedebilirsiniz. Dolayısı ile bu ülkede, devlete göbekten bağlı aileler, giderek gelişip, güçleniyor. Bu gerçeği gören uyanık siyasetçiler de, gayet ucuz bir yaklaşımla, devletten devletçilikten yana olan, partiler kuruyorlar. Veya böyle partiler varsa, o partileri daha da statükoya bağlı bir hâle getirerek, bu memurin sınıfından ve Onlara bağlı ailelerden oy devşiriyorlar. Hadi buraya kadar da bir sakınca olmadığını düşünelim. Ancak, bu mantıkla idame-i hayat eyleyen partilerin ve onların parlamentodaki siyasetinden veya ekseriyetinden güç alan memurin sınıfı da, bu partilerin zihniyetine işbirlikçi olarak cevap veriyorlar. İşte bu fevkalâde abes kısır döngü de, sürekli yaşadığımız, çok ciddi sakıncaları ortaya çıkartıyor. Bu sakıncaların başında da, seçilmişlerin değil de; atanmışların devlete sözlerinin hükmetmesi mes’elesi geliyor. Ezcümle: Devlet içinde devlet ya da derin devlet, bu berbat psikozun ürünü olarak ortaya çıkıyor. Devlet gerçekten sivil iradenin eline geçtiği ve demokrasiye doğru, ekonomik güce doğru, çağın araç gereç ve mecburiyetlerine doğru, ilerlemeye başladığı her zaman, bu zümre müthiş bir korku ile panik atak halinde, hep birlikte ve hep bilinen refleksi gösterip, akla gelebilecek en vahim işleri dahî, fevkalâde mubah işlerdenmiş gibi yapmakta, asla hiç bir sakınca görmüyor. Hatta bu çağ dışı işleri, kendisine milli vazife biliyor. Son derecede hastalıklı olan bu akıl, başka bir analize göre: Vatanperverlik ile vatan hainliğini, iyiden iyiye birbirine karıştırıyor. Türkiye’deki asıl mes’ele bu vahim rezalete, bir çare bulmanın, çok gecikmiş olması mes’elesi  olarak da ortaya çıkıyor.

Ancak bu sefer, Türk Devleti üzerinde, daha da vahim bir mücadele sergileniyor. Ön saflarda ve devrede, aklen ve şer’an asla olmaması gerekenler var. Ya da sadece Onlar var. Esasen bu karmaşık işin içine maalesef, dîni bir cemaat de alenen girmiş durumdadır. Ve de maalesef dış mihrakların, maşası şeklinde, fevkalâde abes, insana ve İslâm’a tamamen mugayir, bir görüntü dahî sergilemektedir. Osmanlı’da Padişahlar, tarikatları sebebi ile bazı Şeyhlere tabiî mürit olmuşlardır. Ancak, tekke kapısından çıkıldığı zaman, şeyh efendinin bir padişah üzerinde tasarrufu, hiç bir zaman görülmüş işlerden değildir. Esasen bu gün müşahede edilen de, bu mes’elenin bir tasarruftan ziyade, bir tasallut görünümü arz ediyor olmasıdır. Ve Türk milletine rağmen, bunu böylece yapmak, kimsenin ne haddi, ne de hukuku değildir.. Olamaz da.. Doğruca devlete tasallut edilmekte ve bu sayede, devlet üzerinden hükümet, iktidar ve Başbakan yok edilmek istenmektedir. Aynı cephenin neferi olmadığı halde, olanları alkışlayanlar ile hükümeti ve başbakanı tahkir edenler ise, yukarıda tarif ettiğim gibi: Çoğunlukla doğrudan kendini bir yerlere borçlu ve bağımlı ve halâ o yerin himayesinde hissedenler ile Onların aileleri ve çevresindekilerdir. Ya da iktisat, istikrar, istikbâl ve Dünya gerçekleri hakkında, hiçbir şey bilmeyen, bu konularda, tek kitap dahi okumamış ama amuda kalkıp, aynaya ısrarla tersinden bakarak, “-Ben burada kendimi göremiyorum” evhamı ile tencere tas tava, korna zurna çalanlardır.. Maalesef bu kişiler de, çoğu zaman haya, edep, insaf, adalet, vicdan mevhumlarını kökten unutarak, daha acısı, takındıkları amansız tavırla, kendi seviye ve seciyelerini de açıkça ortaya koyarak, sosyâl medya başta olmak üzere, tüm medya dalları ile muhatap seçmen kitlesine de saygı duymadan, mangalda kül bırakmayanlardır...

Ben bu ülkede, bu gayr-ı medeni şartlarla, bilmediği ve araştırmadığı konularda fikir sahibi olan cühelâlarla, İngiltere’deki gibi bir hakimi, hukuku, adaleti ve demokrasiyi görmeden, ölüp gideceğimi, gayet net olarak biliyorum. Toplumun belli bir kesimi, okumuş cahillerle dolu olduğu, bunların çoğu devlet içinde barındığı, bu kişiler bu kafadan vazgeçmemeyi bir tenevvür de saydığı için, keza, elindeki statüko alınmasın, devlet üzerindeki bürokrat hegemonyası azalmasın, barış ile demokrasi ülkede yer etmesin, anarşi diz boyu yaşansın, her gün şehit cenazelerinde ağlansın, silah uyuşturucu kaçakçılığı eksilmesin artsın,  İMF ile yeni anlaşmalar yapılsın, çok yakında çok daha müemmen ekonomik şartlar yeni imkânları yaratmasın, asla uluslar arası akaide uygun, hukuk devletinin temelleri atılmasın, Üçüncü köprü, İkinci Tünel-Marmara, Üçüncü hava limanı, Kanal İstanbul, İki reaktör de inşa edilmesin diye, zevzekçe didinip uğraşan ve kendini vatanperver zannedenlerle, birlikte yaşadığımız müddetçe, çocuğumun dahî bu konuda, sevindirici bir netice göreceğini de hiç zannetmiyorum.

Ve fakat bizler gibi burnundan kan damlayarak çalışıp, verdiği vergilerle, benim ve ailemdeki insanların veya hamiyetperver birçok vatandaşın, yapmış olduğu sayısız bağış ve yardımlarla, taşradan gelip, büyük şehirlerde leyli meccani okuyup, yine Onların tabiri ile “devlete kapak atıp” devlette mevki sahibi olanlarının, dönüp dönüp, bizlere bu çileleri, kaçıncı seferdir çektirmesini de, asla affedemiyorum. Bu hastalıklı akla “-YETER BEYLER!..” demenin zamanı gelmiş, hatta fazla gecikmiştir bile. Bir hakimin, “Türk milleti adına aldığı karar” beni ve tabii milletimi, Dünya milletleri önünde, sıfıra müncer ediyorsa, Bir savcının teamüller ve kanunlar dışına çıkarak, herkesten gizli tahkikat açıp, tahkikatı gizli yürütüp, beş benzemezi bir çuvala koyup, kastî tutuklamalar uygulayıp, hukuk darbesi yapmaya kalkması, bu ülkeyi Milyarlarca Dolar zarara sokarken, bu fiil bazı dangalaklar tarafından da alkışlanıyorsa, O hakim ve savcı zümresinin ve Onları destekleyen medya mensuplarının, hatta önceki darbecilerin  ve yardakçılarının dahî, bir seferde: “Bir Asırdır Zıvanadan Çıkmışlıktan” dolayı, ibret-i alem için, esasen şaibesiz bir halk mahkemesinde yargılanmasından ve hak ettikleri cezaları almasından gayrı, pek fazla bir çare olmadığını da, gayet iyi biliyorum...

Haydar Volkan

Kozyatağı: 20.01.2014

 
Toplam blog
: 148
: 492
Kayıt tarihi
: 04.02.09
 
 

Haydar Volkan: 21.05.944 Rebabi bestekar Sabahaddin Volkan ve Piyanist Mukadder Volkanın oğlu olar..