Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ocak '16

 
Kategori
Öykü
 

Onbaşı "müdür"

Onbaşı "müdür"
 

            ONBAŞI “MÜDÜR”

 

 

            “Müdür” benim asker arkadaşımdı.

 

            Onun gerçek adını hiçbirimiz bilmiyorduk. Merak da etmiyorduk. Sadece lakabıyla çağırıyorduk onu: “Müdür…”

 

            Saf bir çocuktu Müdür. Tümen karargâhına geldiğinde yazıcılar odasına gireceğine direk istihkâm şubeye gidiyor. Yüzbaşının oturduğu masaya oturuyor. Koridordan gelip geçen askerler bakıyorlar kendileri gibi bir asker var masada. Şaşırıyorlar. Yüzbaşının masasında oturan bir asker?

 

            Trabzonlu Haşmet yazıcılar odasına dalıp artık dayanamıyor ve şöyle sesleniyor arkadaşlarına:

 

            “Uşaklar! Ha bizum istihkâm şubeye bir Müdür gelmuş!”

 

            “Müdür mü?”

 

            “Müdür! Müdür! Yüzbaşi’nın masasında birkaç gündür oturayi!”

 

            En nihayetinde ona yazıcılar odasından bir küçük masa ve sandalye verdik. Önüne de bir daktilo…

 

-         Müdür yaz şu yazıyı!

-         Müdür haydi yemek vakti, yemekhaneye!

-         Müdür içtima var!

-         Haydi Müdür devriye nöbetinin saati geldi!

 

Çocuğun adı “Müdür” kaldı.

 

Birgün içtima yapılıyor. Askerlerin isimleri okunuyor.

 

-         İkiyüzaltmışiki Hasan!

-         Burda!

-         İkiyüzaltmışbeş Nedim!

-         Burda!

-         İkiyüzaltmışdokuz Osman!

-         Burda!

-         İkiyüzyetmişiki Müdür!

 

Daha başka birgün Müdür içtimaya çıkmamış, arazi olmuş… Çavuş bağırıyor:

 

-         272! Müdür!

      Ses yok…

-         272 Müdür!

Yine ses yok. Yüzbaşının dikkatini çekiyor!

 

-         Çavuş! Müdür de kim! Müdür ne demek!

-         Müdür! Komutanım… Adı Müdür!

-         Öyle isim mi olur Çavuş! Adı ne bu askerin?

-         Bilmiyoruz Komutanım! Ona Müdür diyoruz biz.

 

Artık Yüzbaşı da alışmış Müdür gel, Müdür git…

 

                                                          * * *

 

Müdür’ün tümene geliş hikayesini onun taburundan olan bir  arkadaşından dinledim.

 

Günlük güneşlik, sıcak bir hava. Askerler büyük bir meydana gayet düzenli bir şekilde

sırt çantalarını, tüfeklerini, mataralarını, süngülerini, miğferlerini koymuşlar temizlik yapıyorlar. Başçavuş bir o tarafa bir bu tarafa koşturuyor. Birden aklına bir şey geliyor, duruyor ve askerlere bağırıyor:

 

-         Askerler! Binbaşının postacısı ayrılıyor. Yeni bir postacı lâzım. Kim postacı olmak

ister! Postacı olmak isteyen var mı?

 

            Kimseden parmak kalkmıyor. Askerlerde bir korku. Kimse postacı olmaya cesaret edemiyor. Kafalarını gizlemeye çalışıyorlar. Tam o sırada bizim Müdür “Ben!” diye bağırıyor ve elini kaldırıp öne çıkıyor.

 

            Arkadaşlarla hep birlikte gülmeye başladık. İkide bir sakarlık yapan, askerliği zar-zor sürdüren, koşuda hep geri kalan, tuhaf davranışlarıyla bize Kemal Sunal’ı andıran ismini bilemediğimiz bu arkadaşımız ne cesaretle öne atılıveriyor?

           

            Fakat Başçavuş çok kızgın bir durumda. Gülüşmeler, uğuldayışlar, hiçbir askerin ortaya çıkmaması, bir de sarsak olduğunu bildiği bir askerin öne atılması kendisini çok sinirlendiriyor:

 

            “Susun be! Şapşallar! Kesin sesinizi!”

 

            Durum daha sonra Binbaşıya bildiriliyor ki ertesi gün oradan geçen Binbaşı bizim Müdür kulübede nöbet tutarken cipi durduyor, uzun uzun Müdür’ü seyrediyor, sonra ona bir asker selamı çakıyor. Bizim Müdür de ona bir selam çakıyor.

 

            Ondan sonra bir baktık ki “Müdür” Binbaşı tarafından tümen karargâhına yazıcı olarak gönderilmiş.

 

            Anlaşılan Tabur Komutanı Binbaşı, Onbaşıyı çok sevmiş, onu karargâha terfi ettirmişti.

 

                                                           * * *

 

            Bizim Trabzonlu Haşmet de onu “Müdür”lüğe yükseltmişti.

 

 

 
Toplam blog
: 137
: 158
Kayıt tarihi
: 09.03.14
 
 

1958 yılında Söke'de doğdum. Esnaf çocuğu olarak ilk, orta ve lise eğitimimi Aydın ili Söke ilçes..