Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ağustos '09

 
Kategori
Güncel
 

Önce demokrasi, sonra Kürt açılımı...

Önce demokrasi, sonra Kürt açılımı...
 

''Bir ''Turuncu'', Kürt rüyası...''


Tarihi fırsat olarak birdenbire ortaya çıkan bu açılımsal sorunun çözümüyle ilgili görüşlerini, değerli Cumhurbaşkanımız şöyle yanıtlıyor: ''Modern devletler, böyle sorunları nasıl çözüyorlarsa öyle!... ''

Bizim bildiğimiz modern devletlerden bu tür sorunlarını kendi marifetleriyle çözen iki tanesini anımsarsak; biri Britanya, diğeri de İspanya...

Britanya, ya da Birleşik Krallık bu sorunu çözebilmek için, epeyce uğraşmış!...

İngilizlerin özerklik ya da bağımsızlık sorununu çözüm süreçlerinde, İrlanda ve Hindistan'da, Britanya ordusunun, spor ve toplanma alanlarında, çoluk çocuk demeden kurşunlayıp zavallı halkı kırmaları var ki, insanın tüylerini diken diken eden!...

İki yüzyıllık sanayi devrimi süreci ve onunla birlikte yapılanan liberalizm ve demokrasi ... Ve küllerin arasından çıkan modern bir işçi sınıfı ve oluşan bir birey... Ve bu modern devlet, demokrasiyi kurarken, sömürgeleştirdiği ülkelerin halklarının yanısıra, kendi emekçi sınıflarına da yapmadıkları zulüm, çektirmedikleri acı kalmamış!... Örnek alacağımız bu modern emperyal devletler, aşağıda günlüğünden alıntı yaptığım; o zavallı kızın ve yoksulluktan korunmak için elbise çalan ve bu yüzden idam edilen(!) , gene yedi yaşında bir kızcağızın ve onun gibi binlercesinin hakkını acaba nasıl ödemiş?...

''XVIII. yüzyıl İngiltere’sinde 8 yaşında(!) maden ocaklarında çalıştırılan bir kız çocuğunun şu cümleleri o dönemin çocuk işçileri için sıradandır: Ben, Gauber Ocağında bir tuzakçıyım; ışıksız tuzak kurmak zorundayım ve sürekli korku içindeyim. Sabahları 4’te bazen 3.30’da işe gider, eve 17.30’da dönerim. Hiç uyumam.'' !...''

Kendi ülke insanına bu tür bir yaşamı reva gören, sistemin, kendi coğrafyası dışındaki halklara, sistemin ve demokrasilerinin yüksek çıkarları için neler yapabileceğini ya da yaptığını varın siz düşünün!... Allahtan, Ekim Devrimi ve ardından yapılan toplumsal uygulamalar, emekçi kesime görece de olsa bir rahatlık ve uygarlık sağladı da, II.Büyük savaşın ardından yeniden yapılanma süreçlerinde bu savaşta büyük fedakarlıklar gösteren emekçi sınıflar da, yeni ekonomik ve siyasi yapılanmadan, üçüncü dünya halklarının aleyhine de olsa, göreceli olarak bazı hakları demokratik(!) bir şekilde, siyasi güçleriyle elde edebildiler!...

Pax Britannica'dan henüz söz etmedik!...Hani, Waterloo'da Napoleon'nu yenip, Avrupa' da ve dünyada prestij arttıran. Britanya imparatorluğunun ve onun finans-oligarşisinin, Pax Britannica'sı... Amerika, Afrika, Ortadoğu ve Uzak Asyada'ki sömürgeleriyle, I.Büyük savaş sonrasına kadar zirve yapan... Ancak bizim bildiğimiz bir şey varsa, o da , Osmanlı imparatorluğu'nun yönetim tarzı, ahlak ve zihniyetinin, batı devletlerinden çok daha emekçi kesimden yana olması ve örneğin; hanedan dursa bile, padişahların gerektiğinde, batıya göre daha akılcı, mantıklı bir şekilde gereğinde değiştirilebildiği bir düzene sahip olması... Artık buna , Asya ya da Anadolu Tipi bir demokrasi mi dersiniz, ya da başka bir şey mi; onu bilemeyiz... Bildiğimiz Tanzimat'a kadar, göreceli de olsa, bu coğrafyada yaşayan müslim ve gayr-ı müslim halkların, batıda ve kuzeyimizdeki emperyal devletlerin halklarına karşın, çok daha iyi ve mutlu bir yaşam sürdürdükleri...

O da nereye kadar; emperyalizmin bu günlere kadar uzanan siyasetiyle, gelişen dinamiklerine paralel, bu coğrafyayı hızla değiştirmeye yeltenmesine kadar!...

İspanya'da da kısa zamanda öyle bir demokrasi geleneği oluşmuş ki, diktatör Franko'nun ardından, çok hızlı bir şekilde tüm demokratik kurumlarını kurmuş, bu arada küçük bir askeri kaza geçirse de, hemen duruma müdahele edip, zavallı askercikleri yapacaklarına da pişman etmiş!... Bu demokrasi batıda doğup, büyümüş, kendince gelişmiş ve zaten onlar için geçerli bir demokrasi... Doğuya doğru, tememniye dönüşen!...

Yani adamlar kendilerince , bize göre çok daha etnik bir sorunu çözerken, batılı modern bir devlet olarak çözmüşler bir kere... O yüzden yaklaşık 90 yıllık bu siyasi sürecimizin, gerçek anlamda kendine özgü(!), modern bir devlet olabilmesi için kat edeceği daha çok büyük mesafeler var... En basitinden, hala bu ülkeyi yöneten, ironik, 12 Eylül'den kalma ve halk onaylı modernlik karşıtı bir anayasası var!... Ve devamı... Sen bunca yıl durumu bir şekilde idare etmişsin, ayrıca büyük suyun ötesindeki büyük stratejik ortağımız ve dostumuz rica etmese; hala bu durumun devam etmesine hiç de ses çıkarmayacaksın!...

Bize gelince; o günün zor koşullarında, çok zor kurulan bir ulus devlet... O devlet, kendini toparlayıp gelişmeye çalışırken , dünya II.Büyük Savaş'a hazırlanıyor!... Lozan'la bağlanan, 1950'ler de bitebilecek (ve ardından yenisi batı tarafından hemen başlatılacak...) Osmanlı borçları!... Yorgun liderini, zamansız kaybetmiş, genç bir cumhuriyet ve taze ve biraz da Tanzimat'tan gelen, zoraki despot ve otoriter ulus devlet!...

İsmet Paşa; milli şef, en azından bir Tanzimat paşası; İttihak ve Terakki geleneğini sürdüren ve biraz da çağın Alman, İtalyan, İspanyol ve Sovyet liderlerine öykünen!... Ve bu toprağa özgü ve net olamayan, yerine oturamayan bir ideoloji kurma zorlukları... Kendi milli burjuvazisini kurmaya çalışırken, yıktığı sahneler!... O günün koşullarında zorlamayla, her şey bir yere kadar... Kamuyu bir arada tutmaya çalışan Osmanlının sosyal sisteminden ve onun bir kesimi olan ümmetten, millete kısa zamanda ve zor dünya şartlarında ve de en değerli aydınlarını Çanakkale'de yitirmiş, hem de, topraktaki yönetim biçimi Tanzimatla, çok kısa zaman önce değiştirtilmiş(!) ve son olarak ekonomik ve siyasi olarak bitirilmiş bir tarım toplumunda, geçebilmeye çalışmak!...

Balkanlardan, Kuzey ve Doğu Karadeniz'den ve Kafkaslardan, Hazarın kıyılarından, Mezopotamya'nın eteklerinden, kırıma uğraya uğraya Anadolu'da toplanmış, İslam kökenli çeşitli halkları, üstelik ruhsal liderliği olan halifeliği de bir nedenle aniden tasfiye edip, ve de yanlarında acı, ruhsal sorun ve maddi sıkıntı dışında bir şey getiremeyen bu insanları, Anadolu'daki insanlarla çok kısa sayılacak bir zaman diliminde harmanlayıp, onlardan zorunlu(!) tek bir ulus yaratmak da o kadar da kolay değil!...

Bunların yanısıra, Osmanlı imparatorluğu coğrafyasında, oluşan milliyetçilik hareketleri içinde, Türk milliyetçiliğinin mazisi, Kürt ve Ermeni milliyetçiğinden çok çok yeni!... Bu gün gündeme yapay bir şekilde getirilen Kürt açılımı
nın gelişiminde , Tanzimat süreciyle kendini ortaya çıkaran Amerikan misyonerlerinin desteğini almış ''Kürt Milliyetçiliği'' var ve bu süreç, hiçbir şekilde inkar edilemez!... Ki, bu milliyetçilik denilen şey de, çözümde örnek almaya çalıştığımız moden devletlerin, bu halkların başına ördüğü çoraplardan biri!...

Öylesine ki; bu gün bazı milliyetçi Kürt aydınları, Kürtlerin tarihini 2000 yıl öncesine Medler'e dayandığını çok rahatlıkla söyleyebilmekte binlerce yıl önce İskandinavya'dan bu bölgeye göçmüş Kürti ve Guti kabilelerinin devamı olduklarını vurgulamakta, ve de aymazca, bölge coğrafyasının zirvesindeki son büyük bir devleti, yani Osmanlıyı da ''barbar'' olarak yorumlamaktadırlar!... Zamanında Kürtlerin büyük bir imparatorluk olduklarını düşünmekte ve düşündürtmektedirler!... Ve bu coğrafyada bu günde olduğu gibi, İslam kokenli Türk, Kürt, Arap ve diğer halkların, birbirlerine dış kışkırtmalar dışında zarar vermeden, binlerce yıldır kardeşçe yaşadığını unutarak ve unutturmaya çalışarak!... Bu ülkede, kendileri dışında, devlet ve bürokrasisi marifetiyle, hakları çiğnenmiş, onuru zedelenmiş, aşağılanıp, çaresiz bırakılmış , ekonomik ve siyasi çileler çekmiş, yoksul ve eğitimsiz bırakılmış, zindanlara atılmış, işkenceler görmüş milyonlarca Türk olduğunu da unutarak!...

Bu düşüncelerin, şüphesiz ki, basit ve gerekli ancak zorlama açılımlarla bir yerde durması olanaksızdır... Bu tür bir sürecin, dış dinamiğin karşı konulamaz etkisiyle ve onların istediği durakta durması da, bu gidişat içinde olanaklıdır!...

Belki de hayallerdeki bu tür federatif bir projenin son durağı, Hazarın doğusunda bir yerlerde olacaktır...

Normal, bağımsız koşullarda, bu ülkenin yurtsever namuslu insanlarına, toplumsal kesimlerine düşen bir görev vardır: 10.aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletlerce duyurulan, ''İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'' ne uygun ve 1960 Anayasa'sının getirdiklerini, yeni toplumsal ve siyasi koşullarda yeniden güncelliyerek, köhne 12 Eylül anayasasını da, tarihin çöplüğüne atarak, yeni bir yasal ve insani süreci başlatabilme cesaretini duymak... Ve ''Ulusal birliği'' sağlayacak, bir siyasi erkin yapılanması için çaba göstermek!...

O zaman, ''hatır ve rica'' ile(!) yapılmaya çalışılan bu ''Kürt Açılımı'', bu yeni güçle gelişecek olan ülke dinamikleriyle zaten gerekli demokratik zeminin yeşermesine de yol açacaktır... Bu yüzden önce, hepimizin istemesi gereken şey şudur: ''Hakiki Demokrasi''...

Bunu hiçbir zaman istemeyen, ruhu ve yüreği karanlık farklı kesimlere de de şunları söylemek gerekir:

''Sen siyaseten, bir han-ı yağmanın içinde, sözde mahcur olursan; medyun, rakik, macin ve de ebleh olursan ve yaklaşık yüzyıllık bir cumhuriyeti bir türlü hazmedememişsen ve bu vesayetten de kurtulmak için dışardan antlaşmalı taşeron kullanırsan, ülkenin demokrasiye, emeğin eşitliğine, barışa, toplumun daha ileri, ekonomik ve siyasi koşullara kavuşması için gereken sorumluluğu göstermeyip, kendince, gerekli hamleleri yapmayı da ertelersen, maksimalist hülyalarla, ülkeyi aşiret, kabile mantığı içinde götürmeye çalışırsan; TSK'nın kendi iç çelişkileri bir yana, bu cumhuriyetin esas kurucularından olan askerin de vesayetinden, doğaldır ki kendi dinamiklerinle , hiçbir zaman kurtulamassın!...''

Şimdi de , hep birlikte; yalancı pehlivan tefrikası misali, Eruh'un sene-i devriyesinde, Abdullah Öcalan'ın yapacağı açıklamaları hep birlikte, beklersin...

14.ağustos.2009 / Tarabya.
 
Toplam blog
: 392
: 4592
Kayıt tarihi
: 12.03.07
 
 

İstanbul doğumluyum. Sağlıklı beslenme, yüzme, doğada yürüyüş ve çevre özel ilgi alanlarım. Şiiri ve..