Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Şubat '14

 
Kategori
Sinema
 

Oniki yıllık esaret

Oniki yıllık esaret
 

Bir film izledim dün..."Oniki Yıllık Esaret." Oscar'da iddialı bir film... Amerikan sinemasının işlemeyi pek sevdiği sarsıcı bir kölelik öyküsüydü anlatılan... Solomon Northup'un anılarından yola çıkarak filme aktarılan bir gerçek yaşam öyküsü... Belki bir günah çıkarma Amerikan siyasi tarihi perspektifinden bakıldığında, belki de özeleştiri, bilemeyeceğim...

Sene 1840... Amerika'da kuzey güney savaşlarının hemen öncesi... Solomon Northup adlı bir zenci kemancı, karısı ve iki çocuğuyla birlikte New York'ta özgür, mutlu ve saygın bir hayat yaşamaktadır. Günün birinde gezgin bir müzik grubuyla birlikte keman çalmak için Washington’a çağrılır. . Fakat başına gelenler yüzünden hayatı kabusa döner. Çünkü köle tacirleri tarafından kaçırılıp güneyde bir çiftlik sahibine satılır. Ve tam oniki yıl boyunca özgürlüğünü kimliğini, kişiliğini ve tüm hayatını kaybedeceği bir vahşetin içinde bulur kendini...
Korkunç bir kölelik dramıydı film. Hiç bir gerekçeyle açıklanamayacak korkunç bir kötücüllük, işkence, ırkçılık, şiddet, vahşet... Sırtlarda yol yol pıhtılaşmış kamçı şaklamalarının izleri, ruhlarda hiç dinmeyen hep kanayan yaralar... Boyunlarında ilmiklerle soluğu yaşamla ölüm arasında titreşerek gidip gelen ağaç dallarında sallandırılan insanlar...
Hele o sabun sahnesi, o hoyrat sevgisiz darbelerin Patts'nin hem ruhunda ve hem de bedeninde açtığı onarılmaz yaralar... ve o koşullar altında bile ancak bir kadının çok isteyebileceği, hissedebileceği bir duyarlıkla kendine saygı duyma, yıkanarak arınma, tertemizmiz kokma arzusu..

Solomon'un kemanını parçaladığı sahneyi de hiç unutamayacağım. O aslında kendini parçalıyordu sanki... Öylesine çok sevdiği kemanıyla zalimleri eğlendirmek, hiç istemediği şeyleri yapmak ağırına gidiyordu. Kendinden varolma durumundan rahatsızlk duyuyor kendini parçalamak, yok etmek istiyordu. Petts'nin Solomon'dan kendini öldürmesini isteyişinin ardında da aynı dayanılmaz acıya karşı içinde duyduğu ölümün yok edici kudretine teslim olmak arzusu vardı. Filmde açık havada saf doğa görüntüleri, ışık oyunları ve Hans Zimmer'in güzel müzikleri bile yetmiyordu insanın içindeki kasvetin dağılmasına.... Film Oskar alır mı almaz mı bilemeyeceğim, ama bildiğim ve çok yürekten dilediğim bir şey var ki o da; İzlerken bile yüreği kaldırmıyor insanın, insanlık artık böyle dramlar yaşamasın ve "insanın" insana zulmü silinsin yeryüzünden!..

  

Bu blog Sinema sitesinde de yayınlanmaktadır

 
Toplam blog
: 30
: 572
Kayıt tarihi
: 02.11.09
 
 

Edebiyat, sinema, tiyatro ve müzik başlıca ilgi alanlarım. Gezmeyi, okumayı, yazmayı, düşünmeyi v..