Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

mustafa kemal büyükmıhcı

http://blog.milliyet.com.tr/mihci47

25 Aralık '14

 
Kategori
Öykü
 

Onların Cumaları - Bölüm 1

Onların Cumaları - Bölüm 1
 

Bir buradan bir oradan


BÖLÜM 1

"Hiç birimiz sütten çıkmış ak kaşık değiliz."

Bunaltıcı yaz gününün berrak gökyüzülü bir gecesiydi.  Samanyolu bulutlsularındaki arada bir parlayanlar merhaba dercesine göz kırpıyorlardı ama kime? Kafasını kaldırıp selamlarını alan yok gibiydi. Davetin havuzlu bahçedeki kokteyl faslında meltemin rahatlığı çevredeki cırcırların serenatlarını bastıran ayaküstü muhabbetlerini koyulaştırmıştı. Kiminin kostümü, kiminin partneri, kiminin görgüsü, kiminin magandalığı, kiminin vurgunu, kiminin yatı, tesettürlülerle birlikte gelenlerin kadehlerinde ne bulunduğuna varıncaya kadar nelerde neler! Didikle babam didikle! Nadide aperatiflerle tütsülü beyinler artık hosteslerin uyarısı ile küçük gruplar halinde alımlı adımlarla şen şakrak salondaki masalarına geçiyorlardı. Gözler bir taraftan da birilerini arıyordu sanki...  Müzayede başlamak üzereydi,  arkasından da defile vardı. Onların masası hala boştu, herkes birbirine çaktırmadan kapı yönünü süzüyordu, aileyi ilk defa bir arada göreceklerdi…

Enerjide, otomotifde, tarımda ve perakendedeki yatırımları ile hızla büyüyen holdinginde elini attığı altın olan Orhan Bey zamanının tamamına yakınını Karadeniz'e cepheli çiftliğinde geçiriyordu. Doğa aşığı idi, iş toplantılarını bile burada yapmayı yeğliyordu, İstanbul'un kargaşasına ısınamamıştı. Siyasi çevresindeki hukukunu koruyabilmek için bazen Ankara'ya yolu düşüyordu. Merhum babası ilk nesil Almancılardandı. Çocukluğu Türkiye’de gençliği orada zor şartlarda geçmişti, hem çalışmış hem de okumuştu, makina mühendisiydi. Türkiye'de büyük kentlerin birinde Almanya'dan daha önce dönmüş olan küçük kardeşi Ali Bey yaşıyordu, arada bir hatırını sorardı.

Eşi Angela Almanya'nın köklü ailelerindendi, alçak gönüllülüğü,  sadeliği, dinine bağlılığı ve antika kolleksiyonu ile ün yapmıştı. Son günlerde, Almanya'daki gönüllüleri de hareketlendirerek gençlere yönelik "Evrensel Erdem Eğitimi (E3)" adıyla uluslararası bir vakıf kurma peşindeydi. İş bitiriciliği önde tutan Orhan Bey böyle çabaların teorik kalacağını düşünüyorsa da finansmanı için karısına açık çek vermişti. Angela, Türkiye'nin doğal ve kültürel zenginliklerini, misafirperver ve hoşgörülü halkını çok seviyordu ama Almanya'daki akrabalarına da düşkündü, fırsat buldukça ziyaretlerine giderdi. Dünya gaileleri nedeniyle eşi ve çocukları ile birlikte gittikleri ise çok nadirdi.

Oğlu Burak işletme eğitimi almıştı, çok dil biliyordu, yakışıklı ve adrenalin düşkünüydü. Ateistti, para ve güç önde gelen değerleriydi; bu yüzden de, göz bebeği olmasına rağmen annesinin eleştrilerine muhatap olurdu. Ayrıntılı planlardan hoşlanmaz, hızlı karar verir, yolda düzeltmeyi yeğlerdi. Holding'in yönetim kurulundaydı, dört dörtlük tüccardı, babasının sanayiciliği üstelemesinden sıkılıyordu.

Kızları Olga ve Zerrindi. Olga fizikçiydi, babası hidrojen araştırma merkezinin direktörlüğüne getirmişti. Baş döndürücü güzelliğini annesinin hasletleri ile birleştirebilmişti. Mesleği nedeniyle yaratılışı, nasılını ve nedenlerini merak ediyordu. İnanıyordu ama karşılaştığı bağnazlıklardan ve duyarsızlıklardan da yakınıyordu. Tutunacağı sağlam bir ip arıyordu, fırsat buldukça okuyor ve danışıyordu. Babasının biraz geri durmasına aldırmıyor, amcası Ali Bey ile elektronik ortamda sık sık görüşüyor, bayram günleri yanına gitmeyi ihmal etmiyordu.

Zerrin ünlü tasarımcıların yanında sitilistliğini ilerletmişti, koyu yahudi bir genç olan Yosi ile birlikte İstanbul'da İtalya orjinli bir moda şirketini yönetiyordu. Alımlılığı Olga'nın gölgesindeydi, gösterişi ve eğlenceyi severdi. Müslümanlığı babası kadardı, annesinin ve Olga'nın farklı tavsiyeleri bir kulağından giriyor öbüründen çıkıyordu, iş arkadaşlığının ötesine geçmeye başladığı Yosi'nin etkisinde kalabiliyordu. Bu geceki defilede onların da tasarımları podyuma çıkacaktı. Ailenin topluca katılması zaten bu yüzdendi. Osmanlı döneminden kalma tombak leğen ve ibrik seti dışında müzayede kataloğu Angela’nın fazla ilgisini çekmemişti. Orhan Bey eşini Olga da Zerrin’i yalnız bırakmak istememiş, Burak ise Zerrin’in ısrarı ile önemli saydığı programını ertelemişti. 

Aileler dostları ile birlikte mükellef masalarda öbeklenmişlerdi. Müzayedeyi düzenleyen firma ve gelirin aktarılacağı vakıf yetkililerinin ağızları kulaklarına varıyordu; flamaların biri iniyor diğeri kalkıyor, peyler yükseklerde uçuşuyordu. Sadece öbekler arasında kalmıyor, dost sayılanlar arasında bile üstünlük gailesi kendini gösteriyordu. Yaklaşık otuz masa arasında üçü kıran kıranaydı; birinde medya, diğerinde otomotif, öbüründe de inşaat karışık enerji devleri öbeklenmişti. Müzayede uzadıkça uzuyor defileyi bekleyenler homurdanıyordu... Hosteslerdeki heyecanlı hareketlenmeyi, düzenleyici ve vakıf masasının bir anda boşalması izlemişti. Aile ana girişte karşılanmış, masalarına yerleştirilmişti. Devlerin masalarındaki beylerden güçlerini yitirme endişelerini ifade eden buruk suratlar, diğer masalardaki bazı beylerden  “Nasıl yapsakta yamansak?” bakışları, bayanların da güler yüzlü fiskosları bir kısım sevecen bakışları gölgede bırakan bu anın hatırası karelerdi.

Bir süre Orhan Bey ile Angela arasına oturan vakıf başkanı teşekkürlerini sunuyor, ilgilerinin devamını diliyordu. Angela, başkanı kendi vakıf çalışmaları sırasında tanımıştı, bürokratik süreçler hakkında değerli katkısı oluyordu. Bu konuya biraz değindikten sonra Angela müzayede kataloğundan ilgilendiği parçanın durumunu sordu, sırası birazdan geleceğini öğrenince de içinden bir “oh” çekti. Ardından da Orhan Bey’e dönerek muhtaç çocuklara hizmet götüren vakfa gösterecekleri duyarlılığın toplumun geleceği bakımından önemini vurgulamaya çalıştı. Orhan Bey içinse bu tür yatırımların ya aynı zamanda kısa vadeli getirisi de olmalı ya da bu yatırımlar kendini sürdürebilen yapıların tetiklenmesinde kullanılmalıydı. Bu görüşünü belirttikten sonra eşine “Senin vakıf ekibine bu yönde de bir görev verelim istersen, bize bir plan getirsinler!” diye önerdi. Orhan Bey’in bu tutumu başkanı, Angela’yı ve Olga’yı mutlu etmişti. Masanın öbür ucunda sohbeti koyulaştıran Zerrin ve Yosi durumdan bihaber kalmışlardı. Babasının yanındaki Burak ise sıkılmış, otururken selamlaştığı komşu masadaki kız arkadaşının yanına seğirtmişti. Başkan “Mükemmel olur, lütfen!” diyorcasına Angela’nın gözünün içine bakıp kafa sallarken bir hostes kulağına eğilerek uyardı; sırası iki parçadan sonra geliyordu.

“Hanımefendi, bundan sonra sizinki, bir aksilik çıkmaz umarım! Orhan Beyin önerisi şahane! Ekibinize kapılarımız ardına kadar açık duracak emin olun!”

Angela bilgilerini tazelemek için katalogdan parmağı ile işaretlediği sayfayı bir kez daha açmıştı: “Umarım Başkan! Kolleksiyonuma katmayı istiyorum doğrusu. Kaygılanmayın! Ekibi de yarından tezi yok size yollayacağım.”

“Bu arada Olga mevzudan uzak kalan Zerrin’i ve Yosi’yi bilgilendiriyordu: “… İşte böyle! Çok güzel, değil mi?” diye bağladıktan sonra sevecen biraz da muzip bakışlarla babasına dönerek “Babamın böyle nadir davranışları olunca da tam oluyor. Değil mi Baba?”

“Rahmetliklerin üzerimizdeki emeği kızım, bende kırıntılarını görüyorsunuz. Şimdi amcan olsaydı daha ötelerde bir tutumu olurdu muhakkak.”

Yosi heyecanlanmıştı: “Çorbada benimde tuzum bulunsun isterim, mümkünse!”

Angela hemen atıldı: “Ekibe yarın sen de katıl o zaman oğlum!”

“Maalesef Cumartesileri tatil günüm efendim. Pazatesi programımı buna göre ayarlayabilirim.”

“Tama oğlum, öyle yap! Arkamızdan atlı gelmiyor ya! Değil mi Sayın Başkan?”

“Tabi ki efendim! Bir paydaş daha kazandık sayenizde,” dedikten sonra Yosi ve Zerrin’e dönerek şakacı bir yüzle devam etti: “Yalnız anlayamadım! Gençlerin başarılı şirketleri var, Cumartesileri yükü Zerrin’in omuzlarına yıkıyor herhalde.”

Yosi Angela’nın yanıtını ağzında bırakmıştı: “Dini günümüz efendim, Yahudiyim!”

Angela devam etti: “Bizim Pazarımız zaten tatil de birçok Müslüman ülkenin Cuması da öyle, Sayın Başkan!”

“Ne güzel! Dinine bağlı olanlara hep güvenmişimdir efendim.”

Masaya dönen Burak dayanamadı: “Sen yinede dikkati elden bırakma Başkan! İnsan dediğin çiğ süt emiyor. Ortalık olduğu gibi görünmeyenlerle kaynıyor. Yanlış mıyım Baba?”

“Maalesef öyle! Ama hiç birimiz sütten çıkmış ak kaşık değiliz. İnanıyorum diyenlerin çoğu affedilir umuduyla kendi doğruları ile dünya hırsları peşinde koşuşturuyor. Biri de benim, Oğlum!”

Başkan yapıştırdı hemen: “Estağfurullah efendim, ne demek! Sayın Hanımefendinin vakfına bakışınız ve bize karşı biraz önceki tutumunuz yeter. Sevindireceğiniz binlerce çocuğu düşündükçe şimdiden ne kadar teşekkür etsem azdır.”

Angela’nın göz koyduğu parçanın sırası gelmişti. Böyle mezatların acemisiydi, sahip olmak istediklerini Orhan Bey’in yönlendirdiği ehillere söylemesi kâfiydi. Şimdi ise direksiyondaydı, onların tavsiyelerini hatırlamaya çalışıyordu, heyecanı yüzüne vurmuş önündeki flamayı çekiştiriyordu. Sırtını sıvazlayan eşinin “Hadi bakalım Hanım! Göster kendini! Arkandayım!” sözü ile biraz rahatlamıştı… Gıdım gıdım artan peylerin durulmasını bekledi. Tam flamayı kaldıracaktı ki karşısındaki masanın zıplatmasıyla sendeledi; orada enerji devleri öbeklenmişti. Hemen toparlanıp biraz üzerine çıktı. Birkaç masanın ufak artımlarını medya ve otomotif masalarının flamaları sindirmişti, artık devler yarışıyordu. Hırslanmıştı, “Ne yapayım?” dercesine Orhan Beye döndü; “Çekin açık, top sende!” cevabı ile birlikte bizde varız gibisinden son peyin yarısı kadar üzerine çıktı. Kısa süren sessisliğin ardından bir sarmala girmişti, her seferinde verdiği pey o üç masadan biri tarafından egale ediliyordu. Parçanın makul sayılabilecek kıymetinin çok üzerine çıkılmıştı. Bir kez daha eşine baktı; peçetenin üzerine yazdığı rakamı gördü, gözleri fal taşı gibi olmuştu, “Olamaz, çekileyim istersen!” dedi ama “Yap!” komutunu aldı. Flamayı kaldırıp sürdüğü peyi salondaki “Vaavv!” nidaları ve alkışlar izledi, mâlum üç masada ise sessizlik hâkimdi. Muradına ermişti, içi içine sığmıyordu. Eşi ve çocukları ile sarılmaları, Yosi ve ağzı kulaklarındaki Başkanın nazik tebrikleri, bu ana kaldırılan kadehler çevredeki masalara ailenin mutululuk paylaşımını sergiliyordu… Enerji masasından bir bey yaklaşmıştı; Orhan Bey’e hürmetlerini, eşine tebriklerini, Zerrin ve Yosi’ye de birazdan başlayacak olan defile için başarı dileklerini sunduktan sonra ayrılmadan önce sanki yakınlığını belli etmek arzusuyla bir açıklama yaptı:

“Emin olun! Masamızdaki iki hırslıyı tutamadık, böyle bir parça için sizi lüzumsuz masrafa soktular.”

Orhan Bey el işareti ile eşini durdurdu: “Üzülmeyin! Başta sevgili eşim ve çocuklar zaten memnun da ben de en az onlar kadar sevindim. Belki de o tutamadıklarınıza teşekkür borcumuz var, bizi daha çok hayıra vesile etmekte vesile oldular. Selamımla iletin lütfen!”

Daha sonra Angela onaylamadığı tutumu nedeniyle bu kişiyi merak etmişti: “Kim bu Bey? Önce kendini tanıtmaya tenezzül buyurmayan beyefendi.”

Gözü bir yerden ısırıyordu ama emin değildi, Burak’a dönerek doğrulatmak istedi: “Bize santralini devreden değil mi oğlum?”

“Evet Baba! Metin Bey, soyadını ben de hatırlamıyorum. Kökü inşaat da dallarındaki santralleri sırıtıp duruyor, beceremiyor, iki tane daha sattığını duydum.”

“Benim kulağıma gelen de şu: Bizi kazıkladığını zannedip övünüyormuş sağda solda.”

“Daha inecekti. Olur, üsteleme dedin ya Baba!”

“Daha fazla soyulmuş sovana çevirmek istemedim de ondan. O santralden misli ile üretim çıkaracağım Oğlum, kaygılanma!”

“Nasıl olacak ki?”

“Sen yurt dışındaydın ya! Menbağ tarafındakini de aldırdım; biraz teknoloji enjeksiyonu ile enerji üretimi bizden sorulur diyen avanaklara ders vereceğim.”

Yanlarına gelen asistanlarına Yosi ile birlikte defile hazırlıklarını sorgulayan Zerrin’in bir kulağı da bu diyaloğdaydı: “Bravo baba! Büyüksün vallâ! Bizim âleme de bir el atsana, tuttuğun altın oluyor, rakiplerimizle cebelleşiyoruz.”

Kardeşi Olga hemen “Hop! Kızım bir dakka! Ben varım sırada! Geliştirmeyi tamamladım yatırıma başlayacağım,” diyerek atıldı. Daha da devam edecekti ki ağabeyleri Burak araya girdi:

"Durun bakalım kızlar! İşleriniz uzun soluklu, sekmeden uçmaya kalkmayın! Tünellerinizdeki ışıklar yaklaştığında arkanızda ilk beni bulacaksınız, söz!"

Orhan Bey ve Angela bakışıp gülümsüyorlardı. İleri teknoloji gerektiren işi ile evli olan ve babasının çoğunlukla hocam diye çağırdığı Olga iddiasını sürdürdü: "Işığı mı kalmış ağabey? Ürün de fizibilite de hazır. Sadece birkaç yıl sabır lazım."

"İşte o bende yok kızım, Babamın sahasındasın. Hadi kolay gelsin! Çalışmalarının didiklenmesine hazır ol!"

Zerrin devreye girdi: "Bizim tasarımlar da hazır ağabey, tam senlik işleri var önümüzde. Babamın mütevazî koltuk çıkması yeter. Anlatmıştım ya, daha da ilerlettik, şu müşkülpesent Fransızlarla birlikte markalaştırıp pazarlamaya çabalıyoruz. Vurgunu iki yılda vurabiliriz vallâ!"

Burak'ın gözleri parlamıştı, acendasına şöyle bir göz atarken: "Sahi mi? Salı öğleden sonranı boşalt, yanındayım!" deyince Zerrin ve Yosi havalara uçmuşlardı.

Parmaklarını önündeki boşalmak üzere olan kristal kadehin kenarında dolaştırıp hafif çınlamasını dinleyen Orhan Bey içinden "İlim nereye kadar? Vurgun nereye kadar?" diye düşünüyordu. Angela ise bu muhabbetten bunalmış yanındaki Başkanla vakıfları hakkında sohbete girişmişti.

Orhan Bey masada bir süre hâkim olan sessizlikten yararlanmak istedi. Oğluna dönerek sarfettiği "Sen Zerrin'lerin yanında dur! Riski sana ait. Finansmanı da neyse getir! Yarısını hesabından düşerim. Ben de Hocamın yanındayım. Anlaştık mı oğlum?" şeklindeki sözleri masada kimseye bir diyecek bırakmadı. Zaten herkes hazırlanan podyuma odaklanmıştı, defile başlamak üzereydi...

Medya masasıydı: Eşleri ile birlikte patronlar ve genel yayın yönetmenleri. Eşi müzayedeyi kaybettiği için homurdanmasını yatıştırmaya çalışan biri dışında diğer beyler gecenin programına, konuklarına ve eşlerinin dedikodularına pek aldırmıyorlardı. Bu davet nadir birlikteliklerine vesile olmuştu. Siyaseti masaya yatırmışlardı. Aralarında iktidar yanlıları çoğunlukytaydı. Tarafssız durmaya gayret eden diğerlerini ikna etmekle meşgüllerdi. Arada birde giderek azalan reytinglerinden yakınıyorlar, hızla gelişen sosyal medyayı nasıl güdebileceklerini düşünüyorlardı... Defile sonuçlanmış, Zerrin'in tasarımları hayli beğeni toplamıştı, masalardan gelen tebrikleri kabul ediyorlardı. Yayın yönetmenlerinden biri aileyi ortaya attı; hangi tarafta oldukları kestirilemiyordu, işleri gereği iyi ilişkiler yürütüyorlardı. Medyadan ve bir iki istisna dışında ihalelerden uzak durmayı tercih ediyorlardı. Ciroları hızla artıyor, uluslararası ilişkilerinin derinliği kestirilemiyordu, bazıları için kaygı vericiydi.

Duayen Fatih Bey masada tarafsızlardan biriydi, mali durumu kötülemesine rağmen temizlik şiarından vazgeçmiyordu, kalan iki gazete ve bir kanalını korumaya uğraşıyordu. Davete belki ikna ederler düşüncesiyle statü düşkünü eşinin zoruyla katılmıştı. Orhan Bey ve ailesi konuşulurken eşinin gözleri parlamıştı. Fatih Bey’e heyecanını bastırmaya çalışarak kısık sesle düşüncesini açtı; hazır burdalarken randevu koparmasını istiyordu, Yosi’yi de tanıyorlardı, vasıta olabilir umudundaydı. Fatih Bey için öneri yabana atılır gibi değildi ama bir yandan da refüze edilmekten korkuyordu. Dalıp gitmişti, bu arada eşi Yosi’ye mesaj attı, bir süre sonra olumlu yanıt gelmişti…

Davet programından sarkmış tanyerinin ağarmasına az bir zaman kalmıştı. Tütsülü beyinler yine de havuz başındaki kapanış kokteylinin iptaline razı olmamışlardı. Organizatörün ve vakıf başkanının teşekkür konuşmalarını takiben öbeklerin kendi aralarındaki şamatalar konuşmaların işitilmesini zorlaştırıyordu. Başkan bu kez bir medya patronunun yanına demirlemişti. Onun âferimi ile kadeh tokuşturuyorlardı, yemi yutturmuştu. Muhtaç çocuklar, zamanı gelince hayata geçirecekleri asıl niyetlerinin kamuflajıydı. Patron, aileyi itibarsızlaştırmakla talimatlandırılmıştı. Kafasındaki seçenekler erdem fakiri Başkanı bile yutkunduruyordu…

Kokteylde Orhan Bey ve ailesinin yanında Fatih Bey ve eşi vardı. Fatih Bey, Yosi’nin tanıştırmasının ardından kurguladığı cümleleri sadece Orhan Bey’in duyabileceği şekilde sıkıla sıkıla sarfediyordu ama Orhan Bey Burak’ı da yanlarına çekmişti. Orhan Bey pür dikkatti, Burak’ın gözü ise arada bir gökte hala parlayan yıldızlara kayıyordu. Söyleyecekleri bitmiş bekliyordu, kolunun sıkılmasıyla irkildi, Orhan Bey sağ elini de sol omuzuna koymuştu; “Üzülme be kardeşim! Sabahı olmayan gece gördün mü hiç?”demesiyle yüreği hop hop olmuştu. Bir şeyler demeliydi ama dili düğümlenmişti. Orhan Bey ellerini çekmiş devam ediyordu; “Medya tarağında bezim olmadığını işitmişinizdir umarım,” sözü ile bu kez kafası bulandıysa da yine suskun kalmayı tercih etti. Burak araya girmişti; ondan “Anlamadığımız bir alan efendim!” görüşünü duyunca bitkinliği yüzüne vurdu, içinden “keşki gelmeseydik,” diyordu, eşi de yan gözle kendisini süzüp duruyordu. Kolu yeniden sıkılmıştı, elinin müşfik olduğunu hissedebiliyordu, Orhan Bey’in ağzından sabahın haberci cümleleri dökülmeye başlamıştı:

“Fatih Bey! Şu sanal medya dediğiz şey var ya, uzaktan izlediğim kadarıyla geleneksel medyayı süpürecek diyorlar, doğru mu sence?”

“Evet! Yakındır, Orhan Bey! Çok hızlı gelişiyor ama maalesef çok kirli.”

“Biz temizini yapamaz mıyız? Geleneksel medyanı da entegre etsek mesela?”

“İleri teknoloji, pahalı yatırım, güvenilir ekip.”

“Tamam, o zaman! Güvenilir ekip senden olsun, kalanını bana bırak! Ne dersin?”

Yüreği fırlayacak gibiydi, gizleyemediği sevinci ile “Mükemmel olur,” diyebilmişti ama Orhan Bey son noktayı şöyle koymak istedi:

“Yalnız kirli reklamlara bile taraftar değilim, bilgin olsun! Reyting dediğiniz kaygıyı unutup örnek bir hizmet medyası yapalım. Kabul mü?”

“Kabul dostum! Ağzından ballar aktı, ne diyebilirim?”

“Öyleyse tetiğe basıyoruz, Allah şahidimiz ve yardımcımız olsun! Bak Oğlum! Sen de kolları sıvayacaksın! Marifetlerini döktürebileceğin bir alan sana…”

 

 

 
Toplam blog
: 112
: 152
Kayıt tarihi
: 18.09.12
 
 

ODTÜ'lüyüm, makina yüksek mühendisiyim, vicdanı rahat bir memur emeklisiyim, iki çucuk babasıyım,..