- Kategori
- Kültür - Sanat
Onların hikayesi -2 -
ONLARIN HİKÂYESİ - 2 -
İKİNCİ BÖLÜM
-
Bir kaç aylık bebek iken, dokuz yüz otuz sekizde;
Ankara'dan tayin olduk, ev tuttuk Muradiye'de .
Memuriyet polislikti; zorlu yılların eşiği;
Denkleri de: yorgan-döşek, bir de oğlanın beşiği..
Kaba bir yolmuş, taştan; yokuşmuş hafif, tırmanılan ;
Cumbaları bile varmış, tahta evdi oturulan..
Bütün evler bahçeli; her yer lâle, sümbül, gül, ıtır;
Çok yerde evliyâ var; şurdaki " Seccadeli Yatır "..
Ulu çınar altında, selvi gölgesinde yatanlar;
Şuracıkta uyuyor hep o eski Sultanlar..
Tütsü gibi örtmüş geçmişin debdebesi;
Şu CEM'in, şu MUSTAFA'nın, şu da MURAT'ın türbesi.
Semâvî bir sükût... Yükselen dualar var namazda ;
Yaprak durmuş.. Rüzgâr susmuş.. Kuşlar bile niyazda..
Bu uhrevî sessizlikte dua eder gibi herkes;
O da ancak ezanda duyulur, belki de en yüksek ses..
Üç beş sokak ötede, yakınmış eve karakolu;
Bitişikte köhne bir konak ta, mahalle ilkokulu..
Büyükçe bir ev. Kapı-dolap, hertarafı tahtadan;
Şikâyetçi gibi olmuş Annem, camlardaki cumbadan..
Kapısı açılmakta koskocaman bir anahtarla;
Yan kanadı kapatılmış, demirden bir dayakla..
Yuvarlakça bir mermeri var, duvar üstü konulmuş:
"Ya Bismillâh- Hoş Geldiniz" denilerek kazınmış..
Eski yazı, hitâbesi.. Arapça ev numarası;
Yenilenmiş.. Yanındaki belediye plâkası..
Sofaları; uzun , geniş; önü açık; balkon gibi;
Gıcırdayan merdivenler... Her oda bir salon gibi..
Çelik gibi soğuk suyu; muslukları sarı pirinç;
Uludağ'ın eteğinde; kuyu-dibek olmaz mı hiç ?
Bahçesinde, soğukluklu kubbeli bir hamam da var ..
Mutfağında: kömürlüğü, ocak dahil taştan raflar..
Sıcak su mu ?? Dert değilmiş.. Dolaşırmış eve evden;
Hilkattenmiş..! Akar durur, koşar gelir tepelerden..
Özlediği bir dünyanın içindeymiş sanki Annem;
Anlatırdı: ne sofada toz olurmuş, ne dolapta nem..
Tashtaboşlar sohbet yüklü, komşuluklar koyulaşmış;
Bir gün Annem Esma'larda genç bir kızla karşılaşmış..
Buğuluymuş mavi gözler; kar beyazı eller kollar;
Omuzlarda, dalgalanmış zifir gibi siyah saçlar..
Topukları ceviz kadar; ok gibiymiş kirpikleri..
Görse Ferhat; görse Kerem, karışırmış zihinleri..
Gül yaprağı dudaklarla, her bakana gülümseyen;
Ne güzellik..! Rabbim koru .! Sensin beni esirgeyen..
Bir badak su istemiş, seslenerek o güzel kıza;
Hürmet ile sunmuş suyu; bakıp dururken "YILDIZ " a..
Yıldız'mış adı; utanmış, pembeleşmiş beyaz teni;
Annem dürtmüş yavaşça yanında oturan Gülten'i :
- Kim bu cici hanım kız ? Görmedim sizde önce ..
Pek de şirin yavrucak.. Tanışsam nasıl olur sence ??
- İyi olur.. O da epey bekler durur bunu zaten.
Çekingendir , görüyorsun..Utangaçtır Yıldız bazen..
- Sanma sakın kibirinden, aklı evvel, bilgisi dar..
Söyleyince Sen anlarsın, elbette bir sebebi var..
Fısıldamış: " Gel benimle; eğilerek Gülten Hanım ;
- Bir akıl ver kuzum bana; yana düştü elim kolum..
Yürümüşler iç tarafa yavaşçacık ikisi de;
Dut yaprağı dolu imiş, ötesi de berisi de.
-Babası bakkaldı, herkes severdi mahallede;
Kurtuluşa koşmuştu, 'er' di Kuvayı Milliyede.
Gâzi Paşa'nın ordusunda yiğit bir çavuş olmuş;
Sakarya'da çarpışırken, tam da alnından vurulmuş..
Üç senelik arkadaşı Ziya'm, Bahattin'in;
O da düşmüş şarapnelle, feri bitmiş gözlerinin..
Asker gömmüş yanyana, ezanda, iki kardeşini.
Ağlayarak okumuşlar, baş ucunda Yâsinini..
Zehra ile birleştirdik, kaderimiz ortak oldu;
Yıldız'ını doğurdu da, Ona anne-baba oldu..
İkimiz de bebeklerle yapayalnız kalakaldık;
Şehitlerin maaşınıKurtuluş'tan sonra aldık..
Yirmisinde dul kalmıştık; dövüyorduk dizimizi;
Evlenmedik.. Pek çok gâzi istemişken ikimizi..
Benim oğlan bir yaşında. Zehra'nınki bir kaç aylık;
Aç kalmadan büyüdüler, pek çekmedik yokluk darlık..
Harf devrimi sırasında ilk mektebe başladılar;
Her yıl sonu, karnelerde notlarını "beş"lediler..
Ortamektep Tophane'de; yolu uzak, yokuş çetin;
Yağmur biter; kar bastırır, ayaklar da yok ki potin!..
Bata çıka giden Yıldız, çok üşüdü ilk senesi;
O günlerde ölüverdi; çok yaşlıydı haminnesi..
Yıldız kaldı.. Oğlan gitti, hep iftihar kazanarak;
Tatillerde limon sattı; omuzunda taşıyarak..
Yaşayacak paramız az.. Çok zorladı şartlar bizi;
Basma-pazen şurda dursun; bulamazdık keten bezi..
ORTA bitti !!.Yetimciğim yazdırıldı " IŞIKLAR " a;
Beni görsen; sevincimden hasta düştüm yataklara..
SÜHA oldu ordumuzun!!. Bindokuzyüzotuzdörtte..
Geceleri uykum kaçar, aranırdım üçte-beşte..
Yıldız'ımız her geçen gün serpilerek büyüyordu;
Daha dündü... Örgü saçlı, bahçelerde oynuyordu.
Onbeşinde; çırak verdik bir terziye, gidip-gelsin;
Niyetimiz: biraz çizgi, dikiş-nakış nedir bilsin..
Önceleri, pek hevesli; bazı şeyler öğrenmişti;
Bir senelik çıraklıkta bellediği bir kaç işti..
Mevsiminde, haftalıkla fabrikada çalışmakta;
Her bir işe dikkat edip; çabucacık alışmakta..
Tek göz bir evcikte yaşıyorlar her ikisi;
Annesine pek düşkündür; başka bir şey görmez gözü.
Çok kimseler istediler, hepsi meyûs dönüp gitti.
Evlenmekten söz açtırmaz, Zehra'cığı sinir etti..
Güzelliği pek dillerde, işte Sen de farkındasın;
Demin gördüm; beğeniyle gözlerine bakmaktasın..
Bir yıl oldu.. Süha'cığım şimdi artık "HARBİYE " Lİ;
Komutanlar seviyormuş: ' İyi asker, terbiyeli...'
Çok kalmadı önümüzde, bilsen ne çok özlüyorum;
Zâbit olup kılıcıyla gelmesini bekliyorum..
Yıldız'cığım, oğulcuğum; babalardan yetimdirler;
Bir yaş vardır araları; ikisi de yirmidirler..
Babasızlık pek zor oldu; ezik kaldı gençlikleri;
Bir kerecik olsun bâri, öpemedi babaları..
Doğdukları günden beri kardeş gibi ikisi de ;
Ninnilerle uyutmuştuk; sallayarak dizimizde..
Oyun kurup bahçelerde, daldan dala söyleştiler,
Asmalardan üzüm çalıp, birbiriyle bölüştüler..
"IŞIKLAR" dan geliyordu, hafta sonu. Şapkasıyla
Yürüyordu cadde boyu, " asker oldum " cakasıyla..
Kazandığı bilgiler Yıldız' a da öğretirdi;
İkisinin en sevdiği: matematik ve cebirdi..
Çocukların sayesinde biz de okur-yazar olduk;
Eski yazı hayli zordu, yenisini kolay bulduk..
Ders bitince saklanırlar odalarda, sohbet başlar;
Koşuşurlar kuytularda, dut dibinde gülüşürler..
Pazar günü gün eğilir, oğlan gider saat dörtte;
Zehra-Yıldız, her üçümüz; el sallarız tahtaboşta..
Dört yıl lise böyle geçti; ikisi de olgunlaştı..
Süha oldu delikanlı, Yıldız'ımız dolgunlaştı..
Geçen yıldı, mezun oldu. O günleri hep bekledik.
Yanımızda YIlDIZ' ımız , IŞIKLAR 'a çıktık gittik.
Merasimde gördük Onu, en ön yerde yürüyorken;
Başım düştü omuzuma, heyecandan ağlıyorken..
Göğüs önde, baş ileri; selâmlıyor sancağını;
Babası da bir görseydi... Taşıyorken bayrağını..
O gün, mektep bayram günü; genç ihtiyar kucaklaştık;
O gencecik yavrularla, öpüşerek vedâlaştık..
-
Yıldız'cığım, O gidince iyicene durgunlaştı;
Gözlerinde bir dalgınlık.. Ondan bundan uzaklaştı..
Sönüverdi birdenbire neşe dolu bakışları;
Arar olduk kızımızda o şen şakrak gülüşleri..
Süha bana her onbeşte Ankara'dan mektup yazar;
Geç kalırsa haberleri, oluyorum uyur gezer..
Aslanımın mektubunu Yıldız'cığa okuturuz;
Biz söyleriz, O da yazar, cevabını göndeririz..
Biraz durdu, Fevziye'ye baktı ve devam etti :
(Devam edecek...)