Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ocak '09

 
Kategori
Öykü
 

Onların hikayesi -21-

Onların hikayesi -21-
 

Polis Mehmet Aktaş bir - Nokta- nöbetinde-Muradiye-


Devam ediyor..

YEDİNCİ BÖLÜM

Pazar sabahı erkenden uyanıp bir araya gelen gençler, kahvaltıdan hemen sonra yolculuk işlerini halletmek için çarşıya indiler. Nihat ve Hüsnü; Zihni’yi İstanbul’dan gemiyle gideceği Sinop’a yolcu ettikten sonra, kendileri de Erzurum ekpresine bineceklerdi.

Servet, Balıkesir’den İzmir’e, oradan da Muğla’ya geçecekti. Geminin yarın İstanbul’dan kalkacağını öğrendiklerinde, Zihni’nin bu gün İstanbul’a geçmesi gerekiyordu. Yoksa, haftada bir olan Karadeniz postasını kaçıracaktı. Kendini bekleyen ailesine kavuşması suya düşerdi.. Hemen yola çıkmaları gerektiği için, acele eve dönülüp durum anlatıldı. Öğleden sonra 13.10 da Mudanya’dan İstanbul’a hareket edecek TRAK vapuruna binmeleri kaçınılmaz olmuştu.

Durumu öğrenen Yıldız’ın, diğer kızlara iletmesi gecikmedi tabii. Her ne kadar yarın gideceklerini bilseler de, bu âni gelişme, onları beklenen suskunluk ve durgunluğun içine sokuverdi. Ortada fol yok, yumurta yoktu sanki (!) gibiydi de , bu hüzünlenmeler neyin nesi oluyordu?

Hepsi, bir kedi sessizliğiyle gelip üst sofaya âdeta gizlendiler, konuşmaksızın ve birbirlerine sokularak beklediler.

Ayrılacaklar hızla etraftaki tanıdıkları insanlara, karakola, komşulara, Nedim amcamlara bir koşu gidip veda ettiler; çanta ve valizlerini hazırlayıp çıkmaya hazırlandılar.

Ama aşağılara koşarak inen dört kız, gülmeye çalışarak ellerinde tuttukları tek bir çiçeği yakınlaştıkları arkadaşlarının ellerine tokalaşıp uğurlarken tutuşturdular. “İnşallah” tekrar buluşurlar, görüşürlerdi. ( O çiçek, her birinin asker şapkası içinde astar arasında hep saklı kaldı . )

Annem her birini kucakladı, öptü. Onlar da büyük saygı ve sevgiyle Onun ellerini öptüler. Ailelerine iyi dileklerini gönderdi. İsmail’in faytonuyla Merinos tren istasyonuna çekip giderlerken, arkalarından kovalarla su dökülüyor, Annem de; kucağında ben, onlara el sallıyordu.

Her birini de çok mu sevmişti ne… Gözleri ıslaktı..

Sallanarak uzaklaşan faytonun gidişi ile birden çöken ayrılık havası, dört kızın üzerine inivermişti. Duramadılar; bahçe içlerinden koşup, duvarları atlayıp Zehra’nın evine gittiler. Durum belliydi. Düşen kor, duman çıkarmaya başlamıştı. Annem onların bu kaçışlarının ve attıkları küçücük çığlıkların nedenini pek âla biliyor, arkalarından tebessümle bakıyordu..

Üç arkadaştan sonra, Kâmil Koç otobüsüyle Servet te Balıkesir’e uğurlandı. Bir gece orada Ordu Evinde kaldıktan sonra trenle İzmir’e; sonra da Muğla’ya ulaştı.

İstanbul’a gidenler o geceyi “ Kuleli “ de geçirdikten sonra Zihni’yi ertesi gün Karadeniz postasıyla Sinop’ gönderdiler. Zamanında geldikleri Haydarpaşa’dan, kendilerini Anadolu’nun içlerine taşıyacak trenin hareket edişi ile, içlerinde pek çok şeyin ığıl ığıl eriyip biriktiğinin farkındaydılar. Diğer arkadaşları sanki farklı mıydı ki!

Bursa’da bıraktıkları pek çok şeyin, yakın yılların içinde onların yaşantılarına yön vereceğini fark ediyor gibiydiler…

O sabah beni Yıldız’ın kollarına veren Annem; Süha ve Gülten beraberlerinde, Zehra’yı da alarak askerî hastanenin yolunu tuttular. Geçen bir haftanın coşkunluğu, yerini endişe ve merakla gelişen bir girişime bırakıyordu. Dün gecenin arkasından çıkılıp evlere gidilmiş ama Zehra’yı tutan yeni bir öksürük krizi ile artık ayan beyan fark edilen kanlı balgam gelişlerinin karşısında, uyumadan sabahı bulmuşlardı..

Daha ilk muayenede hemen yatırılması gerekliliği besbelliydi. Öyle de yaptılar.

Ertesi gün gittiklerinde, teşhis koyulmuştu. Zaten bu uğursuz hastalık sıtma ile yarış edercesine toplumun içinde kol geziyordu.

Tüberküloz !!..

Kocasının bir şehit, Süha’nın da asker oluşu onu oldukça farklı bir konumda tutuyordu. Durumu Nedim amcama aktarınca, o da Reha yarbayı bilgilendirdi ve Zehra’ya yönelen hastane yaklaşımı farklı bir boyut kazandı. O günün olanakları içinde tedavi hemen başlatıldı. Gülten ilk günlerde refakat ediyor, ilâçlarını almasına, kalkıp yürümesine yardım ediyordu. Odanın içindeki bir koltukta kalıp, arkadaşını hiç yalnız bırakmadı. Zehraya hep iyi olacağını, her şeyin geçeceğini, çocukların mürüvvetini hep birlikte göreceklerini anlatıp durdu.

Mahallenin duyması gecikmemişti. Kimse kimseye Zehra’nın durumunu açıp konuşmadı. Ama endişeli bekleyişler, “acaba nasıl ? “ diye birbirlerine sorarcasına bakışlar evden eve geziniyordu.

Kaç zamandır annesinin bu talihsiz rahatsızlığını üşütme, soğuk algınlığı gibi ufak tefek şeylere bağlayan Yıldız; durumun ne kadar ciddi olduğunu Annemin açıklayıcı anlatımından daha iyi öğrendi. Kaç geceler ona leğen tutmuş, öksürük nöbetlerinde kucaklamış, yorganını sıkıştırmış; uyur gibi olduğunda da Annesinin başucunda sabahları beklemişti. Onun bekletilmeden hastaneye yatırılması karşısında şaşırıp ne yapacağını bilmez haldeyken, İsmet-Halime, Süha-Annem, Nihal teyzem her şeyin yakında düzeleceğine onu ikna etmeye inandırmaya çalıştılar.

En yakın ve sıcak teselliyi yakınında bulunan Süha’dan alıyor, Onun varlığı kendini rahatlatıyordu. Halime ve İsmet’le her an beraberdiler.

Neşeleri kaçmıştı …

Geçen üç beş gün sonrasında Zehra’da görülen hafif te olsa iyi gelişim onları sevindirdi. Yeni bulunmuş ilâçları kullanan doktorlar, hastalığın cevap verdiği inancı ile umutlarının arttığını belirttiler. O kahredici öksürük ve kan tükürme oldukça yavaşlatılabilmişti.

Her gün hastanede, yanındaydılar . Zehra onlara , yatağından seslenerek: ” ben iyiyim yavrularım. Gidin gezin, dolaşın. Şurda kaç gününüz kaldı ki zaten. “ diye seslenip , rahatlatmaya çalışıyordu. Annem de aynı düşüncedeydi . Zehra emin ellerdeydi ve Onlar, bu dört genç; son üç-beş günlerini doyasıya yaşayıp , ileriki zamanlarına güç ve azim verecek güzel anılarla doldurmalıydılar .

Misi köyündeki ahbaplarının bahçelerinden şeftali topladılar, Demirtaş’ takilerinden de dut silkelediler.

Ertesi gün akşam üstü sora sora evi bulan iki suvari onbaşı, Süha ve İsmet’in adına yazılmış bir zarfı kapıyı açan Anneme bırakıp gittiler. Bahçe tarafında kahvaltı yapmakta olan gençler duydukları nal sesleri üzerine kalkıp gelmişlerdi. Alay komutanlığından yapılan çağrı , onları yarın sabah birliğe istiyordu. Neden, acaba niçindi!!!...

İki arkadaş yaya gittiler, at sırtında döndüler..

“Ayı boğan” iki Harbiyeli evlâdının at talimlerinden uzak kalmamasını istemiş, arkadaşı olan alay komutanına telefon edip; Onların at binmelerine imkân yaratmasını istemişti. Her gün öğleden akşam ezanına kadar binebilmeleri için alayın seçkin atlarından ikisi kendilerine tahsis edildi. Yanlarına katılmış bir seyis te cabası.. Ovanın düzlüklerinde , Atıcılar ve Mudanya yolu civarlarında dört nal yaptılar; yoruldular, dinlendiler, gezdiler. Faytonla kendilerini takip eden kızlar, onları seyretmeye doyamıyorlardı.

ONLARIN HİKÂYESİ -21-

DEVAM EDECEK.......

yucelakt@gmail.com

 
Toplam blog
: 53
: 469
Kayıt tarihi
: 03.10.08
 
 

1- Ankara 1938 doğumlu 2-İlk ve orta eğitim- Bursa - 3-Lise terk ve Hv. Kvv.Teknik Okullarından Mu..