Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ocak '09

 
Kategori
Öykü
 

Onların hikayesi -24-

Onların hikayesi -24-
 

Onun Milletiyle beraber olduğu son Cumhuriyet Bayramı- l937- Ne kadar hüzünlü.. Öyle değil mi ?


ONLARIN HİKÂYESİ-24-

Devam ediyor....

Her geçen gün artan siparişler, konu komşu ve müşteri akışı içinde geçen günler Eylül ayını çabucak getiriverdi.. Serinlemeye geçen akşamlarda yemekler orta sofada yenir oldu. Sonbahara girilmesiyle artan tayyör ve manto taleplerinin dikimi Annemle Yıldızın üzerindeydi. Halime açılacak sınav için nedense pek ilgi göstermemişti. Annemin teşviklerini küçük bahanelerle atlatıyor, sanki yan çiziyordu..

İsmet’in annesi Ferhunde bunun sebebini bir gün Anneme söyleyiverdi.. O; Yıldız’ın da gireceği böyle bir sınavda yer almak istemiyor, kazanacakların içinde ona yer açmak istiyordu.

Bu; kardeş gibi büyüyen iki arkadaşın bir diğeri için gösterdiği bir özveri değil de neydi? Halime’nin bu tutumu, onu annemin gönlünde daha da sağlamlaştırdı..

Ben de büyüyordum. Oldukça kilolu olduğum o ilk aylardan sonra; gelişmekte olan bedenimle, kazandığım hareketlilik ve annemle Yıldız’ın aşırı ilgi ve sevgisi ile mutlu bir bebeklik yaşıyordum herhalde..

Annem; o zamanlar hiç kabul görmeyen bir usûlle, kundaktan kurtarmıştı artık.. O sarılıp sarmalayan, eli kolu, ayağı gövdeyi aylarca hapis tutan eski biçim âdetten kurtarıvermişti beni.. Oh be! Gerinebiliyor, havalara rahatça tekmeler atabiliyordum artık.. Benim yuvarlanmalarımı, hareketli hâlimi görenler: “A Fevziyânım; bu oğlanı zaptetmek zor olacak..” demekteydi.

Söyledikleri ileriki yıllarda doğrulanıp , belirgin bir şekilde ortaya çıkacak; fiziksel hareketliliğim, gözü kara girişimlerim, yaşıtlarımın pek cesaret edemediği atlama- zıplama ve yüzmedeki kör cesaretlerim, yakınlarımdaki insanları da endişelere sokuyor olacaktı.

İstanbul’dan gelen haberlerde; Zehra’da , ufak ta olsa bazı iyileşmelerin gözlendiği bilgileri vardı. Ana kızın birbirlerini çok özlediğini bilen annem, ona gidecek olan Ferhunde’nin yanına iki kızı da kattı..

Üç-dört gün sonra dönüp geldiklerinde Yıldız’ın annesini tekrar görmüş olmasının mutluluğu yüzünden okunuyordu.

Doktorlar, o fotoğraftan ayrılamadığını, elinden hiç bırakmadığını söylemişler. Güneşlenme seanslarında, bahçelerde-teraslarda hep koltuğunun altında gezdirip, oda ve yatakhane arkadaşlarına gösterip duruyormuş.. Annesine bahsettiği sınav meselesi ile onun çok sevindiğini görmüş. Bu da ona, daha da heves vermiş…

Ekim ortalarında zaman zaman yağan yağmurlar serin geceleri taşırken, yaz çiçekleri yavaş yavaş bitmeye ve sonbaharı bekleyenler kendilerini göstermeye başladı. Kasımpatı ve diğerleri büyük coşku içinde boy atıp duruyordu. Bekçi Mahmut bahçemizi çok bakımlı hâle getirmişti.. Kuruyan, kırılan dallar; yerlere dökülen ağaç yaprakları uçuşup sürüklenmeden toplanır olmuştu. Bu da Anneme işlerinde oldukça zaman kazandırıyordu. Her şeyiyle önde tutup, büyümemde gösterdiği titizliği ve dikkati; etrafında ve yakınında olan herkesin beğenisini kazanmaktaydı.

Onun şefkati ve özeni ile büyüyordum..

Hatay’ın büyük bir diplomasi ile Anayurda bağlanması ve bunun milletimize verdiği öğünç ve mutluluk; Avrupa’da gelişen karanlık girişim olasılıklarının giderek daha da su yüzüne çıkmaya başlaması ile bulanır gibi olmaktaydı. Nazi Almanyasının dış politikasındaki uygulama ve seslendirdiği maksatları; barış ortamlarını çizip-karalayan hedefler olmaya başlamıştı.

Türk Milleti; hiç te arzulamadığı ama bir gün başına mutlaka gelecek olan bir acının erken başlayan sancıları içine girmiş bulunuyordu. Genç Cumhuriyetin bütün kurumları, en başta Ordu; yaklaşmakta olan gerçeğin getireceği şok dalgasının doğuracağı sarsıntının öncü belirtilerini yaşamaya başlamışlardı bile..

ATATÜRK artık çok ağır hastaydı..

Yarattığı cumhuriyetin her yıl dönümünü özleyerek; milleti ile bir araya gelip, çok sevdiği ve bütün güvencini bağladığı şanlı Ordusunu gururla selâmlamak mümkün olamadı.

Muhteşem eserinin sahipleri ve asıl koruyucuları olduğunu belirtip emanet ettiği Türk gençliği, bu yıldönümünde Onu karşılarında göremediler..

Ulusuna olan tam güvenini, devrimlerine sahip çıkıp daima ileri götürülmesini isteyen arzusunu dile getiren “veda“ mektubunu hipodrom tören alanında okurken titreyen sesi ile ağlamamaya çalışan başvekil Celâl Bayar’dı..

29 Ekim 1938; melâl dolu ümitsiz bir bekleyişin hâkim olduğu, sadece bir “yıldönümü “ oldu; kutlamadan çok uzak kaldı..

Dolmabahçe sarayındaki kriz masasının ve hükümetin son zamanda hafifletmeye çalışarak açıkladığı tebliğler, artık günlük duyurulmaya başlanmıştı.

Hızla acı sona yaklaşılırken, evimizde de kimsenin ağzını bıçak açmıyordu.Her bir araya gelişlerinde Nedim Amcamlar ve bizimkiler, yurdun; içine düşmesi olasılıkları, zorlukları konuşmaya öncelik verir oldular. Ata’nın belirttiği, vasiyet ettiği değerleri –ilkeleri koruyup yaşatacaklarına and içmemişler miydi? Onun çizdiği, gösterdiği yoldan ayrılmaksızın; yüzyılın uygarlık yolculuğunda azim ve kararlılıkla yürüyeceklerdi..

Sabah sekiz buçuk gibi uyanıp ağlamaya başladığımda, acıkmış olduğumu düşünerek doyurmaya çalıştı. Memeyi-mamayı reddedip, giderek artan ağlama krizi içinde, bir çarşafın içinde sallayıp susturmaya çabaladılar.

Fayda etmedi. Yıldız kucağına alıp bahçe içlerinde hoplatıp zıplattı. Çıngırak, zil, vs. beni susturamıyordu.. Yarım saat gibi uğraştılar. Annem üzerine gelen bir durgunlukla, bahçede benimle dolaşan Yıldızı orta sofa verandasından takip etmekteydi.. “Bu oğlan sebepsiz hiç böyle ağlamazdı; bir sıkıntısı var ama ne..! “ diye içinden geçirirken; Yıldız’ın: “ Abla bak. Susuverdi işte..” diye seslendiğini farketti. Aşağıya inip beni ondan alırken: “ablam çağırıyor deyiver, hadi karakola kadar gidip te Mehmet’e.” dediğinde saat dokuzu beş on dakika falan geçmişti.

Az sonra gelen babam allak pullak bir halde kapıdan girdiğinde, karşısında dikilen Anneme: “Gitti.. Kaybettik Fevziye..!“ diyebildi.

Saat dokuzu beş geçe terk-i hayat eylemişlerdir..

Doktorların raporu sonrasında hazırlanan bildiriyle Millete ve tüm cihana resmen duyuruldu.

İşte; ne yazık ki, artık O’nsuz kalmıştık….

Yurdumuz, olağanüstü EVLÂDININ , kendini zamansız bırakıvermesi ile ne yapacağını bilemez ve şaşkın halde , anlatılmaz bir acının ortasına düşüvermişti..

-

ONLARIN HİKÂYESİ -24-

Devam edecek.....

 
Toplam blog
: 53
: 469
Kayıt tarihi
: 03.10.08
 
 

1- Ankara 1938 doğumlu 2-İlk ve orta eğitim- Bursa - 3-Lise terk ve Hv. Kvv.Teknik Okullarından Mu..