Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Mart '09

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Onların hikayesi -33-

Onların hikayesi -33-
 

Bir ilkbahar günü öğleden sonrasında, benim çektiğim bir görünümde: Mehmet&Fevziye AKTAŞ-İnegöl..


Aralık başlarında, Annem, kardeşim ve ben, o cumartesi yine Muradiye’de Cırcır Ablamlardaydık. Bizler bahçede oyunlar kurup oynuyorduk..

Bir anda evden yükselen çığlıklar ve feryatlarla irkildik.Çok acıtan, elektrik çarpması gibi bir şok ve dalgalanmanın bütün vücudumu kapladığımı hatırlıyorum. Anneme bir şeyler mi olmuştu?..Koşup, ne olduğunu anlamak istememe rağmen yerimden kımıldayamıyor, adım atamıyordum. Arka bahçeye, bizim tarafa açılan kapıdan fırlayan Halime ve Yıldız’ı tutmaya çalışan Annem ve diğerlerini gördüm. Kendilerini parçalamaya çalışır gibi dövünen ve yerlere atan iki ablayı tutmaya çalışan başkaları da yetişti. Arkama sakladığım Ziya ile Yüksel’i, ortalığın düştüğü azaptan korumak istercesine arkamda saklamış ve iki kolumla fırlayıp gitmelerini önlemeye çalışıyordum. Görmediğimiz, tatmadığımız bir büyük çırpınış ve kahroluşun bize verdiği korku, her üçümüzün de yüksek sesle ağlamamıza yetti..

Her şeyi anlamıştım.!..

Kapının önünde âniden çoğalan yüzlerce Muradiye’li; önde duran araçtan inen garnizon komutanı ile Işıklar’ın albayını tanımakta gecikmemişti. Çok zamanlar öncesinde kalan bir yöntem, işte tekrar ortalıkta boy gösteriyordu.

SEVGİLİ DOST ;

Size o günün bende hâlâ dün gibi yaşamakta olan büyük eziciliğini ve yıkıcılığını anlatmak istemiyorum. Ne kadar uğraşsam da, gerçeğini gözlerinizin önüne koyabilmeme imkân bulamam. Hele manzum hâle sokabilmem o kadar zor ki !..

Bu sayfalara gelinceye kadar, masamın sağında solunda dolaşan o eski fotoğraflarla, başımın içinde dolaşan bin bir anı ve düşüncelerle; yazmaya başladığımdan beri, beni bırakmayıp arsızca peşimden kovalayan o yılların ve günlerin özlemi ile kalemimi elimden düşürüp, ağlamaya koyulduğum o kadar çok oldu ki !.. Yazdığım her paragraf; beni alıp alıp yazdıklarımın dünyasına taşırken, gözlerimi bir noktaya sabitleyip o günlerin filmini seyredip durdum. Benim sinema salonumda “ devamlı matine “ hep sürüyor.

Ağlamalarım da !!!. ( Önüne geçemiyorum..)



ÖNCE SÜHA,

İKİ GÜN SONRA DA İSMET ..............

KUNURİ ‘ DE YERE DÜŞTÜLER ..!.

Okul gazetesini , yazılarımı hemen bıraktım..İçine düştüğüm acının büyüklüğünün sanırım pek çok arkadaşım fark ediyordu. Bazı öğretmenlerim de paylaşmak istediler. Onları şimdi bile, bu kadar yıldan sonra hayırla yâdediyorum. Hepsi de göçtü, biliyorum..

Bu iki genç kurmayın kaybı, Bursa’da geniş çalkantı yarattı. Okullar, kurumlar çarpıcı bir mâtem içine girdiler. Ölüm haberleri, yurdun değişik yerlerine birer ateş topu gibi düşüyordu.

- O günün arkasından bir müddet Muradiye’de kalmak mecburiyeti hisseden Annem, beni- kardeşimi Nedim amcamlara bıraktı. Babam nasıl olsa üç beş gün idare ederdi..

- Gülten teyze; Ziya’sından sonraki bu onarılmaz kaybından ötürü düştüğü uçurumdan; başta Annem, komşu ve akrabalarının yakın ilgi ve beraberliği ile çıkarılmaya çalışılıyordu. İsmet’lerin tarafı da başka halde değildi..

- Bir anda gelen bu ikiz felâketin artçıları peş peşe kendilerini göstermeye başladılar. Halime’nin ve Yıldız’ın perişan hâli üzerine Annem , Onların tıbbî kontrol alınması gerektiğini görerek Çekirge Asker Hastanesine götürülmelerini sağladı.

Evimizde, yuvamızda ıstırap yaşar olduk. Onları bilen ve Onların hikâyesine ortak olan herkes keder içindeydi..

- Çok zamandır, büyük bir özlemle beklediği bebeğini, Halime abla, üç aylık hâmileyken düşürüverdi.

Aman tanrım; ne acılar peş peşe geliyor, ne beklenmeyen işler başlara çöküyordu..

Annem de kendini bitirmiş bir haldeydi..O günlerde, bakışlarının değişip, üzüntü ve yorgunluktan sislenmiş gibi olduğunu fark etmek zor değildi.

Annemin iki büyüğü ablasının eşi Salih eniştemin oğlu Osman ağabey; Edirne ceza evindeki görevlerinden tâyinle İmralı adasına geliverince , İstanbuldaki evlerini Bursa’ya, daha uygun olacağını düşünerek taşıdılar. Bu gelişleri ile; Annemin büyük destek kazandığı, yanında, canından kanından insanların oluşu ona oldukça güven ve güç verdi. Yeşil camiinin dibinde bir yerdeki sokakta oturan teyzemlere sık sık gider gelirdim. Benden 2.5- 3 yaş büyük küçük kızı Perihan takılıp, şakalaştığım birisiydi. Büyüğü olan Ayten Ablam sanki daha bir başka tutum ve havadaydı. Onu da çok severdim..

Geçen günler ve haftalar boyunca Annem Muradiye’yi hiç ihmal etmiyor, bizleri çoğu zaman yeğenlerine bırakarak oraya gidiyordu. Babam nasıl olsa hep karakolda yatıp kalmaktaydı. Haftada bir evci olup evde kalması dışında, bir asker disiplini içinde görevini sürdürmekteydi. Ama o sıralar, ev sahiplerinin isteği ve talebi üzerine bir iki defa ev değiştirmemiz gerekti. Aynı sokakta, aynı mahallede; üç ev beş ev aşağısı veya yukarısı taşınmalar Annemi bıktırmıştı. Nedendi , niçin öyle olmuştu şimdi bile bilmem mümkün değil. Nihayet; Karaağaç caddesi üzerinde, terzi Rahmi’lerin üç katlı evlerinde bir kata yerleşebildik. Bahçesi, kuyusu, geniş taş avlusu ile bu ev Anneme Kirmastı’daki evini hatırlatır gibiydi .Rahat ve geniş odaları-salonları keyif vericiydi..

Yaşanılan o günler içinde herkesin ilgisi tabii ki Kore idi.

-

Hastanede gördüğü bütün ruhsal ve psikolojik iyileştirme çabalarına rağmen, Yıldız gözle görülür bir ağır bunalım ve travma yaşamaktaydı.

Oğlunun acısı ile kavrulmuş olan Gülten, ortada kalan tek varlığı Yıldız’ın bu durumundan kurtarılması için çabalayan Annem ve diğer yakınların gösterdikleri uğraşa boyun eğmişti. Ne yapsındı ki !! Önce kocası, sonra tek yavrusu, Zehra’sı, ellerinden kayıp gitmişti işte. Bu ne biçim kaderdi.!...

Hastanenin önerileri ile, pek yalnız ve başıboş bırakılmaması istenen Yıldız durup dururken gelen âni çığlık ve ağlama nöbetleri ile birden gülmeye geçiyor; veya gece yarılarında kendini sokaklara atmak istercesine kapı ve pencerelere saldırıyordu..

Onun en rahatladığı, sakinleştiği görülen yer; çoğu zaman dibinde oturup veya kıvrılıp kaldığında gözlerini tepelerinde dolaştırdığı kestane ağacıydı. Aşırı iştahsızlık; veya tersine, oburcasına yemek yemek; şarkılar söyleyerek mutfakta tencereler dolusu yemek yapmak; ilâçları reddetme; en yakınlarına mânâsız bakışlarla acı sorular yöneltme; kendi kendine konuşma; olduğu yerde ileri-geri ;sağlı-sollu sallanma görünümleri içine giren Yıldız’a hiçbir şey kâr etmez olmuştu. Biraz rahatlayıp sakinleştiği anlar; Annem’in gelmesi ile, Onun dizlerine başını koyup uyuyuverdiği anlardı. Annem; Onu oradakilere emanet edip eve her geri geldiğinde bitap ve bitkindi. Onun Muradiye’den dönüş saatlerine yakın, evde herhangi bir yaramazlığımın olmamış olmasına özen gösteriyordum. Çünkü ; büyük sevgi ve ilgi ile üzerine eğildiği, çok sevdiği bir genç; sanki kaderi bu olmalıymış gibi müthiş bir felâket zincirinin içindeydi. Babası… Annesi….. Aşkı , kocası, her şeyi ….. Her şeyi….

Fazlaydı … Fazla geliyordu..






ONLARIN HİKÂYESİ -33-

Devam edecek....



yucelakt@gmail.com

 
Toplam blog
: 53
: 469
Kayıt tarihi
: 03.10.08
 
 

1- Ankara 1938 doğumlu 2-İlk ve orta eğitim- Bursa - 3-Lise terk ve Hv. Kvv.Teknik Okullarından Mu..