- Kategori
- Şiir
Onların hikayesi- 8
Yücel Aktaş- Muradiye
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
O gecenin sabahında, kuşlar suskun, her şey dingin;
Birkaç evde heyecan var; bekleyişler geniş, engin.
Yeni bir gün, ama farklı bir bekleyiş bekliyordu;
Mayıs ayı son günleri, ısınacak, biliyordu.
Sıcak akan künk üstünde çizgi gibi bir bulut var;
Buharlaşıp akıp duran bu sularda kerâmet var.
Romatizma–siğil–çıban–barsak kurdu-arpacığa;
Hepsine de iyi gelir; böbrek taşı, mayasıla.
Şöhreti bu; yüzyıllardır kaplıcalar memleketi;
Güzel Bursa!! her şeyiyle tabiatın bir hikmeti.
Nasip olmuş, fethedilmiş; inci gibi bezenilmiş;
Nâmı tutmuş dünyaları; her köşesi özenilmiş.
Ne âlimler yetiştirdi, ne büyükler burda yatar;
Şöyle bir çık yükseklere, ihtişamdan başın tutar.
Yüce dağın esintisi ferahlatır gönülleri;
Âşık olmak kolay orda, pek meşhurdur güzelleri.
'' Bozkırların ortasından çıkıp gelen bir insansın,
İşte artık; bu mücevher kutusunda Sen de varsın.''
Saat dokuz. Kapı çaldı, evde şimdi polis Mehmet;
''Geçmiş olsun. Çay demlendi , şurda otur sana zahmet..''
''Ayaklarım şişti kaldı, getlerim de pek sıkıyor;
Kötüledi anlaşılan; sıcak görse göveriyor.''
Mehmet geldi karakoldan, istirahat edecektir;
Nöbetçiydi, uyumadı; öğle olsun gidecektir.
Diyordu ki: '' Sıkılaştı işlerimiz, göreceğiz;
Liste yaptık, kim nerede, hangi – nokta – bileceğiz.
Polislik bu; askerliğe yakındır da, bir farkı var;
O düşmanı bellemiştir; bizimkisi namus ve ar..
Asayişte pek bir şey yok, düzgün her şey mahallede;
Bazen birkaç sirkat olur; ya da sarhoş, yolda belde.
Ama asıl mevzu o ki; düşündürür Gâzi Paşa;
Üzüntüsü kahrediyor, acı sinmiş dağa taşa.
Karakolda kimsemizin ağzını bıçak açmıyor;
Resmi tebliğ -yok - dese de, gözlerden hiç kaçmıyor.
Nedim Beyle konuştuk dün, biliyorsun okul yanda;
Talebesi arkada, kendisi de biraz önde.
Osman Gâzi türbesinde tarih dersi veriyormuş;
- '' İlk şehitler , Kurtuluşta; yandakilerdi.” diyormuş.
Tutamamış kendini de, çoluk çocuk ağlayınca;
Yirmi yıldır hiç sönmeyen bu ateşi gözleyince:
- '' Yavrularım: uygun adım, istikamet mektebiniz;
- Dağ başını duman almış… Yüce olmak hedefiniz..
Marş söyleyen çocukları ben de gördüm, tuhaf oldum;
Caddedeki esnaf dahil, hep birlikte selâm durdum.
Bir çay içtik.Duyguluydu, ağlamaklı neredeyse;
'' İyi bil ki kaybolmakta; nerde cüzdan nerde kese..
Yeni kabuk tutmuş iken yaralar hep deşiliyor;
Avrupa’dan duman çıktı, gâvur yine dalaşıyor.
Şu çocuklar dün doğdular, amca-baba-dayı şehit;
Bir felâket önündeyiz, buna Allah bile şahit.
'' Bilgisine hürmetim var, benden çoktur tecrübesi;
Hiç giymemiş, beğenmemiş; çocuklukta atmış fesi.
Cumhuriyet muallimi, madalyası babasından;
Duaları; ölse bile Onu besler arkasından.
Böyle bir dost bize nasip; Allah Ondan razı olsun;
O da şehit oğludur ya; babasına rahmet olsun..
Ilık bahar güneşi altında kahvaltılarını yaparken Annem:
'' Bizim yeni iki komşu; ikisi de şehit dulu.
Akşam bizde hemhal olduk, pek konuştuk eni konu.
Gülten’in tek yavrusu var, O da şimdi Harbiyeli;
Zehra ise kız anası, gönlü zengin; baştan belli.
Hep birlikte yemek yedik; hem anlattık, hem dertleştik;
Yakın buldum; daha sıkça görüşmeye biz sözleştik.”
'' Tanıyoruz biz onları; kayıtları yazılıdır Emniyette;
Hususi bir emir vardır, kollanırlar her surette.”
'' Kızlarının adı Yıldız; neşvünema çoktan geçmiş;
Görmelisin güzelliği, yüce Tanrım ne eylemiş.!!!”
'' Komserimiz Abdurrahman pek beğenir, biliyorum;
Der ki: < bana="" gelin="" olsa,="" kaç="" defadır="" istiyorum.="">
Oğlu Turhan yeni polis, vazifesi İnegöl’de;
Sık sık gelir, aklı fikri komşumuzda, küçük evde.
Her nedense, ne yaptıysa kızın aklı çelinmemiş;
Kibarlıkla hep reddetmiş, kimse, neden bilememiş.
Geçen bir gün bana hafif bahis açtı, usulcacık;
< sizin="" hanım="" bunu="" sorsa="" komşunuza="" yavaşçacık…="">
Neden acep set çekiyor, neden; kimdir gönlündeki?
Varsa eğer, saygılıyız; bitsin heves oğlandaki.
Küçük hanım güzellikte mahallede pek namlanmış;
Terbiyeli, şehit kızı, hem sevilmiş hem şanlanmış..”
Dün akşamki hikâyeyi o dinledi, o anlattı;
İstirahat, uyku falan unutuldu, hiç kalmadı.
'' Oh Mehmedim , sakın ola bir şey deme komserine;
Duyulmasın, henüz erken, faş olmasın ele güne..”
-
'' Ablacığım, evde misin? ” diye bir ses geldi yandan;
Eteğini kaldırarak yürüyordu ön duvardan.
İncecik bel, geniş omuz, bir kelebek uçuşu var;
Görüverdi Babamı da, şaşkın- ürkek duruşu var.
''Yıldız kızım, gel bakalım; işte, benim beyim Mehmet;
Demin geldi, yorgun argın; henüz yeni bitti nöbet.”
Tanıştılar, el sıktılar; Babam Ona hatır sordu;
Utangaçtı. Kızarmıştı, rahatlatmak biraz zordu.
Ellerinde, bir tabakla getirdiği sıcak pide;
Anneciği: ''kahvaltıya bunu götür sen” demiş de..
Kusuruna bakmasınmış, kendi ile gelememiş;
Sac üstüne başka koymuş, pişen varmış, yanmasınmış.
Halime’yle buluşup ta tekrar yine dönecekmiş ;
Eğer Yücel uyanıksa , kucaklayıp öpecekmiş ..
'' Çık yukarı, uyanmıştır; tutup getir uyusa da;
İki gündür evde değil, özlemiştir babası da ..
'' Olur abla, işte buna pek sevindim, getireyim.
Tatlı bebek, pek güzelsin; Sizden önce ben öpeyim..
Küçük, ceylan sıçrayışla merdivene koştu gitti;
Arkasından bakakaldı, Babamın da aklı yetti.
Kulağına eğilerek: ''söylenenler pek doğruymuş;
Böyle güzel bir kız için, hasetinden zaman durmuş.
Eminim ki Harbiyeli şimdi attı çift düşeşi;
Bizim hanım istemesin! çeker alır kor güneşi”
Küçük Yücel indirildi, önce biraz tartaklandı;
Gülümseyip bakınırken, poposundan pataklandı.
Gözlerinde bir ışık var, Yıldız artık değişiyor;
Karamsarlık gitti–gider, kader ile yüzleşiyor.
Bir abla var, işte Onun beklediği tesellisi;
Sabrı yetmez, söyleşecek; çözülecek meselesi.
Kaç geceler yatağında hem ağladı, hem kıvrandı;
'' Rüya ” bile söylüyordu, Halime’ye pek inandı.
Dün akşamdan beri, sanki asır geçmiş gibi Ona;
Bıraksalar, diz çökerek ağlayacak kana kana.
Görünmeyen bir duygunun düğümler ikisinde;
Yaklaştıkça çözülüyor, ümitsizlik gerisinde.
'' Ablacığım ben gideyim, koşup geldim aceleyle.
Saat üçte buluşuruz, işimiz var Halime’yle.”
Babam yattı üst odada, birkaç saat dinlenildi;
Kalktı, giydi şapkasını, gittiğinde saat birdi.
Memuriyet. Polislik bu. Bakkal-çakkal değilsin ki..
Kepenk kapa, dükkânı aç; görev bekler, bilirsin ki..
'' İşte bizim hayatımız, bu armağan yaşanacak.
Bazen acı bazen tatlı, sonuna dek taşınacak..
İnsan ümit ile doğar, her gün onla kucaklaşır;
Eğer zayıf kalır ise, sinek bile bocalaşır..
Nefes alıp vermek, sâde insan oğlu için değil;
Âdem oğlu isen eğer, önce düşün sonra eğil.
Kâinatta bu düzenin esrârını var mı bilen?
Soramazsın. Gelmiyor ki bırakıpta çekip giden.
Doğum da bir, ölüm de bir; her şey sanki masallaşmış;
Söyle bana, kim vardır ki gülerekten helâllaşmış..
Yaşamanın güzelliği: Sende varsa paylaşmaktır.
Sayıları hiç değişmez, iki el de beş parmaktır.
Âşık olmak bir duadır, sahibine bir yücelti;
Çoğu insan yoksun bundan, ne acıdır bu tecelli,
Yaşıyorsan , sevdalıysan; Seni saran güzellikle,
Mutlu olmak yeter artar, avcundaki bir çiçekle.
Kimi zaman bir şelâle, bir bulutun görüntüsü;
Dalgalara kucak açan sahillerin girintisi;
Çağıldayan bir pınarda senfoniler algılarsın.
Bir arıyı seyret bir bak; soksa bile, olsun varsın…
Şimşeklerde bile vardır bir güzellik görüntüsü;
İrkilmene hiç sebep yok, sağır etmez gümbürtüsü.
Fark ettin mi, ne söylüyor bir kuzunun melemesi;
Bir üvertür gibi gelir, çocukların seslenmesi.
Hep bülbülü dinlemişiz, onu sevmiş hep birisi,
Kurbağa da şarkı söyler, sevdalıdır en irisi.
Karga sesi çirkin gelir, aşkını hiç görmemişiz;
Gak-gak diyen o çağrının sırrı nedir, çözmemişiz.
Kelebeğin telâşı ne üç beş günlük bir ömürde?
Beste aynı, şarkı aynı; hem Kenya’da hem Pamir’ de.
Yaradılış efsânesi, başlangıcı biliniyor;
Bittiğinde yine başlar, yine başa geliniyor.
İYİ TAŞI , VARSA EĞER BAŞINDA BU NÂDİDE TÂC;
BENCE: SOLDA SIFIR KALIR GİDİLSE DE KÂBE’DE HÂC…
ONLARIN HİKAYESİ-8-
Devam edecek...