Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Kasım '08

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Onların hikayesi-16-

Onların hikayesi-16-
 

Muradiyede bir sokak ( 36x48. sulu boya Yücel Aktaş)


Devam ediyor...

Alkışlar ve “varol, sağol Nedim Hoca” sesleri ve mutluluktan ağlayan insanların çevrelediği bir ortamda önce Süha ve Yıldız’ın; sonra Halime ve İsmet’in yüzüklerini parmaklarına geçirdi. Gençler bütün büyüklerinin ellerini sevgi ve saygıyla öptüler. Tebrik edildiler; tamamının gelmesi dilekleriyle kucaklandılar.

Annemin işareti ile kızlar ve komşuların genç gelinleri yemek dağıtımına başladılar. Konuşmalar, gülüşmeler, kahkahalar koca avluda yankılar yapıyor, peşpeşe taşınılan yemeklerin arasında duyulan iltifatlar ve takılmalar bu güzel topluluğa daha da artan bir neşe katıyordu.

Gittikçe koyulaşan neşenin bir yerlerinde Annemin yanına gelen Ruhat: “abla Yücel…” deyince yerinden kalktı, kalabalığın içinden yer bularak yukarı kata çıkan merdivenlere yöneldi. Ruhat’ı da yanında götürüyordu. Uyanmış ve acıkmış olan beni emzirirken imâlı bir şekilde gülümseyerek: “Karadenizli seni pek süzüyordu kızım, fark ettin mi? sorusuna kızcağız kıpkırmızı kesildi. Konuşamadı, utandı, başını çevirdi. Acaba Annemin olmasını istediği bir şimşeklenmenin fark edilmiş olmasından doğan küçücük bir kaçış mıydı?

Yeni gönüllerde küçük küçük fırtınaların başlangıcı da bu akşamla görülemez miydi?

Aşağıdaki neşe ve eğlence bütün güzelliği ile devam ederken, doyurulup kucağa alınan Yücel’i alıp aşağıya indiler. Yerinden kalkıp koşarak gelen Yıldız onu merdiven başında Annemin ellerinden aldı; avlunun diğer yanında annesi ve Gülten’le konuşmakta olan Süha’nın yanına götürdü.

Kucağında Yücel’le, kızlarını karşılarında bulan iki “anne”nin de içinden: “yavruma pek de yakışıyor.” sözleri geçiyordu. Süha’nın bir zaman öpüp koklamasından sonra, alıp diğer arkadaşlarının yanına gittiler. Kucaktan kucağa, koldan kola hoplatılarak gezdirildim, öpüldüm, sevildim; yine Yıldız’a döndüm.

Coşkun bir eğlence, sohbet ve nâzik temennilerin devam ettiği masalarda, artık herkes birbirine ikramda bulunup leziz tadların paylaşımındaydılar. Yatmam icap ettiğinden yukarı çıkarılmam gerektiğinde, altı kız da Yıldız’ın peşinden fark ettirmeden Onunla yukarda buluşuverdiler. Beş on dakikalık bu sessizce kayboluşun sebebi belliydi.

Birkaç saat içinde, bazı önlenemez duyguların gözlerden akıp yüreklere sızması için zaman yeterli gelmişti.

Nasıl geçtiği anlaşılamayan saatlerin arkasından şükran ve teşekkürlerle kısım kısım başlayan ayrılmalarla , kızlar mutfakta gereken işlerin başına geçmişlerdi bile. Yıkanacak, kurulanacak, yerlerine kaldırılacaklar çoktu. Ama, belki de biraz, Annemin Onların duygularını farketmiş gibi olduğunu anladığını sandıklarından çocukça kaçış içindeydiler..

Nişanlılar, ayrılanları bahçe kapısının önünden saygıyla uğurladılar, hayır dualarını aldılar. Nedim Amcamlar ayrılırken Harbiyelilerin hepsi de kapının önündeydi. O’nun seçkin Kurtuluş anılarını, yaşadıklarını dinlemek için ziyaretine geleceklerini belirttiler.

Gençler, boşalan masaları katlayıp bahçe duvarının kenarına dizdiler. İşte “bizbize” kalınmıştı. Yıldız, sedir boyunca yer alan masanın üzerine mutfaktan aldığı süslü ve büyücek bir kutuyu getirip koydu. Bu, gençlerin İstanbul’dan aldıkları, en hâlisinden –Hacı Bekir– lokumuydu. Yıldız ve Halime kahve servisini yaparken, kızlardan biri de bu kutuyu etrafta dolaştırarak ikramda bulunuyordu. İki büyük tepsiden kalan, Annemin meşhur seksen kat baklavası da hiç reddedilemiyordu. Neredeyse bütün gece ayakta hizmet eden kızlar da masaların etrafında yer aldılar.

Babam, gece yarısından itibaren başlayan karakol nöbetine döndü. Kalanların bakışları, sevgi ve hayranlıkla; bu inanılmaz gecenin mimarı Annemin üzerindeydi. Cumartesi’ nin ayrıntıları üzerinde son düzeltmeler yapıldı. Zaten hemen hemen her şey hazır gibiydi. O gün; doğup büyüdükleri mahallenin, ev ve bahçelerinde oynadıkları komşularına, “düğün” yapar gibi, nişanlarını resmen ilân edeceklerdi. Her şey, bu akşamki en yakın akraba ve aile birlikteliğiyle bitemezdi.

Gece ilerledi. İsmet kendilerinde kalacak arkadaşını, anne-babasını, Halime’leri de alarak, sabah görüşmek üzere ayrıldı. Üç beş sokak yukardaydılar. Süha ve üç arkadaşı ile Yıldız, Gülten ve Zehra; büyük bir sevginin bulut gibi gezindiği ortamın içinde, acaba Annemden bir şeyler duyar mıyız havasındaydılar. O akşamın telâşından ve saatin ilerlemiş olmasından kimsede herhangi bir yorgunluk emaresi görülmemekteydi.

Annem Süha’yı ve arkadaşlarını konuşturup, fikir ve gelecek beklentilerini duyup öğrenmek istiyordu. Ankara’dan, Harp Okulundan, yaptıkları kamptan izlenimlerin anlatımlarıyla sohbet devam etti.

Arkadaşları Hüsnü ve Nihat; kendilerine sorulan sorulara nâzikçe ve öz cevaplar vermekteydiler. Hüsnü; Erzurum-Pasinler’de bir çiftçinin dört oğlundan en küçüğüydü. Nihat ise, Ankara-Kırıkkale’den; bir şehidin tek oğlu! Amcası büyütmüştü. Onlar da Hüsnü’ler gibi tarımla uğraşıyorlardı.

Anlatılanlar ve konuşulanlar, zaman zaman ezici bir üzgün beklentinin çarkları arasına girmeden olamıyor; zaten girmemesi de mümkün olamıyordu. Akılları fikirleri hep “ATA” daydı! Adı her geçişte hepsini bir hüzün kaplıyor, sus pus oluyorlardı .

Bir ara Annem elini koynuna atıp bir şey aldı , kapalı tuttuğu avucunda sakladı. Hemen, yanıbaşında oturan Yıldız’ın saçlarını okşayarak :

“ İşte artık Sensin, şimdi gönüllerde –yıldız – oldun;

Komşu kızı sayılırken evimizin kızı oldun.

O füsûnkâr didelerle bakışların pek de güzel;

Sevgi ile hârelendin, sevgilere mahzar oldun.

Öz kızımdan hiç farkın yok, olsaydı da değişmezdi;

Doğurmaya kalksaydım da, bu akşama yetişmezdi.

- hafif gülüşmeler

Nerde olsan bizi düşün, düşlerinde beni ara;

Benden Sana küçük bir şey, ama olsun; bir hâtıra..

Büyük dedem yâdigârı, saklı durur ne zamandır;

Önceleri fazla idi, bu da artık son kalandır.

Altı kardeş bölüşmüştük, bana düşen beş on adet;

Zor günlerde kullanmıştık, Ona olsun bütün rahmet!

Bu -bütün-ü kuyumcuda yarın iki -yarım- yapın;

Birisi de Halime’nin; ikiniz de kola takın..”

Böyle deyip ele aldı bir “Reşat”ı çıkınından;

İğneledi yakasına, sonra öptü pak alnından.

Sevgi dolu bir akşamın bu da son bir parıltısı;

Mutlu etmek mizâcıydı, gözlerinde ışıltısı.

Güzel kızda bir ağlama çağlayanı coştu birden;

Zor tutmuştu kendini de, belli idi zaten dünden.

İkisi de sarmaş dolaş, Annemi de ağlatıyor;

Bu ne sevgi seli böyle!! Yürekleri dağlatıyor.

Herkes şaşkın, Hüsnü-Nihat önce şöyle bakakaldı;

Kalkıp gidip ikisi de arka bahçelere daldı.

Sebep belli, genç zâbitler tutamadı göz yaşını;

Göstermekte istemedi, seğirirken sol kaşını.

Erzurum’ lu, Ankara’ lı; canı çıksa ağlayamaz;

Cenk yerinde “Baba” ölse, kara kuşak bağlayamaz.

Ama gel gör, bir başkadır sevgi-minnet, sevda seli;

Durulamaz karşısında, yan düşürür kolu, eli.

Saat sabahın üçüne yaklaşmıştı. Yarına yapılacak işler vardı. Yıldız ısrarla Annemi yalnız bırakmak istemedi, kaldı.. Süha; Annesi Gülten ve Zehra ile yandaki küçük evlerine bahçe duvarlarının kenarından giderlerken, Hüsnü ve Nihat’ın avluda bulunan yüksek tavanlı odadaki yatakları çoktan hazırdı. İki genç asker Allahın rahatlığını dileyerek odalarına çekildiler.

Annem en üst kattaki yatak odasında Yücel’i bir kere daha emzirip temizledi. Yıldız da aynı odada, yer yatağında oldukça bitkin , gözleri hâlâ açık, akşamın ve gecenin getirdiği olağan üstü hızlılığın sarhoşluğu içinde uyuyamıyordu. Annem, duvar nişi içinde yanmakta olan küçük idareyi üfleyerek söndürürken; Yıldız'a : Hadi bakalım..Sen de artık uyu bakalım , dedi..

Uyuyabilir miydi?

Ay ışığı ile yıkanan sofaların pencerelerinin altlarından yürüyüp sarmalanmış hanımeline dadanan bir erkenci kuş öttü, öttü ....

Sonra sustu…

ONLARIN HİKÂYESİ-16-

Devam edecek...

yucelakt@gmail.com

 
Toplam blog
: 53
: 469
Kayıt tarihi
: 03.10.08
 
 

1- Ankara 1938 doğumlu 2-İlk ve orta eğitim- Bursa - 3-Lise terk ve Hv. Kvv.Teknik Okullarından Mu..