Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Aralık '08

 
Kategori
Öykü
 

Onların hikayesi-20-

O arada Gülten, elinde tuttuğu bir küçük çıkını açarken Yıldız’ı kucaklayıp öptü; mutlu fakat ağlamaklı bir sesle: “Çok güzeldin, şimdi çok daha güzel oldun yavrum. Bu günleri bize gösteren Rabbime hamdolsun.” diyerek bir sabır ve kuyumculuk ustalığı olan kalın som gümüş kemeri beline bağladı.

Bu aile yâdigarı kıymetli eseri bu gün için saklamış, en zor günlerinde bile satmayı hiç düşünmemişti.

Bahçede olanca gümbürtü, eğlence devam ederken pırıl pırıl üniformaları içinde gelen genç adamlar, sünnet yatağına gidip ana-babayı tebrik ettikten sonra yanlarında getirdikleri hediyeleri ikizlere verdiler. İki top, iki tel çember, iki tahta oyun arabası, birer çift; yeni moda lastik-bez karışımı spor ayakkabı! Gıslaved!!! ( Bu ayakkabıları ne kadar çok sevip giyecektik!!! )

Akşam üzerine, saat beşlere kadar devam eden sünnet trafiği gelen gidenin giderek azalıp bitmesiyle sona erdi. Mahallenin pek çoğu, çoluk çocuk geldiler, yediler içtiler, eğlendiler. Çingene takımının müziği ile oynayıp zıpladılar.

Artık programın ikinci bölümüne geçilmeye başlandı

Günlerdir bu günün heyecanı ile yaşayan atölye mensubu kızlar, kendi biçip diktikleri ipek elbiseler içindeydiler. Ne kadar şık ve alımlıydılar!.. Gelen misafirlerin pek çoğunu zaten tanıyorlar; neşe içinde onlara yer gösterip oturtuyorlardı. Giderek artan kalabalık ve müzik takımının hengâmesi ile ortaya çıkan curcuna; bu olağan üstü akşama çok değişik renkler eklemekteydi.

Ana kapıdan giren Nedim Kural ailesini Annem, Nihal Teyzemin koluna girerek , avludaki özel bölüme taşıdı. Orası, Nedim Amcamın yer alacağı baş köşeydi...

Özenle bağladığı papyonu , koyu renk elbisesinin sağına dikkatle tutturulan İstiklâl Madalyasının pırıltısı içinde gururlu ve neşeliydi.

Onun gelişini haber alan Harbiyeliler, orta kattaki sohbetlerini bırakarak , süratle aşağıya inip elini öptüler.Onun yerine oturmasını bekledikten sonra , arkasında ayakta duruşa geçip beklediler. O her birinin hatırını sordu, Günlerinin nasıl geçtiğini öğrendi. Memnuniyetleri yüzlerinden belli olan gençlere : “Bursa’ya bulaşan yakasından çıkaramaz haa.! “ diye şaka bile yaptı.

Annem, kızlarından birinin haber vermesi ile kapıya giderken genç Harbiyelilere de bir el işaretiyle gelmelerini istedi. Yolcularını ana kapının geniş açılımları önünde indiren faytondan inen Reha yarbay, karısının da inmesine yardım ederken , kapının iki tarafında da altı ASKER hazıroldaydı. Daha geçen yıla kadar okul komutanları olan subaya selam durdular. O her birini tek tek öptü. Gururluydu. Açık renk hâki üniforması ne kadar yakışıyordu. Cumhuriyetin ilk teğmenlerindendi. Onun da göğsünde babasının madalyası vardı.

Bizimkilerle olan tanışılma konuşmaları ile yavaş yavaş gelip, avludaki geniş ve uzun masada , Nedim Amcamın bulunduğu masadaki ayrılmış yerlerini aldılar. Işıklar’ın komutanının da geldiği haberi arkalardaki bahçelerde yayılınca; bu efsane askerî okulun komutanını görmek isteği ile yığılan misafir topluluğu, avluda coşkun bir heyecan yaratıyordu.

Çingene klarnetçinin ilk üflemesiyle başlayan “ Dağ başını duman almış “ melodisi, topluluğun hep bir ağızdan başlattıkları ve herkesin bildiği O coşkuya dönmekte geç kalmadı. Alkışlar alkışlar… Çiçeklerle bezenmiş bu çok hoş masanın kenarında ayakta durmakta olan Reha yarbay herkese teşekkür etti, mutluluğu belirtti.

Önce sunulan şerbetlerin ve kuruyemişlerin sunulduğu masada Nedim amcamla, babamla sohbete geçmişken, kendisiyle gelmiş ve Onu uzaktan göz takibine almış emirerine belli belirsiz yolladığı işaretle onun evden çıkıp bir yere gönderdiğini kimse fark etmedi. Pek fazla geçmedi. Belki onbeş dakika... Bir kaç sokak ötede bulunan karakolun oralardan giderek yaklaşan boru- trompet ve davul sesleri; askerî bir hava içinde giderek yükselmekteydi. Söylenen marşlar, ve sadece milli bayramlarda duyulan bir bando melodisi; bu eski- tarihi sokaklar içinde yankılar yaparak ilerliyordu. Evlerin açılan pencereleri; ardına kadar açılan kapılar, koşuşturup duran büyüklü küçüklü çocuklar, gençler, yaşlılar... Ne oluyordu?

Şaşkın ve ne olduğunu anlayamayan insanlar, bu hengâmenin arkasına geçmiş, yollara dökülmüştü.Gördükleri karşısında afallayan , ama bunların kim olduğunu hemen bulan pek çok çocuk :” Işıklar, Işıklar ! Bunlar Işıklar!! Işıklar geliyor, Işıklar geliyor..! diye bas bas bağırıyorlardı.

Annem ve Nedim Amcam durumu kavramakta gecikmediler. Ama ; nasıl ve niçindi?

Okulun talebe bandosundan meydana getirdiği bir takımı ve son sınıftan iki manga talebeyi karakol önüne getiren ve orada bekletmiş olan Reha yarbaydı. Bu genç topluluk , aldıkları talimat-emir üzerine ; işte tam bir askerî düzen ve uygunlukla , başlarında sınıf çavuşları olduğu halde evin önüne geldiler. Gelenler, içerdeki arkadaşlarının bir sınıf altında olanlardı.Kardeşleri, arkadaşlarıydılar. Hepsi de alkışlar ve yaşayın- varolun sesleri içinde bahçelere alındı. Altı Harbiyeli biraz şaşkın, ama sevinç ve mutluluktan uçacak gibiydi. Bu ne güzel bir şeydi. Bu; Ayı Boğanın Reha beyle uygun bulup icat ettikleri bir olaydı.Annemin meraklıtuvalet; Yıldız ‘da da o elbise vardı.Avlunun ortasına gelen Nedim Amca, yanına alıp ortaya getirdiği Süha ve İsmet’in omuzlarına kollarını koydu ve küçük bir konuşma ile, herkesin tanıdığı bu gençlerin sözlendiklerini ilân edip, saadetler diledi. Aslında bunun bir –söz-olmaktan öte, nişanlanma olduğunu bilmeyen yoktu ki . Küçük bando Harbiye marşını seslendirirken, bütün misafirler neşe içinde , el çırparak buna katılmaktaydılar.

Halime’nin şıklığı, Yıldız’ın muhteşem görünüşü büyük hayranlık uyandırmıştı.Süha, Onun göz kamaştırıcı güzelliği karşısında erimişti.

Kanun-cümbüş- klarnet ve darbukanın çılgın nağmeleri arasında başlatılmış olan yemek-içecek çabaları; ortada oyun havaları ile kurtlarını dökenler; o masadan diğerine gidip gelmeler; kahkahalar; çocuk sesleri; tebrikler; darısı falancaya filancaya niyetlenmeler; Sakarya-İzmir_ Çanakkale vb. marşların seslendirilmeleri… Nail ustaya bu güzel yemeklerinden ötürü övgüler………

Bir saat kadar kalan Reha yarbay, getirdiği talebelerini saat 23. e kadar orada bırakarak, eşiyle ayrılıp giderken, tekrar görüşmeyi arzular gibiydi. Okulun genç askerleri, o saatte vedalaşıp , kendilerini bekleyen araçla geri döndüler. Yavaş yavaş ayrılıp saadetler dileyen dost, akraba ve komşular iyi temenniler bırakarak çekildiler.

Mahmut ve ailesi, derin minnet duyguları içinde; ikizleri kucaklayıp evlerine taşırken, yatağı da bozuk kaldırdılar. Yatak –yorgan, yastık-örtü hızla yerleri buldu.

Babam, “ Altıparmak “ roman müzik takımının da ayrılıp gitmesine izin verdi.

Kırılan birkaç bardak tabak , biraz basılmış çiçek tarhları , yerlere dökülmüş kuru yemiş artıkları dışında görülen her hangi bir hasar yoktu. Yarın sabah erkenden gelecek olan Mahmudun karısı-kızkardeşi ve baldızı her şeyi yıkayıp kurulayıp kaldıracaklar, lokantadan gelen her şey de geri götürülecekti.

Son misafir ve yakınların da uğurlanmasından sonra , nihayet – bizbize- kalınmış , bahçe ışıklarını kapatan babam gelip, Nedim amcayla sohbete başlamıştı. Annemin ricası ile Hüsnü ve Nihat dipteki sandık odasında duran gramafon ve taş plakları getirip , masanın avlunun ortasına yakın yerine koydular. Şimdi artık biraz da dans edilmeliydi. Dün akşamki o seçkin coşkuyu bir kere daha yaşamak isteyen gençler de bunu beklemekteydiler.

Ortada duran birkaç küçük masa ve sandalyeleri süratle bahçe tarafına taşındı , ortada oldukça rahat bir alan , pist meydana getirilmiş oldu. Dönmeye başlayan tango plağı ile ilk dansı açan Annem ve Nedim amcam oldu. Gençleri teker teker eşleştirerek ortaya, yanlarına çektiler. Babamın çabucak kurup, yeni plaklarla devam ettirdiği melodi akışı ile döndüler döndüler.Ne çabucak öğrenivermişlerdi . Onları gururla seyredenler, sık sık alkışlıyorlar , ortada görünen bu güzelliğe gıpta ile bakıyorlardı.

Daha sonra Annem udunu getirtti , Nedim amcam da yanında bulunan neyini ortaya çıkarınca musikimizin güzel örnekleri , şarkıları ortaya döküldü. Rumeli’nin , Bursa ve yöresinin oynak türkü ve havaları ile; Nedim amcamın nükte ve şakaları gecenin daha da güzelleşip zenginleşmesini sağladı.

O günlerde yaşanan bu yedi-sekiz gün ve bu günlerin içinde bulunanlar, kazandıkları bu anıların ne kadar büyülü olduğunu ; sonraları yaşayacakları geleceğin hırçın iniş çıkışlarına sahip olduklarında daha iyi anlayacaklardı.

Hayatın bazen doğurduğu olanaksızlıklar , çaresizlikler , seven gönüllerin kavuşup ayrılmaları , görev mecburiyetlerinin var ettiği zorluklar , hastalıklar , hatta, hatta âni ve beklenmeyen ölümler….Doğanlar , doğurup büyütenler, gülüp-ağlayanlar , hep olacaktı.. “İNSAN”ın kaçınılmaz kaderi, bu yaşam havuzu içindeki dalgalarla boğuşarak, bata-çıka yüzmeye; sâkin ve fırtınasız bir sahile varma uğraşı içinde devam edip gidecekti..

SENİN İÇİN…….

Uzak yerlerin çocuğu olmak yetmez,

Yakına gel..

Bu sevda çiçeğini saklı tuttum hep,

Gölgelerde büyüttüm.

Bir bir yapraklarını öptüğüm günler var,

Kimselerce bilinmez..

Işıklar renk açınca Onu Sana vereceğim.

Ateş böcekleri şarkıya başlayınca..

Yağmur dinsin , Sana geleceğim ;

Geçtiğim yollar görünmez..

Suskun , ve de hain bir zaman çırpıntısı ;

Kanatsız kuşları göreceğin

Ve yalnız Senin bileceğin bir günde geleceğim.

Kanımda yuvarlanan dünyalar var.

Bir kuyruklu yıldız gibi yanıcı

Ve tutulmaz bir hızla akıcı.

Yön belli, Sana dönük..

Yansam da seveceğim..

Çok uzak yerlerden rüzgârlar alıyorum.

Kapkara gözlerin, gözlerimde

Büyüdükçe büyüyor..

Yaktığın ışıklar neden sönük ?...

Uykunda öpeceğim Seni..

Öylesine yumuşak ve sessizce ,

Duymayacaksın ..

Asırlar eskitti özlemim ;

Yanındayım ; gün gelince .!!..

ONLARIN HİKAYESİ-20-

DEVAM EDİYOR....

 
Toplam blog
: 53
: 469
Kayıt tarihi
: 03.10.08
 
 

1- Ankara 1938 doğumlu 2-İlk ve orta eğitim- Bursa - 3-Lise terk ve Hv. Kvv.Teknik Okullarından Mu..