Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Nisan '14

 
Kategori
Öykü
 

Onu öyle sevmişti ki...

Onu öyle sevmişti ki...
 

Ruh mudur dağılıp uçan/ Yoksa zaman mıdır/ çürüten bedenlerimizi...


Selin, o sabah erken uyandı! Oysa, Pazar günleri genellikle biraz geç kalkardı. Hava kapalıydı, yağdı yağacak... Ruhu gibi özgüvenini de baskı altına alan kara bulutlarla kaplıydı gökyüzü...

42 yaşında, orta boylu,  balıketi kıvamında bedeni ve beyaz teniyle dikkatleri üzerine çekebilen, üniversite mezunu bir ev kadını... Bu balıketi hâ li aslında son iki-üç yılın eseri... Önceleri incecikti. Kısa süren birkaç iş denemesi dışında pek çalışmamış, 14 yıllık evliliği boyunca eşini adeta taparcasına seven bir kadın. Çocuksu ses tonu eşliğindeki sempatik hal ve tavırları, misafir ağırlamadaki maharet ve becerileri onu çevresi için vazgeçilmez kılmaktadır. Coğrafyamızda güngörmüş her kayınvalidenin gelini olarak görmek isteyeceği türden bir gelin... Yalnız başına aldığı duşun ardından yarı ıslak saçlarıyla güzel bir kahvaltı hazırladıktan sonra masaya gözlerini ovuşturur bir halde oturan Erkan’ı görür. Ona dönerek  “Günaydın canım, nasılsın bakalım!” der... Ardından da, dün gece sevişirlerken sorduğu -ama tatmin edici bir yanıt alamadığı- soruyu -yerli yersiz demeden- yeniden yöneltir “Hayatım, beni hâ   güzel buluyor ve seviyorsun, değil mi?”

Gece yetmiyormuş gibi sabah sabah da soğuk bir duş gibi üzerine yağan bu apansız soruya rağmen eşi Erkan’ın yanıtı gecikmez “Hayatım, biliyorsun ben senin daha çok ruhunu seviyorum!” (*)

Selin’in o çocuksu ses tonuyla ve yeni bir soruyla karışık acil yanıtı, çaydanlığın buharı ve kızarmış ekmek kokusuyla karışık halde geniş mutfağa yayılır: “Biliyor muyum, nasıl yani? Daha çok ruhumu sevdiğini mi?”. 52’sinde, çekici bir biçimde kırlaşmış şakaklarına rağmen hala saçı başı yerinde, biraz bombe yapan göbeğine karşın atletik görünümünü (haftada üç gün spor yapmanın da verdiği destekle) koruyan Erkan, geniş omuzlarını geriye atarak kısa ve donuk bir ifadeyle sadece “Evet” demekle yetinir. Onun da -aslında çoğu kişide rastlanan- bir huyu vardı: uzaktakilere, yeni tanıştığı kişilere son derece içten ve sıcak davranırken nedense yakınlarından çoğu kez bunu esirgerdi. Bu kısa yanıttan tatmin olması mümkün olmayan Selin, karanlıkta yolunu bulmak için el fenerini hızla sağa sola çeviren kuşkucu bir genç kız edasıyla yeniden atılır “Dur dur! Peki, şu ruh meselesi, felsefi anlamda mı yoksa dinsel manada mı?”. “Nasıl yâni?” diye sorar Erkan, yine o cinselliğini yitirmişçesine donuk sesinin eşliğinde kısa ve kararlı sözcüklerle… Bir yandan da lise tiyatro kolunda Kral Lear’i oynadığı dönemlerden miras kalan bir refleksle sol kaşını da kaldırarak… Selin’in sorusunun arkası da gecikmez” 'Ruh', felsefi anlamda zat’ı, kişiliği ifade ederken diğer anlamda ölüm sonrasında da yaşayan metafizik varlığı temsil eder de, o bakımdan!”

Hayatın sırf yaşanarak anlaşılmasındaki yetersizliği bilen, bu yüzden kişiliğine seslenen yazarlardan ayda en az bir kitap bitiren Erkan’ın bu seferki yanıtı (bu özelliğini inadına maskelercesine) daha da ilginç olur, “Hangisini beğenirsen o olsun hayatım! İstersen her ikisi de diyebiliriz. Hoş sonuçta aynı kapıya çıkmazlar mı zaten?”. Onun bu kısmi duyarsızlığının ardında, gençliğinden beri kurduğu bir hayâlin artık iyice silikleşen izleri de egemendi! Küçük formasını giydirip omuzlarına aldıktan sonra derbi maça götüreceği doğmamış oğlunun hayâli... 

Selin’in çocukluğu ve genç kızlığı ise, babası başta olmak üzere ailesi ve yakın çevresi tarafından güzelliği hususunda sürekli pohpohlanarak geçmişti. Doğal olarak da etrafında hep bu iltifatları arar... Erkan’la 14 yıllık çocuksuz evliliklerinin de getirdiği monotonlaşma süreci içinde bu diyalog canını daha da sıkar. Eşi tarafından artık güzel bulunmadığı hatta sevilmediği (‘ruh’ da neyse!) hususunda içten içe taşıdığı düşünce artık benliğini daha da fazla sarmaya başlar...

Bir akşamüzeri,

"Aşk, aşktan sonrasını düşündüğümüzde sona erer..." sözüne inat Erkan'a olan aşkını evliliği boyunca da koruyan Selin, artık eskisi kadar sevilmediği düşüncenin duygusal açmazları ile içten içe giderek daha fazla yüzleşmektedir... Bu ruh haliyle kocası için bir sürpriz planlar. Onun kendisine karşı duygularından son kez emin olma isteğindedir. Yoksa o da canı Erkan'a teyzesinin eniştesine yaptığını yapacaktır!

Bir gün kuaföre giderek saçına yeni bir şekil verdirir. Yüzünün hafif tombul izlenimi veren görünümünü giderecek tarzda biraz kaynakla uzattırdığı saçlarını yandan içeri doğru şekillendirtir. Arkadan bombe yaptırarak onlara modern bir hava verirken, aralara attırılan kumral röflelerle de çekiciliğini pekiştirir. İstinye Park’taki ünlü bir mağazanın marka ürünlerinden sezon indiriminde aldığı, solaryum yanığı tenini çingene pembesi rengiyle yarattığı kontrastla daha da çekici kılan, ince askılı, bordo puantiyeli, üstü dar, altı kısa kloş elbisesini giyerek o akşamüzeri kocasını iş dönüşü öyle karşılamayı planlar... Üstelik bu elbise nedense son iki aydır daha bir belirginleşen karnını da gizlemiştir... 

Selin'in o gece için hazırlıkları tamamdır ama Erkan, iş dönüşü yoğun trafiğe takılmıştır yine... Her günkü gibi Saraçoğlu Stadı yakınlarından geçerken, doğmamış oğlunun yanında formasıyla oturduğu hayâ li ona bu keşmekeş trafiği bir kez daha katlanır kılmıştır. Saat sekize çeyrek kala ancak gelebildiği evinin kapı eşiğinde karısı Selin'i bu haliyle görüp şaşırır. “Hayırdır, bu akşam da misafir falan mı gelecekti? Önceden hiçbir şey söylemedin ama!”. Selin’in donuk ve içine kaçmış gibi kısık bir ses tonuyla yanıtı gecikmez: “Yok yok. Öylesi heyecanlanma! Misafir falan yok! Bu gece seni böyle karşılamak içimden gelmişti, sadece o kadar!”. “Duş alıp bir sakal tıraşı olarak çıkmam gerekiyor hayatım. Çinli bir heyet var biliyorsun. Gece de onlarla iş yemeği… Gönüllerini hoş tutmak için de bir-iki eğlence mekânına bile uğrayabiliriz” diyen Erkan’ın yanıtı yüz hatları zaten gerginleşip sol gözü seğirmeye yüz tutan Selin’i durduğu yere sanki çakılı bırakır. Aşkı, sevdayı acıya dönüştüren şeyin, diğerine göre daha az sevenin -daha çok seven üzerindeki- egemenliğini bir kez daha fark etmesiydi belki de onu asıl donduran... “Ama sen keyfini bozma, git ve yemeğine katıl. Önce iş tabii ki!”. Büyük ölçekli bir ithâ lat-İhracat firmasında finans koordinatörü olarak çalışan Erkan’ın aceleyle daldığı banyonun buharına karışıp nemli seramiklere çarparak yankılanan oldukça boğuk sesi duyulur:”Keyif mi? İş hayatım, iş! İyi misin sen tatlım?”

Erkan,

O gece iki buçuk gibi eve dönebilmiştir. Biraz çakırkeyif ama oldukça da yorgundur. Eşinin ayakta mı hatta evde mi olup olmadığını fark etmeksizin doğruca yatak odasına yönelir.  Bağlarını ancak gevşetebildiği ayakkabılarını bile çıkartamamıştı ki yorgun bedenini alelacele attığı yatağın boş olduğunu fark ederek şaşırır!  Bedenine tezat diri ve kaslı kolunu uzatarak komodinin üzerindeki ana yadigârı klasik İngiliz tarzı gece lambasını yakar. Lâmbanın hemen yanında birlikte çektirdikleri düğün fotoğrafı... Birbirlerine aynada kendilerine bakar gibi baktıkları... Onun hemen yanında pembe bir post-it kâğıdına (Selin’in saf ve temiz yüreğini yansıtırcasına) düzgün bir el yazısıyla yazılmış nota ilişir gözü…“ Ben, anneme, Kuşadası’ndaki yazlığa gidiyorum. Ne zaman dönerim ya da dönebilir miyim şimdilik bilemiyorum. Bu kararımda iki aylık hamileliğimi sonlandırıp sonlandırmama yolundaki tercihim de etkili olacak! Yine de bu ani gidiş için bağışla Erkan. Kendine iyi bak! Selin”

Gözleri buğulanan, stresten çene kemiği titreyerek dişleri birbirine çarpmaya başlayan Erkan’ın dehşetle açılan gözleri bu kez yatak odasında Selin’in her daim makyajını tazelediği tuvalet aynasına takılır. Üzerine teyzesinin ona hediyesi olan rujla yazılmış yazıya “Seni hep sevmiştim Erkan! Ya sen, beni?”.

İ. Ersin KABAOĞLU,

25 Nisan 2014, Ankara

Not:(*) Öykü, bir yazı atölyesinde "Beni güzel buluyor ve seviyor musun?" diye soran kadına, erkeğin, "Ben senin ruhunu seviyorum" yanıtı üzerine yazılması istenilen bir ödev çerçevesinde kurgulanmıştır. Anneler günü vesilesiyle, doğ(a)mamış tüm çocukların hüznü derin annelerine armağan olsun!

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..