Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ağustos '14

 
Kategori
Öykü
 

Onulmaz Kırıkları Vardı Yaşamın

Onulmaz Kırıkları Vardı Yaşamın
 

Kış gelmeden kırık camı değiştirmeliydi. O da çocuk olmuştu; ama hiç cam kırmamıştı. Emindi, şimdiki çocukları şiddete iten bilgisayar oyunlarıydı. Mahalledeki PileySiteyşıncıyla kaç kez konuşmuştu da herif git işine der gibi bakmıştı. Çocukları da çekmişti bir gün kenara;

Az çilemizi çekmedi şu koca incir!
Bütün yazı tepesinde geçirir, meyvelerini yerdik.
Düşüp kuruyanlarla da 'incir savaşları' yapardık.
Büyüdükçe kazıdığımız kalpler de yükseldi.
Belinden tutup kaldırırdık sevdiğimizi.
Tarladan aşırdığımız domatesler, biberler.
Teneke üzerinde pişirdiğimiz midyeler.
Kanatlarından tuttuğumuz kelebekler.
Gazete kağıdından şeytan uçurtmaları.
Elimizi kolumuzu sokan arılar.
Yaraya basılan ekmek lapası.

'Çocuk uyuyor, başka yerde oynayın.' derdi Fatma Abla. Bütün gün ayvaları beklerdi Cemalettin Amca! İşte böyle geçti bizim çocukluğumuz. Sizin aklınız neden hep vurup kırmada demişti de almıştı ağzının payını. O kendi işine baksındı. Domatesi, biberi pazardan alırlardı; kim iplerdi Fatma Abla’yı.

Ne salkım söğütün dalları ne de yağmur giriyordu kırıktan; ama güzel de gözükmüyordu. Necla bir sabah çay içmeye gelmişti. Gel sana odamı göstereyim derken de utanmıştı. Sonra da gülmüşlerdi. Onlar birlikte büyümüşlerdi ve o odada koyun koyuna uyumuşlardı da. Yadigâr Hn Necla’yı çok severdi; ama annesine karşı hep mesafeliydi. Bir gün dayanamayıp nedenini sormuştu. “Sen doğmadan önce taşındım bu mahalleye. Karnında bebeğiyle dul kalmış genç bir kadındım. Kapımı bile çalmadılar! Senden bir sene sonra da Necla doğdu ve ciyak ciyak ağlıyordu yavrucak. Anası olacak kadının sütü yoktu. Daha fazla sabredemedim tabii; gittim yanına, aldım Necla’yı elinden, verdim mememi ağzına. Çocuğun karnı doydu, neşesi yerine geldi. Artık her gün emziriyordum. Bir mememde sen diğerinde Necla, böyle büyüdünüz işte.” demişti.

“Aa, bu cam kırılmış Burak! Neden değiştirmiyorsun?”

Görmemesi için perdeyi çekmesi yetmemişti. Aydınlık delisi Necla odaya girer girmez perdeyi açmıştı. Elbette ki ona, “Otuz liram yok, ay başını bekliyorum.” diyemezdi.

“Çocukların sapanından seken taş kırdı herhalde. Ben de yeni fark ettim. Değiştireceğim bir ara.” demişti.

Necla’yı çok seviyordu. Necla da onu seviyordu; ama onlar süt kardeşti. Acı gerçeği biliyorlar, inadına kopmuyorlardı. Bir gün dayanamayıp annesine, “Necla’yı neden emzirdin ki?” dedi. Gözleri doldu kadının, sessizliğe sığındı.

Babası o doğmadan ölmüştü. İş yerinde kalp krizi geçirmişti. Çok şey anlatmazdı annesi. Biricik oğlu üzülmesin isterdi. Hem annesi hem de babası olmuştu. Çok severlerdi birbirlerini. Bağlanan üç kuruşla yıllar boyu yaşam savaşı vermişlerdi. Annesi temizliğe gittiği evlere onu da götürürdü. Oturduğu köşeden kalkmaz, oracıkta uyuyakalırdı.

Okumayı öğrenir öğrenmez yaptığı ilk iş annesinin odasındaki komodinin üzerinde duran fotoğrafın arkasındaki yazıyı okumak olmuştu. Fotoğrafta annesi oturuyordu, babası ise ayaktaydı ve sol eli annesinin omzundaydı. El yazısını okumakta oldukça zorlansa da sonunda okuyabilmişti;

Yadigâr’ım!
Güneşi kamaştıran gözlerindi vurulduğum.
Dalgalarıydı saçlarının, aşka tutulduğum.
Öyle diledim ki seni, hayalim gerçek olsun.
Duydu Râbb’im sesimi, al dedi senin olsun.

Senin olan, Hayri. 

Demek ki babası ne çok sevmişti annesini. Resmi öperken yakalandı bir keresinde. Sarılıp öpmüştü oğlunu kadın. Gözyaşlarını saklayamamıştı. Neden bu kadar çok ağlıyordu! Herhalde o da çok özlüyordu!

Liseyi zor bitirdi. Dershaneye verecek paraları yoktu ve üniversiteyi kazanamadı. Bir sene daha beklemesine gerek yoktu. Askere gitmeye karar verdi. Acemi eğitimini Manisa’da yaptıktan sonra Erzincan’a dağıtım oldu. Annesi iki ayda bir ziyaret etti. Her seferinde de dolmalar, börekler, kurabiyeler götürdü. Bir keresinde Necla da takıldı peşine. Üniversite konusunda şanslıydı genç kız ve Marmara Üniversitesi İşletme’yi kazanmıştı. Uzun süre ayrı kalacaklardı; ama dayanacaklardı. Askerden sonra üniversite sınavına tekrar girecekti, girmeliydi. Necla öyle istemişti. Ayrılık anları öyle zordu ki...

Sayılı gün bitti, döndü ana ocağına; ama bir daha üniversite sınavına girmedi. Bir güvenlik şirketine başvurdu. Mülakat ve yazılı sınavdan sonra kabul edildi. İlk iki yıl AVM kapısında dikildi, sonra havaalanı dönemi başladı. Vardiyalı çalışma şartları çok ağırdı; ama turistlerle çat pat İngilizce konuşmak hoşuna gidiyordu. Bir gün nöbet değişiminde yanına yaklaşan biri ona Türkiye’nin en güçlü güvenlik şirketinde görev teklif etti. Büyük bir bankanın güvenlik elemanı olacaktı. Maaşı iyiydi ve çalışma saatleri de bankadaki memurlarla aynıydı.

Uzun yıllar boyunca ana oğul birbirlerine yetmeye alışmışlardı; ama Yadigâr Hn artık oğlunun evlenmesini istiyordu. Gönlü Necla’dayken bu nasıl olacaktı! Belki de müftüyle konuşmalıydı.

Her sabah durağa kadar 15 dk yürüyor sonra da tramvayla 45 dk gidiyordu. İndikten sonra da 10 dk yürümesi gerekiyordu. Olsundu, mutluydu. Özelikle de emeklilerin maaş günlerinde banka önü pek civcivli oluyordu. Hele bir Şakir Amca vardı ki -biraz fazla konuşurdu; ama- sohbetine doyulmazdı. Emekli kaymakamdı, bilgi birikimine ve inanılmaz hafızasına şaşırmamak mümkün değildi. O’nun geleceği gün özellikle daha erken çıkardı evden ki rahatça dinleyebilsin, merak ettiklerini sorabilsin. Necla'sından da bahsetmişti ona. Tanrıya yalvarın, bir de kurban kesin sonra da evlenin demişti yaşlı adam da aileleri ikna etmek kolay değildi.

“Ya bir gün de benden sonra gelsen Şakir Amca!”

“Yaşlanınca uyku haram evlat. Hanım kalkıp da vır vıra başlamadan çıkıyorum evden.”

“Yaşımız geldi otuza! Bizde kavuşabilsek yavuklumuza da vır vır etse başımızda.”

“Kadriye Teyze’ni iki kez istedim, vermedi babası. Kaçırmaktan başka çarem yoktu. Neyse ki araya büyükler girdi de Hacı Mehmet Amca sayesinde evlenebildik. Mehmet Amca dediğim de Bekiroğlu Ailesi’nin en büyüğüydü. Her sene umreye gider, yanında da üç beş kişi götürürdü. Küçük kardeşi Faik de bir dönem belediye başkanlığı yapmıştı; ama karısının şirketine usulsüz iş verdiği için hakkında soruşturma açılmıştı. Bakanlık müfettişleri gelmiş, Faik’i epey terletmişlerdi. Oysa işin aslı başkaydı. Baldızının kocası Serkan bazı şirketleri ayarlamış, yengesini kullanarak bacanağına fahiş fiyatla mal satıyordu. Baldız Emel de ablasıyla Serkan’ın yakınlığını kıskanınca valiliğe ihbarda bulunmuştu. Yer yerinden oynadı tabii. Kardeşler kocaları değiş tokuş edecek hale geldi. Ee küçük şehir, dedikodular çabuk yayılıyor. Faik'i görevden aldılar. Mehmet Amca da -oyalansın diye- kardeşine bir benzin istasyonu verdi. Koskoca belediye başkanının düştüğü hali görenlerin yüzündeki üzüntü ifadesi yanından ayrıldıklarında bizim arsayı imara açmadı eşşoğlu, oh olsun'a dönüşüyordu. Daha haftasında istasyon müdürü Mahmut’la dalaştı. Herifi tuvalette tezgâhtar kızla basmıştı. Onca mutsuzluğun üzerine bir de Emel'in boşanacağını ve belediye başkanıyken yardımcısı olan Erdem’le evleneceğini duyunca yıkıldı. Ablasını alacağıma kardeşini alsaydım serzenişleriyle ömrünü tüketen Faik için derin bir darbeydi bu. Aslında Erdem’i severdi de kardeşi Kadir itin tekiydi. Başı dertten kurtulmaz, Erdem de başkana yakınırdı. Herhalde otuz yıl olmuştur; öyle bir halt yedi ki bu Kadir, ayyuka çıktı! Sen git evli bir kadını ayart, yetmezmiş gibi bir de hamile bırak! Yadigâr'dı galiba kadının adı. Meğerse kadının kocasının çocuğu olmuyormuş. Kadın boşanmak isteyince de kabul etmemiş; ama birkaç ay sonra karnı belli olmaya başlayınca adam çıldırmış! Ailesi Kadir'i hemen kaçırdı şehirden tabii. Sonra duyduk ki talihsiz Hayri o namussuz kadına ve bebeğine kıyamamış, intihar etmiş.”

 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..