Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Mart '07

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Onun adı mutluluk. (2)

Onun adı mutluluk. (2)
 

Adını mutluluk koyduğum Burak Side’ nin maskotu gibiydi adeta. Bırakın Side’ yi, Side’ ye yolu düşmüş olan herkesin aşina olduğu bir yüzdü onunki. Nerdeyse yirmi dört saat nöbet tuttuğu Side sokaklarıydı, ona bu haklı unvanı kazandıran.

Hiç kimseyi ayırt etmeden herkese eşit olarak dağıttığı sevimli gülümsemesinin yanında, bir de yanından hiç ayırmadığı bir torbası vardı Burak’ ın.

Hazır bu kadar yakınlaşmışken ona içinde ne olduğunu çok merak ettiğim torbasını gösterip, gösteremeyeceğini sordum bana. Pek gönüllü olmamakla beraber torbasının içine bakmama izin verdi Burak. Bu torbanın içinde bizim ilgimizi çekebilecek fazla bir şey yoktu elbette. Biri bozuk olan iki hesap makinesi, sayfaları sararmış ve yarılanmış halde bir fazilet takvimi, üstünde harflerin yazılı olduğu legolar ve bir kaç oyuncaktan ibaretti bütün mal varlığı.

O hesap makineleriyle ne yapıyordu acaba?

İşadamları gibi oturup hesap kitap yapacak hali yoktu tabii.

Üzerinde rakamların ve harflerin yazılı bulunduğu Legoları ise zorda kaldığında kullansın diye ailesi vermiş olabilirdi. Biraz hesap kitap biliyordu anladığım kadarıyla.

Ya takvim; yaprakları sararmış o eski takvim parçasını niye taşıyordu torbasında.

Oyuncaklar ise malum, yaşı yirmi iki olsa da, iç dünyasında o bir çocuktu hala.

Ya; yağmur çamur, yaz kış demeden türkü evinin önünde nöbet tutmasına ne demeliydi. Side’ de eğlenilecek onca mekân, bar disko varken üstelik.

Ne buluyordu türkülerde acaba?

Neydi onu sabahın ilk ışıklarına kadar türkü evinin önünde tutan neden?

Benim gibi bir türkü delisi olması mı, yoksa başka bir şey mi?

O türküleri dinlerken her bir köşesi cennet olan yurdumun dağlarında gezen koyunların boynundaki çan seslerini duyabiliyor muydu örneğin? Ya da; dünyaya kafa tutarcasına yükselen heybetli dağların yamaçlarına kümelenmiş, tonlarca dinamitin bile parçalayamayacağı kadar sert kayaların arasından arsızca fışkıran suların sesini… Sürüsünü kurda kuşa kaptıran bir çobanın acısını da ayırt edebiliyor muydu acaba, onca enstrümanın arasında sesi hüzünle flört eden kavalda. Ya; sevdasını kilimlere dokuyarak anlatmaya çalışan köy kızlarının bastırılmış gizemli serzenişlerini.

Onun iç dünyasını tam olarak bilemediğimden net bir yanıt bulmakta zorlanıyordum fakat türkülere eşlik ederken elleriyle tuttuğu ahenkli ritimden, hepsini olmasa da birçoğunu algılayabildiğini görüyordum. Aslında oraya türkü dinlemeye gelen ve alkolün ölçüsünü fazla kaçıran birçok kişiden daha fazla algılayabiliyordu Burak türküleri. Burak’ı çok sevmemin bir diğer nedeni de buydu işte.

Biz yukarının sıcacık ortamında eğlenirken kar kış demeden sürekli ayakta duran Burak yalnızca türkü dinlemiyordu sokakta. Bir taraftan türkü dinlerken diğer taraftan da yavaş yavaş evlerine gitmeye hazırlanan kişilerin araç kapılarını açıp, bir krala veya kraliçeye refakat ediyormuşçasına kapatarak yine nezaketle uğurluyordu onları. Arkalarından el sallamayı da ihmal etmeden, görevine son derece bağlı bir insan edasıyla.

Dedim ya Side’ nin maskotuydu o.

Ünlü sayılabilecek birçok kişiden daha fazla tanınıyordu.

Ve bizim bitmek tükenmek bilmez hırslarımızla birbirimize zehir ettiğimiz dünyamız, onu hiç mi hiç ilgilendirmiyordu.

O kendi iç dünyasında gayet mutluydu.

Onun dünyasında bizi ilgilendiren hiçbir şey yoktu kısaca.

Onun Adı Burak.

Adresi mutluluktu!...

 
Toplam blog
: 669
: 1503
Kayıt tarihi
: 19.01.07
 
 

Bir on dört mart sabahı güneş henüz arz-ı endam ederken üzeri yongalarla kaplı, küçük pencereli, ..