Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Eylül '13

 
Kategori
Öykü
 

Onun yaşadığı 'aşkmış'

Son günlerde yine aklına takılmıştı o sıralar yaşadıkları. Kafasında cevap veremediği bir soruydu.

Şimdi yine; sanki yine o yılları yaşıyor gibi; aklından akıp gitti yaşadıkları.

Mühendislik öğreniminde ikinci yılıydı. Aklına o sıra ‘yıllar önce çocukluk günlerinden’ sevdiği kız gelmişti. Hani ‘çocukluk aşkı’ denir ya? İşte öyle bir şey… O kızı yine rüyasında görmüştü ve o günden sonra da bir türlü aklından çıkmıyordu.

Daha önce de böyle aklına geldiği çok olmuştu o kız. Ancak bu kez durum farklıydı.

İçinde o kızı görmek ve ona sevdiğini söylemek adeta tutku haline gelmişti. Derste, kaldığı evde gezdiği her yerde aklından çıkmıyordu. Son günlerde uykuları kaçıyor; içinde onu yakan bir ateş oluşuyordu.

O sıra sanki birileri boğazını sıkar gibi oluyor; bir fırının karşısındaymış; ya da kızgın güneşin altında kalmış gibi yanıyordu sanki.

Gidip ona ‘seni çok seviyorum’ deme düşüncesi aklından çıkmıyor; ancak onun ters bir cevap vermesi ihtimali aklına gelince de yerinde duramıyordu. Bu sırada sanki karnı sancıyormuş gibi kıvır kıvır kıvranıyordu.

O gün de öyle olmuştu. Bitkin bir şekilde kaldığı evden çıktı; şehre giden otobüslerin durağına geldi; gelen ilk otobüse binip sahile indi.

Orada her zaman gittiği kafeye oturdu. Bir çay söyledi yavaş yavaş çayını içiyordu. Ama iç sıkıntısı ve içini kaplayan ateş her yerini sarmış, sanki yanıyordu. Halbuki gökyüzü pırıl pırıl; denizse hafif oynak dalgalarıyla masmaviydi. Yani tam keyifle yaşanacak mükemmel bir gün.

Böyle bir günde onun ateşler içinde olması çok şaşırtıcı idi. Elini alnına koydu. Ateş gibiydi. Kalktı çay parasını ödedi. Sahilde bir süre dolaştı; sonra birden durağa gitti; bindi otobüse eve geldi. Evin karşısındaki bakkaldan alıp iki bira aldı ve bahçe içindeki evin kapısından içeri girdi.

Evde arkadaşlarından kimse yoktu. Biralardan birini açtı oradaki yatakta başını geri doğru yaslandı. Kafasında ‘acaba gitsem mi?’ sorusu beliriyor, kendi kendine “mutlaka gitmeliyim” diyordu. Bu şekilde acaba diye sorarak, yine cevabını kendi vererek biranın birini bitirdi.

O sırada arkadaşlardan biri girip gelse kesinlikle onun çıldırmış olduğunu düşünürdü. İkinci birayı açtı. Gözü pencereye kaydı. Güneş batmak üzereydi ve hava hızla bulutlanıyordu. Biraz sonra o bildik bahar yağmuru başlayacaktı. Gök gürültülü ve sağanak şeklinde…

Aslında böyle havalara bayılır içi mutlulukla dolup taşardı. Ama şu anda içindeki yangın mutlu olmasını engelliyordu. Biraz sonra cama damlalar vurmaya başladı. İçinden ağlamak, doya doya ağlamak geldi. Kendini zor tutuyordu. Bu sırada ikinci birayı da içti. Sonra yatağa kapandı hüngür hüngür ağlıyordu. Bir süre sonra uyumuştu. Gece uyandı, üşümüştü. Ev arkadaşı da gelmemişti. Örtündü ve tekrar uyudu.

Sabah erkenden uyandı. Kalktı bahçeye çıktı. Oradaki kanepeye oturdu bir süre.

Hava açmış, bahar sabahının tatlı serinliği vardı, içi ürperdi. Hayret bu serinlikte bile içinde bir yangın vardı sanki.

Hemen içeri odaya girdi. Tıraş takımı ve diş fırçasını aldı. Lavaboda önce traş oldu. Dişlerini fırçaladı. Sonra kendine en yakışan gömleği giydi. Pantolon, ayakkabı derken hazırla evden dışarı çıktı.

O sıra cebindeki paraya baktı; ‘yeter’ diye karar verdi.

Aşağı meydana indi; gelen dolmuşa binip Konak’a geldi. Oradan garaja giden belediye otobüsüne binip otogara geldi ve o kızın bulunduğu şehre giden otobüsten bilet almak için gişeye yanaştı ve ‘otobüs kaçta?’ diye sordu. “Saat onda otobüs var” dediler. Saatine baktı sekize geliyordu. İki saat vardı. “Oraya kaçta varırız?” diye sordu. Oradaki adam “belli olmaz yolculuk hali bu. Allah nasip ederse akşam altıya doğru varırız” deyince biletini aldı.

Kendi kendine “tam zamanında varacağım. Akşam doğru onun okuduğu fakülteye gider onu bulup söylerim” dedi. Güldü; “ne söylerim?” diye kendine sordu. “Aptal niye gidiyorsun. Seni seviyorum çok seviyorum diyeceksin ya” diye kendine cevap verdi. Sonra “acaba ayıp olur mu? Ters bir cevap verir mi?” diye aklına geldi; ama içindeki yangının dineceği yoktu. Ok yaydan çıkmıştı bir kere. Sonucu ne olursa olsun gidip ‘onu çok sevdiğini’ söyleyecekti. Başka türlü yangınının geçmesine iç huzuru bulmasına olanak yoktu.

Bu düşüncelerle volta atıyordu. Gitti bir gazete aldı. Saatine baktı otobüsün hareketine beş dakika vardı. Çıktı koltuğuna oturdu. Bir, iki, üç, dört, beş diye dakikaları sayıyordu. Tam gitmekten vazgeçip aşağı inmeyi düşünüyordu ki otobüs hareket etti. Bir süre gazeteye baktı. Sonra arkasına yaslanıp gözlerini kapadı.

‘Uyuyor mu? Uyumuyor mu?’ hiç belli değildi. Yolda molalarda bile hiç yerinden kalkmadı. Öyle gözleri kapalı yolculuğu ve orada karşılaşacağı şeyleri düşünüyordu.

Uzunca süredir görmediği çocukluk arkadaşına ‘kendince aşkına’ gidecek ve “seni çok seviyorum; bunu söylemeye geldim” diyecekti.

Sizce de ‘çok acayip değil mi?’ Kız “hoppala bu da nereden çıktı?” dese ne olacaktı? Bu aklına gelince birden paniğe kapılıyor sonra “bunu sana söylemek zorundayım. Söylemezsem için için kendimi yiyip bitireceğim derim” diye içinden geçiriyordu.

O böyle karmakarışık duygularla kıvranırken otobüs anonsunda ‘şehre vardıklarını, on beş dakika sonra otogarda olacaklarını, otobüste herhangi bir eşya unutmamalarını’ söylediğini duydu.

Gözünü açtı. Etraf tanıdık geliyordu. Bir süre önce bu şehirde dört, beş ay kadar kalmıştı.

Otobüs otogara varınca otobüsten indi; baktı ‘saat altıyı’ gösteriyordu.

Hemen gitmekten çekindi. ‘Doğru kızın yanına mı gitsin? Yoksa buradan geri mi dönsün?’ Bu ikircik içinde gitti otogardaki pastaneye oturdu. Bir çay ve yanında bir şeyler söyledi. Yedi, içti saatine baktı. Yediyi geçiyordu.

Kalktı bir dolmuşa binip fakültenin bulunduğu semte gitti. Dolmuştan indi; orada eskiden bildiği otele gitti. Bir oda ayırtıp parasını ödedi. Bir süre otelin lobisinde oturdu. Kızın yanına gitmek için kendine cesaret vermeye çalışıyordu. O kadar yolu gelmiş, fakültenin yanı başında kitlenip kalmıştı. Saatine baktı ‘sekizi çeyrek geçiyordu.’

Dışarı çıktı. Hava hızla kararıyordu. Fakülteye yürüyerek geldi. Ana binanın içine girdi. Oradaki öğrencilerden birine kantini ve o kızı soracaktı. Karşıdan gelen bir gurup öğrencinin içinde o kızı gördü. Kız da onu tanımıştı. Arkadaşlarından izin alıp yanına geldi. Biraz şaşırmış hali vardı. Çok samimi bir şekilde “hoş geldin, hayrola bizim fakültede ne işin var?” dedi.

Haliyle çocukluktan tanıdığı bir arkadaşı idi. Onun için samimi davranmıştı. Ama o kızın bu sıcak davranışı ile kendinden geçmişti. Birden toparlandı “bu şehirde işim vardı; gelince seni görmek istedim” dedi. Kız önce “kantine girelim” dedi. Sonra vazgeçti “bahçeye çıkalım” dedi. Bahçede bir banka oturdular.

Etraftaki banklarda başka oturanlar vardı. Hoş beş sohbet ediyorlardı. Ama o bir türlü “seni çok seviyorum, bunu sana söylemek için geldim” diyemiyordu.

Konuşurlarken kızın bahçe ışıkları ile aydınlanan yüzünden, bal rengi buğulu gözlerinden gözünü ayıramıyordu. Adeta nefesini yüzünde hissediyor; ama bir türlü “seni çok seviyorum” diyemiyordu. Göz göze geldiler.

Kızla ertesi gün buluşup ‘sevdiğini orada söylemeyi’ aklından geçirdi ve çabuk karar verdi. Öyle yapacaktı.

Bunları düşünürken kızın bahçe ışıkları ile aydınlanan yüzüne, bal rengi buğulu gözlerine bakıyordu. Birden “çok güzelsin” dedi. Kız hiç cevap vermedi yüzü biraz kızardı. “Gerçekten çok, hem de çok, çook güzelsin” dedi. Kız biraz şaşkın bir şeyler söylüyordu. Ama o hiç duymuyordu. Birden kendini toparladı. “Yarın buluşalım, sana söyleyeceklerim var” diye kıza ertesi günü onu bekleyeceği yerin adını ve saati söyledi.

Kız “oraya gelmem çok zor; sen buraya gel” dedi, “şimdi söyle” dedi. O hala ‘yarın, orada buluşalım’ diyordu.

Paniğe kapılmıştı “seni bekleyeceğim; mutlaka gel” dedi. Kızın söylediklerini duymuyordu bile. Kalktı vedalaştı ve “yarın mutlaka bekliyorum; gel” dedi. Ve ayrıldılar.

Otele geldi. Sarhoş gibiydi. Oda çok küçük geliyordu. Boğulacak gibi oluyordu. “Acaba yarınki randevuya gelecek mi? gelmeyecek mi?” Bu sorularla sabahı zor etti.

Kalktı yüzünü yıkadı; giyindi aşağı indi. Saate baktı. Kıza “bekliyorum” dediği saate epey vardı. O sıra “akşam kalacak mısınız” diye soran resepsiyon görevlisine “hayır bu gün gidiyorum” dedi ve “hoşça kal” deyip çıktı. Dolmuşa bindi. Otogara geldi.

Geldiği şehre hemen hareket edecek otobüs vardı. Gitti biletini alıp otobüse bindi.

Kaçıyordu. Bu şehirden, kızdan, kendinden, duygularından kaçıyordu. Koltuğa yaslanıp gözlerini kapadı. Hiçbir şey düşünmüyor öyle titriyordu.

Birkaç kez otobüs görevlisi “hasta mısınız?” diye sordu.

Kendini toplamaya çalışıyordu.

Dünün muhasebesini yaptı. Kızın davranışlarından bir şey çıkarmaya çalışıyordu. Ama kızın o ışık altında gözünü kamaştıran güzelliği dışında bir şey hatırlamıyordu. Bu kez kendi kendine sormaya başladı ‘acaba geldi veya onu aradı mı? Acaba orada kalıp kızı beklese miydi?’ ‘Acaba? Acaba?’

Böyle sora sora kendi geldiği şehre döndü.

O günden beri zaman zaman kendine böyle ‘acaba?’ diye sorduğu oluyordu.

Şimdi tıpkı o yıllarda olduğu gibi yine içi yanıyor; o kız aklından çıkmıyordu.

Gözünü kapayınca o geceki yüzü olduğu gibi gözünün önüne geliyordu. Yıllar var ki onu görmemişti. Ama hala unutamamıştı. Unutamıyor içini “acabalar” kemiriyor; kimseye bir şey söyleyemiyordu.

Ta ki o arkadaşına rastlayıncaya kadar. Onu da uzun süredir görmüyordu. Yalnız şiir kitaplarını alıp okumuştu. Oldukça meşhur bir şairdi. Daha çok aşk şiirleri yazıyordu.

O gün onunla karşılaşınca birlikte yemek yiyip; bir iki kadeh bir şeyler içmişlerdi. Sohbet sırasında ona “sen anlarsın” deyip her şeyi anlattı ve “acaba”sını sordu.

Onu dikkatle dinleyen şair arkadaşı ‘biraz da içkinin tesiriyle duygulanmıştı’ “sen ne diyorsun? Doğru söyle. Sen böyle bir şeyi gerçekten yaşadın mı?” diye sordu.

Bu soru üzerine o “hoppala, ben doktorumu buldum deyip, derdimi söylüyorum; o bana ne soruyor?” diye sitemle cevap verdi.

Arkadaşı “yanlış anlama; ben yılların şairi hem de aşk şairiyim, asla senin gibi bu duyguları anlatamadım. Dostum sen her kula nasip olmayan çok yüce duyguları, aşkı yaşamışsın. Senin ‘acaba?’ diye sorunun cevabı kendi içinde” dedi.

O şaşırdı “nasıl?” diye sordu.

Arkadaşı “şimdi sana soruyorum. O kız veya kadın şu anda karşına çıksa onu tanıyabilirmisin?” dedi.

Düşüündü “çok zor; belki” diye cevap verdi.

Arkadaşı “işte senin sorguladığın aradığın o kız değil; o kızın sevgisi değil. Öyle olsaydı oradan kaçmaz onu bekler, gelmezse yine ona giderdin” dedi.

O “belki ben ters bir cevap almaktan korktuğum için kaçtım” diye cevap verdi.

Arkadaşı “dostum sen kendine yalan söylüyorsun. Oraya o kıza ‘beni seviyor musun?’ diye sormaya mı? Yoksa ona ‘seni seviyorum’ demeye mi gittin?” diye sordu.

Bu soru üzerine biraz düşündü ve “onu çok sevdiğimi söylemeye gittim” dedi.

Arkadaşı “işte, sen ona sevgini söylesen ve o sana olumsuz karşılık verse bile sen onu sevmeye devam edecektin. Sen oradan bu sevginin yani içindeki sevginin zedelenmesinden korktuğun için kaçtın. İşte aşk budur. Kavuşamama. Bizde aşk masalları veya destanları vardır. Sen orada sevdiğine kavuşan birini hiç gördün mü? Mecnun Leyla’ya, Ferhat Şirin’e ve Kerem Aslı’ya kavuştu mu? Hayır. Romeo Jülyet’e ölümde kavuştu, yani o da kavuşamadı. Zaten kavuşsalardı aşk biterdi. Sen o kızı beklesen gelse ve ben de seni çok seviyorum dese ne olurdu?” dedi.

Şair arkadaşının sözleri karşısında şaşırmıştı. “Ne olurdu?” diye ayni soruyu ona sordu.

Şair “senin sevgin, aşkın oracıkta biterdi. Sen onun için kaçtın. Çünkü sen aşkını kaybetmekten korkuyordun. ‘Acaba?’ diye sorduğun aşkının hem kendisi hem de kalkanıdır. Sen o soruyu sorarak ‘acaba?’ diyerek aşkını koruyor ve o aşkı yaşıyorsun. Dostum seni kutlarım. Ben çok aşk şiiri yazdım. Ama ilk kez aşkın canlı tanığını, aşkı yaşayanı gördüm. Bunun için çok şanslıyım. Dilim, kelimelerim yeter mi bilmiyorum; ama ben bu aşkı anlatan bir şiiri mutlaka yazacağım” dedi.

Her ikisi de; özellikle şair ‘biraz da içkinin etkisiyle çok’ duygulanmıştı. Gece de ilerlemişti. Kalktılar. Bir daha karşılaşmadılar.

Şair arkadaşı ‘o şiiri yazdı mı?’ bilmiyordu. Ama sorusunun ‘acaba?’ sının cevabını almıştı ve artık çok huzurluydu.

 

 
Toplam blog
: 182
: 232
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Sanat Enstitüsü yapı bölümünden 1967 yılında Denizli'den mezun oldum. Buca Mimar Mühendislik Özel..