Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Haziran '20

 
Kategori
Öykü
 

ÖNYARGI

Onu ilk gördüğümde çay bahçesinde elinde kola şişesiyle çevresine şuh kahkahalarla, dudak büzerek bakıyor, çevresindekilerin kendisine bakıp bakmadığını kontrol ediyordu.

Herkesin ilk andan itibaren dikkatini çekecek biriydi. Güzel miydi? Yoo hayır, sanmıyorum. Sarıya boyanmış saçlar hiç kimsede bu kadar sakil duramazdı. Kısacık boyu, sıradan giyim tarzıyla, bakışları üzerine nasıl topladığını hala anlayamıyordum. Defalarca birçok yerde karşılaşmış, gözlerimi kaçırmıştım. Fakat, bir süre sonra yine kendimi, ona bakarken yakalıyordum. Aslında, tam olarak o benim bakışlarımı yakalıyordu.

***

Bazen sokaktan geçerken görüyordum. Bu defa o şuh hali gidiyor, sakin, hüzünlü, başı önünde yürüyüşüyle tam onun için üzülecekken, o birden ya birine rastlıyor ya da sebepsiz gülümsüyor ve bende o itici duyguları yeniden uyandırıyordu.

Birkaç kez aynı ortamlarda kısa zamanlarda bir araya geldiğimizde, ondan uzak oturmaya gayret ediyor, asla söylediklerini dinlemiyordum. Bazen, nasıl ben kaçamak bakışlarla ona bakıyorsam, onun da beni uzaktan uzağa izlediğini hissediyordum.

Onunla ilgili insanlar hoş olmayan şeyler konuşuyorlardı. Bu dedikoduları nasıl ilgiyle dinlediğimi düşündükçe, kendime şaşırıyorum. Hatta hiç tanımadığım biri hakkında, ben de birkaç kelime de olsa bir şeyler söylemiştim. Hissettiklerimle alakalı. Aslında, kimse onun hakkında net şeyler söylemezdi. Hep yorum ve olasılıklar üzerinden konuşurlardı.

***

Bir gün yine böyle bir arkadaş çevresinde bir araya geldik. Ben, her zamanki gibi ondan uzak oturmaya gayret ederken tam karşıma denk geldi.

Akşam hava kararmak üzereydi. Arkadaşımın bağ evinde bahçeye kurulmuş bir masada, on, on beş kişi oturmuş sohbet ediyorduk.

Güzel bir yaz gecesiydi. Asırlık ıhlamur ağacı, kokusunu misafirlerine adeta ikram ediyordu. Ev sahibi yaz aylarında misafirlerini burada ağırlıyor ve tüm düzeni bahçeye kurduğu için telaşsız, ikramlarını yapıyordu. Kalabalık bir ortam olduğundan, ilk başlarda herkes en yakınındakiyle kısa sohbetler ediyordu.

Arada yeniden onun kahkahalarını duyuyor, o tarafa bakmamaya çalışıyordum. Ortam, sohbet eğlenceli ve gece keyifli akıyordu. Müzik ve ikramlarla devam eden bu güzel gecede ben de mutlu olmuş, hatta bir ara onun varlığını bile tamamen unutmuştum.

İlerleyen saatlerde kalabalık yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı. Ben, iki arkadaşımla gece orada kalacaktım. Herkes gittikten sonra, onun da geceyi bağ evinde geçireceğini öğrendim. Bir hayli geç olmuştu. Masada beş kişi kalmıştık. Alkolünde tesiriyle masadaki sohbet daha da samimi devam ediyordu. Ben alkol almıyordum. Onların sohbetlerine katılmaya çalışıyor, gülümseyerek izliyordum.

O iyice sarhoş olmuş, kah gülüyor kah konuşarak ev sahibini söylediklerine ikna etmeye çalışıyordu. Bir ara kalkıp içeriye geçtim. Üzerime rahat bir şeyler giyip masaya dönecektim. Tam sundurmanın altına geldiğimde, onun ağladığını gördüm. Durakladım, direğin arkasına gizlenerek izlemeye başladım.

***

Işık tam başının üzerine gelmiş, saçları pırıl pırıl parlıyor, küçücük yüzü gözyaşlarıyla ıslanıyordu. Yuvarlak gözleri, uzun kirpikleriyle, dolgun dudakları ve küçük biçimli burnuyla boynunu yana eğmiş içini çeke çeke ağlıyordu. Bana, bugüne kadar onunla ilgili düşündüğüm her şeyi unutturmuş, bu manzarayı hafızama kazıyordum. O gece onun gördüğüm en güzel kadın olduğuna yemin edebilirdim. Duygularım benimle oyun oynuyor, hayranlıkla nefret arasında gidip geliyordum.

Az sonra ev sahibinin bana seslenmesiyle bu ana son vermek zorunda kaldım.

“Nermin nerde kaldın? Hande’nin başına neler gelmiş. Gel otur da dinle”

Ben, yakalanmaktan mahcup olmuş bir halde gülümsemeye çalışarak, geçip yerime oturdum.

O, sessiz önüne bakarak bekliyor, hüzünlü yüzü daha da güzelleşiyordu. Ev sahibi:

“E hadi Hande, Nermin de geldi. Sen devam et.” 

Sonra ev sahibi ben yokken konuşulanları özetlemeye başladı:

“Nermin, bizim Hande, aslında anne tarafından bizim kasabadanmış. Dedesi yıllar önce okumak için buradan ayrılmış ve bir daha dönmemiş kasabaya. Orada evlenmiş ve Hande’nin annesi, daha sonra da annesi uzak bir akrabası olan babasıyla evlenince, Hande dünyaya gelmiş. Anne babasını küçük yaşta kaybetmiş Hande.”

 Burada sözü ona bırakıyor, o önce geveleyerek devam etmeye çalışıyor, gözyaşları yanağında kurumuş, biraz toparlanmış devam ediyor:

“Önce babamı kaybettim. Ailem varlıklıydı, para sıkıntımız yoktu. Annem çok genç yaşta dul kaldığı halde, beni üvey baba elinde büyütmek istemediği için evlenmemiş, bütün sevgisini bana vermişti. Onu kaybettiğimde on altı yaşındaydım ve hayatta yapayalnızdım. Uzak bir akrabamızın yanında üniversiteyi kazanana kadar kalmış, sonra tek başıma yoluma devam etmiştim. Maddi sorunum olmadığından üniversite hayatım en azından bu anlamda rahattı. Ancak yapayalnızdım. Kimsem yoktu. Bana yakınlık gösteren herkese yüreğimi sonuna kadar açıyor ve her defasında hayal kırıklığı yaşıyordum. Okul yeni bittiğinde evlenmiştim. Fakat orada da mutluluğu bulamamıştım. Bir yıl sonra boşandık. Dedemin buralı olduğunu öğrendiğimde işimden ayrılıp, ‘acaba bir yakınım, kan bağım olan biri var mıdır’ umuduyla geldim. Şu ana kadar hiçbir bilgi alamadım ne yazık ki.” dedi ve mahzun gülümsedi.

Bir anda herkes birbirine bakındı. Bu işi ancak bir kuşak önce hayatta olanlardan öğrenebilirdik.

***

O gece hepimiz yorgun, üzgün ama hepimiz ona karşı anlayışlı, ona karşı sempatiyle bakıyor ve daha fazla içimize alıyorduk. O bize yüreğini açmış ve karşılığını fazlasıyla bulmuştu.

 Yüzünde rahatlamış, hafiflemiş bir ifade, gözleri pırıl pırıldı. İlk kez gözlerimi ondan kaçırmadan, gülümseyerek gözlerinin içine bakıyor, bakışlarımla ona yanında olacağıma dair sözler veriyordum. 

 

 
Toplam blog
: 50
: 138
Kayıt tarihi
: 01.06.20
 
 

Radyo ve Televizyon mezunuyum... Bir yayınevinde editörlük yapmaktayım... Profesyonel yaşam koçuy..