Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Nisan '07

 
Kategori
İlişkiler
 

Öpüşme nedir?

Öpüşme nedir?
 

Fiziksel bedenimiz bir geçiş kapısıdır. Nereye geçiş? Birçok boyutlara geçisin bir kapısıdır. Bizler bazen farkederiz bazen farketmeyiz. Bu dünyada yaşarken aslında aynı zamanda birçok boyutta da yaşarız. Evet fiziksel bedenimiz bu dünyaya ait materyallerden yapılmıştır. Toprağı oluşturan silisyum, hava, su ve ateş. Bu dört madde de bizim fiziksel bedenimizde mevcuttur. Vücudumuzda tıpkı dünyayı oluşturan su oranı kadar su vardır ve akışkandır hareket halindedir. Toprak oranı kadar maddesel kısmımız vardır. Vücudumuzda hava da vardır. Ateş ise tıpkı dünyanın magma tabakasındaki gibi vucudumuzun içinde derinliklerinde gizlidir. Bazen yanardağların patlaması gibi ara sıra yeryüzüne yani vücudun deri tabaksına doğru yolculuk yapar. Hasta olduğunuzda ateşinizin yükselmesi gibi.

Peki ateşiniz, içinizdeki sıcaklık herzaman hasta olduğunuzda yükselmez değil mi? Bazen sağlıklı bedenlerde çoğunlukla duygusal yoğunluklarda bu ateşi daha yoğun hissederiz. Hani bazen sevdiğimizin gözlerine bir ömür boyu baksak da doyamayacak gibi özlemle bakarız ve ona usulca hoş geldin deriz. Sesimiz teninde yankılanır. O sırada yanaklarımız alev gibi yanar ve gözlerimizi kaçırırız ondan, yanaklarımız alev gibi yanmaya başlar ama ellerimiz buz keser ne yapacağımızı bilmeden başımızı yere eğeriz sanki gizli bir suça ortak olmuş gibi.

İşte böyle durumlarda içimizdeki ateş elementi harekete geçer değil mi? Duygular konuşmaya başlar. Bizim fiziksel bedenimiz bizimle duygularımız aracılığla konuşur. Eğer fiziksel bedeninizin ne dediğini anlamak istiyorsanız duygularınızı hislerinizi iyi anlamanız gerekiyor. Sonra bir an gelir ki sanki duygularınıza hakim olamadığınızı onların sizi buralardan alıp götürdüğüne şahit olursunuz.

Dudaklara bakıyorum, Tanrı ne muhteşem yaratmış sanki kendiliğinden ruj surülmüş gibi pembemsi zaman zaman kırmızıyı da içinde barındıran o muhteşem dudaklar. Bazen hafif aralık bazen kapalı ama hep birşeyler söylemek istermişçesine duran, sanki bizi biryerlere davet edermişcesine bakan, bazen utangaç bazende çok cüretkar ve kışkırtıcı dudaklar. Bazen kırmızı bir ruj sürülmüş o dünya güzeli dudaklar. Neden dudaklar kırmızıdır? Neden özellikle kırmızı olmasını isteriz? Çünkü dudaklar sevgiyi ifade ediyor. Sevgiyle birlikte gelen cinselliği ifade ediyor dudaklar. Kırmızı renk titreşimsel olarak düşük bir frekanstır ve bu dünyaya ait bir titreşim seviyesine sahiptir. O yüzden kırmızı dudaklar bu dünyaya ait duygular olarak ifade ediliyor.

Burada size bilmem kaç türlü öpüşme çeşidi vardır, işte fransız öpücüğünün etkileri şöyledir diye saymayacağım onları zaten yeteri kadar biliyorsunuz. Yeterince yazıldı çizildi. Size daha çok öpüşme eyleminin neleri açtığından ve enerjisel boyutundan bahsetmek istiyorum.

Dudakların dudaklara temasından çok daha once beynimizde başlayan öpüşme eylemi ile aslında birçok kapıyı açmak için hamlede bulunuruz. Bu bedenimiz bir kale ise ve biz kaleden içeri girip birçok ruhsal boyutlarda ilerliyeceksek öncelikle karşı tarafın bize kalesinin kapılarını açması gerekiyor. İşte bu kapılardan en önemlilerinden biri de dudaklarla açılan kapıdır. Bu kapı ile sevgiyi hissederiz, bu kapı ile cinselliğin kapısını açarız, bu kapı sonsuz kapılara açılan yoldaki ilk kapılardan biridir. Ama genellikle birçoğumuz cinsellik kapısında duraksar dururuz. Acaba bu kapının arkasındaki bir gökdelen olsa olsa biz hangi katlarına kadar çıkabiliyoruz? Tek başına bir yolculuk mu yapıyoruz yoksa çift kişilik mi? Acaba bu gökdelenden sonra neler var? Yıldızlara, galaksilere hatta diğer evrenlere olan yolculuğumuzu yapabiliyormuyuz?

İnsan çok büyük bir evrendir öyleki içinde bulunduğumuz evren bile bu evreni tanımlamakta aciz kalır. Söyle bir örnek vereyim bizim içinde bulunduğumuz milyarlarca yıldızı, milyarlarca galaksiyi içinde barındıran bu sanal evrenimiz gerçekte gerçek bir insanda, bir kadının elbisesinin eteğindeki bir gül deseni kadar kadar yer kaplar. Düşünün insanın büyüklüğünü ve keşfetmemiz gereken ne kadar evrenler ve boyutlar olduğunu. Allah “İnsan yaratılmış varlıkların en mükemmelidir” derken bize bu büyüklüğümüzü hatırlatmaya çalışıyordu belki de. Tabi daha hatırlamamız gereken unuttuğumuz yada bize negatiflikçe unutturulan o kadar çok bilgi var ki. Unutulan bilgileri açmanın en kestirme yolu aşktır. Aşk yolunda yolculuğa başladığımızda öncelikle koşulsuz sevmemiz gerekmektedir. Aşka giden yolda bütün negatif taraflarımızdan arınmamız gerekmektedir. Bu yolculukta kadınlar erkeklerini, erkeklerde kadınlarını yanlarına almak zorundalar. Peki bir kadın için erkek nedir? Sizce erkek nedir, neden kadınlar yaşamlarında, cinselliklerinde ne onlarla nede onlarsız olamıyorlar? Bir kadın için erkek, kadının doğumundan bu yana erkekler hakkında oluşturduğu düşüncelerinin metaryalize olmuş halidir. Yani her kadının erkeği kendine özeldir. Onun duygularını, nefretlerini, yargılarını, korkularını, onun güzel duygu ve düşüncelerini yansıtan bir ayna gibi bir şeydir. Kadın aynaya bakar ve kendini görür. Bazen bu aynadaki adamdan nefret eder, bazen sever. Ama bilmez ki erkekler ile ilgili ne kadar korkuları varsa, ne kadar yargıladığı, eleştirdiği şeyler varsa hepsi o erkekle birlikte tekrar kendine yüzleşmesi için bu negatif tarfıyla kendine gelir. Bunları bazen farketmezsiniz onlarca yılınız karşınızdaki adamı değiştirmeye uğraşmakla geçer.

Halbuki kadın her sabah banyosundaki aynaya baktığında eline fırçasını almadan o aynadaki görüntüsünün saçını taramayacağını bilmektedir. Kadın eğer aynasının karşısında gülümsemezse, aynadaki görüntüsünün de ona gülümsemeyeceğini bilir. Bilir de fark etmesi yıllarını alır bazen de ömür boyu farkedemez. Zaten farketse kendisine gelen erkeğin de, kadın elektirik aldığında aslında oluşan aynada kendisi olduğunu hayretler içinde, yerinden zıplayarak çok büyük bir mucizeyi de farkedecektir. Umuyorum ki bu yazıyı okuyanlar ömür boyu aynaları ile uğraştıklarını kah onları değiştirmeye çalıştıklarını, kah onlardan nefret ettiklerin, kah onlarla mutlu olduklarını farkederler. Farkederler ki aslında hepsi kendileri ve çok iyi tasarlanmış bir oyunda oynuyorlar hemde binlerce yıldır insanlık var olduğundan beri.

İşte öpüşme eylemi de iki ayrı çok büyük evrenin aslında tek bir evrenin kendi içindeki diğer yarısı ile birleşmesidir. Bu birleşme ile birlikte kişinin evrim, boyut ve farkındalık seviyelerine göre birçok kapıları açılır ve kişi bu kapılardan geçerek kendi içinde büyük bir yolculuğa çıkar. Hani ay’a ayak basıldığında “kücük bir adım aya ayak bastı ama bu insanlık için çok büyük bir adımdır” dendi ya işte öpüşmedeki sırrı farkedebilmekte kişinin kendisini tanıma yolunda attığı çok büyük bir adımdır.

Erkek ve kadının dudakları birleştiğinde aslında kendi içindeki diğer yarısını farketmeye başladığında yolculuğu da başlar. Eğer yolculuk fizilsel bedenle sınırlı kalırsa kişi kısa bir seyahat yapar. Kısa bir cinsellik kapısını aralar yani fiziksel bedenin torak, hava, su ve ateş bölümlerinde bir tur atar. Ama daha keşfedilecek yıldızlar, galaksiler var değil mi? Bazen en yakın yıldız sistemine doğru bir yolculuk yapar orada gördükleri karşısında şaşkınlığa düşer onları anlatmak ister ama bu dünyanın kelimeleri ile anlatmakta zorlanır. Eğer kendini ne kadar arındırabildiyse o kadar uzaklara gitme yetkisi vardır. Birgün hiç tanımadığı bir galaksiye ulaşır orayı anlatmak ister ama hala daha sanal evreninden dışarı çıkamamıştır. Buraları görmek bile kadında müthiş duygular uyandırır. Kadın özgürleştikçe, tabularından kurtuldukça, beynindeki kilitleri kırdıkça daha yükseklere doğru yolculuğa çıkar. Tıpkı hafifleyen balonun yukarılara çıkması gibi. Yukarılara çıktıkça yeni yerleri görmeye başlar. O yüzden her öpüşme ayrı bir deneyimdir. Hiçbiri birbirine benzemez. Eğer benziyorsa plak takılmıştır, kişi evrim bakımından yerinde sayıyordur.

Bir gün çok büyük bir evreni sadece bir evreni mi? Hayır birçok evrenleri ve gerçeğin de evrenlerini içinde barındıran kadın. Birgün eş ruhunu bulduğunda yani diger kendi yarısını, kendisinin aslında diğer parçasını. Bugüne kadar bulduğunu zannettiği parçalar aslında ruhunun bu dünyadaki yüzde ikisine tekabül eden kısımlarının uygun parçalarıydı onlarda virüslüydü zaten tam olarak uymuyorlardı. Kendi nasılsa öyle bir parça ile karşılaşıyordu. Hani beynimizin yüzde ikisini kullanabiliyoruz diyorlardı ya kadında o yüzde ikilik parçaları uydurmaya çalışıyordu. Diğer yüzde doksansekizlik parça için iyice negatif duygularından arınması ve iki parçanın birleşmesi gerekiyordu. İşte bu birleşmeyi de koşulsuz sevgi ve onun sonucunda oluşan gerçek aşk sağlayacaktı. O zaman o aşk vadisine yerleşebilirdi. Orada birleşebilmişler, gerçekteki diğer yarılarını da tam olarak birleştirmeyi başaranlar vardı.

Hani bazen Bodruma gideriz oradaki güzellikleri görürüz ve çok hoşumuza gider ama orası bizim asıl yaşadığımız yer değildir. Bazen çok güzel yerleri hayal ederiz yada bize o güzelliklerin filimleri seyrettirilir. İşte öpüşme ile açılan kapılardan da bizler bazen o güzelliklerin çok ufak bir bölümünü görür geliriz. Görürüz de onları ifade etmekte bile zorlanırız. O zamanda bu dünyanın anlatımı ile anlatmaya çalışırız. İşte uçsuz bucaksız bir yemyeşil ovanın ortasında hissettim kendimi, içinden çok güzel ırmaklar akıyordu, çok güzel çağlayanlar vardı. Ormanın muhteşemligi bir başkaydı, kulağıma simdiye kadar hiç duymadığım güzel müzikler geliyordu deriz ya işte bunların hepsi bizim algı seviyemizle çıktığımız yerlerin anlatılmaya çalışılmasıdır. Orada ırmaklar yoktur belki ama biz ruhumuza akan enerjileri ancak öylesine güzel bir ırmakla betimleyebiliriz. Sonra öpüşmenin ileriki aşamalarında bir renk denizinde yüzmeye başlarız morlar, eflatunlar, pembeler diyarlarında yüzeriz. Gördüğümüz pembeyi bu dünyadaki hiçbir renk anlatamaz ama biz sadece pembe diyebiliriz.

Gerçekte derece derecedir. Gerçeğin enerjilerine dayanabilmek için fiziksel bedenimizin enerji seviyesinide yükseltmemiz gerekiyor. Yoksa vurgun yemiş dalgıçlara dönersiniz. Yerinizden uzun süre kalkamazsınız eliniz ayagınız tutmaz. Bazen saatlerce öpüştüğünüz halde size birkaç dakika geçmiş gibi gelir. Buradaki olay şudur; siz gerçege doğru yolculuğa başladığınızda ruhunuzun zaman olmayan bölümüne gelirsiniz o zamansızlıktan dünyadaki zamana geçtiğinizde zaman durmuş gibi olur. Birçok şeyi yaşarsınız tıpkı rüyalarınızda olduğu gibi ama çok az saniyesini hatırlarsınız.

Bazen dikkat eder misiniz, tek bir dudaktan hedefe kilitlenmiş öpüşme bile bütün fiziksel bedenin alev topuna dönüşmesine yol açar. Bu sırada beden yolculuk için kalkanlarını açar, kapılar aralanır ve biz boyutlar arası yolculuğa başlarız. O sıra bazen kulaklarımızda bir uğultu oluşur geçişin siddetinle orantılı. Daha sonra bulunduğumuz mekanı ve zamanı terketmeye başlarız. Bu aslında yolculuğun bir startıdır. Biz kendimizde degilken aslında ruhumuz kontrolu ele almışken birçok renk tünellerinden geçeriz, birçok kokuları duymaya başlarız arınmışlığımız oranında, ağzımızın içinde hafif şekerimsi bir tad oluşmaya başlar, dilimiz o güne kadar hissetmediği tatlar içinde sarhoş olur.

Sonra evrenin müzigini hissederiz tüm ruhumuzda bedenimiz dans pozisyonuna geçer fiziksel olarak sabit kalsakta bütün hücrelerimzi dans eder ve tıpkı Mevlananın dönüşündeki gibi kendi eksenleri etradında dönmeye başlarlar. Dönmek demek yolculuğa çıkış demektir ve yolculuk başlar bakarız ki evrende herşey dönmekte ve bir dönüyü gerçekleştirmekte. Gerçeğe doğru olan yolculukta büyük bir vibrasyon alanı oluşur. Titreşim eşiğimiz yükselir alev topuna dönen vucudumuzu bazen bir titreme alır bazen bir serinlik hissederiz. Sanki karlı dağların zirvesinde gibi hissederiz kendimizi. Hani dağların yüksekliklerine doğru çıktıkça bol oksijenden başımız döner ya işte öyle bir baş dönmesini hissederiz ama yolumuza devam da etmek isteriz, ilerisi bizi çok heyacanlandırıyordur. Alevlerin içinden karlı dağlara geliriz. Sıcak ve soğuğu bir anda yaşadığınızda nasıl bir duygu yaşarsanız öyle duygular sarar bedeninizi. Aslında sadece bedeninizi mi? Hayır ruhunuzu da çünkü o andan, kopma anından itibaren bedeninizi hissetmezsiniz artık. Sanki beden yok müthiş bir özgürlük duygusu var içinizde herşey bir enerjiye dönüşmüş haldedir.

Çoşkunuzu anlatmak istersiniz onu çok büyük kaynağından denize ulaşmak isteyen bir ırmağının o çoşkulu akışına benzetirsiniz. Hep oralarda kalmak, oralarda o özgürlüğü ve tutkuyu doruk noktasında hissettiğiniz alanda yaşamak istersiniz ama simdilik oralara misafiriz daha sonra hem burada hem orada ikisini aynı anda yaşamayı öğrendiğimizde ancak gerçekleşebilecektir bu. Şimdi dönüş zamanı, keyifli bir tatil yapmışsınızdır ayaklarınız bir türlü işinize, yaşadığınız kente gelmek istemez ya işte öyle bir duygu bu. Yada akdeniz akşamlarında yaşanan yaz aşkları gibi birşey. Ama geri dönüş zamanı bir dahaki öpüşmeye bir dahaki boyut kapılarından geçesiye kadar.Tekrarını heyacanla beklersiniz, Bazen aklınızı yitirme sınırına doğru gittiğinizi zannedersiniz. Sınırlarınızı zorlamaya başlarsınız. Bazen de bu duygularınızı anlatmak istersiniz ama size kafayı kırdı muamelesi yapmamaları için içinizde saklarsınız. Bazen kelimeler durur, sözler durur sadece yaşarsınız ama anlatamaz duruma gelirsiniz bu duygularınızı. Eğer duyguları yaşayıpta anlatamayanlar varsa onları bekliyorum burada yazmak ve paylaşımda bulunmak üzere.

Bir sonraki yazımızda buluşuncaya kadar sevgi ve aşk ile kalın

 
Toplam blog
: 101
: 5279
Kayıt tarihi
: 01.03.07
 
 

Ege Üniv. İşletme Fakultesi'ni, daha sonra da Harward Üniversitesi'nin Master programını Türkiye'de ..