Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ağustos '07

 
Kategori
Güncel
 

Orada kimse var mı?

Orada kimse var mı?
 

Bu yazıyı tam o dakikalarda yazıyorum.

Tarih 17 Ağustos 1999. Erdek Ocaklar tatil köyündeyiz. Saat 03:02 . Önce bir gürültü başlıyor, yeraltından gelen ürpertici bir ses. Ardından, durmadan sallanan bir ortam. Depremi daha önce hiç yaşamamış bir insan için garip duygu. Durmadan sallanan ranzanın üstündesin, yarı uykulu halde. Etraftakiler çoktan inmiş aşağı. Oysa sen anlayamadığın bu olay içinde kalakalıyorsun öylece. Hemen ışığa koşuyorsun karanlık içinde, ama elektrikler kesilmiş. Sanki çok uzun sürüyor, geçmek bilmiyor zaman. Bittiğinde hemen dışarı koşuyorsun. İnsanlar etrafta. Korkulu yüzler, bağrışmalar, ağlamalar... Arabaların alarmları susmak bilmiyor. Etrafta karınca gibi insanlar…

Televizyonlardan deprem haberlerini takip etmek için sahildeki çay bahçesine koşuyorsun hemen. İzlediklerine inanmak mümkün değil. Bütün Marmara yerle bir. Sakarya’da, Yalova’da, hatta İstanbul’da ölen insanlar… Hemen cep telefonuna sarılıyorsun, Bursa’daki yakınlarından haber almak için. Ama ne cep telefonu ne de normal telefon… Sonuç aynı hatlar çökmüş. Yapabileceğin en basit şey çay bahçesindeki televizyondan haberleri takip etmek. Koskoca şehirlerin harap görüntüsü, yerle bir olmuş evler, şaşkın, korku dolu yüzler…

Kanallar binlerce ölüden bahsediyor. Sabaha kadar kalkamıyorsun tv nin başından. Etrafındaki bir sürü insan da öyle. Daha dün cıvıl cıvıl sahil sabah bomboş bir hale bürünüyor. Ölümün soğuk yüzünü teneffüs ettiğini hatırlıyorsun görüntüleri izledikçe. Sabah hatlar çalışmaya başlıyor. Yakınlarını arayıp iyi olduklarını öğreniyorsun. Neyse ki Bursa’da fazla hasar yok. Peki ya ötekiler…? Yakınlarını 45 saniye içinde yitiren insanların hali… Onların yerinde olmak nasıl bir şey olurdu? Sevdiklerini kaybetmek, kimsesiz kalmak…. Yalınayak, başıboş, çaresiz, şaşkın bir halde yardım beklemek… Nasıl olurdu dersin?

Devletin afetlere hazırlığı ortada. Her yer kargaşa içinde. Bu kargaşa içinde bile bürokrasi sorunları… Ceset torbalarının 17 bin mi, 50 bin mi olduğu tartışılıyor. 17 bin kişiden bahsedilirken 50 bin sipariş verilmiş. Cöp torbası sanki. Ne kadar kolay insanlarını cansız bedenlerini hesabını yapmak değil mi?

Ertesi gün tatilini yarıda kesip dönüyorsun Bursa’ya. Bursa’daki insanlar da telaşlı, gece deprem olma kokusuyla çoğu sabahlara kadar oturuyor. Uyumaya çalışanlarsa, ya arabalarında ya da okul bahçelerinde toplanmış. Artçı sarsıntılar devam ediyor. Tv lerde artçı şokların büyüklüğü tartışılıyor.

İşyerine uğruyorsun. Gece vardiyasında çalışanların o gece ne yaptıklarını merak ediyorsun. İki çalışan bir müdür varmış o gece. (Geceleri tüm kapıları kilitleniyor restoranın, hırsızlık olmasın diye. Sadece içeriden açılan küçük bir pencere var çıkmak için) Deprem sırasında o pencereden çalışanlar çıkmış ama, biraz kilolu olan bayan müdürün halini düşünemezsiniz. Öylece içerde kalıp, bağırarak ağladığını tahmin etmek zor değil.

Hızla yardımlar ulaşıyor bölgeye. Bu sırada, izin gününde, Sakarya’ya ağabeyinin fabrikasının yardım göndereceğini öğreniyorsun. Sen de gidiyorsun ağabeyinle. Oraya ulaştığında gözlerin donup kalıyor. Dümdüz bir şehir, etrafta şaşkın insanlar… Resmi araçlar dönüp dolaşıyor. İnsanların yüzleri çok garip. Konuşmayı unutmuşlar sanki. Anlamsızca bakıyorlar yüzüne. Bir şey sorduğunda garip cevaplar alıyorsun. Sorduğunu bile anlamıyorlar. Hâlâ o gecedeler sanki.

Bu şaşkınlık içinde yardımları dağıtıyorsunuz. O anda tek yapabileceğiniz bu. Biraz da dua tabiî ki. O insanların yerine koyduğunda kendini anlamak zor değil, birkaç saniyede yerle bir olan hayatları.

Bursa’ya dönüş yolundasın. Hâlâ gözlerinin önünde o insanların yüzleri. Günler artçı sarsıntılarla devam ediyor. Dışarıda yatmak, uykusuz geceler geçirmek normalleşti artık.

Tarih 12 Kasım 1999 Cuma, saat 18:57. Uzandığın yer birden kayıveriyor odanın ortasına. Bu sefer tanıyorsun gelen ziyaretçiyi, depremi .Yeğenini kucağına alıp hemen dışarı koşuyorsun. Dışarıda sana doğru koşan bir kadın : Yengen. Çocuğunun o dakika içeride kalmış olma korkusu onu çılgına çevirmiş. Neyse ki dışarıdasınız. Etrafta yine korkulu insanlar, yine telaş, y, ine bağırmalar, ağlamalar… Bir büyük felaketi daha atlatıyorsun. Deprem hakkında haber almak için televizyona bakmak geliyor içinden. Ama artçısının büyüklüğünden korkuyorsun. Sonra kapıların açık olduğuna güvenip televizyonu açıyorsun. Depremin merkez üssü Düzce. Yine aynı şehir görüntüleri, yine ölüler…

Günler yine artçı sarsıntılarla devam ediyor. Bir keresinde yolda yürüyorsun .O sırada oluyor artçı sarsıntı. Yürürken dengeni kaybediyorsun. Midene garip bir sıcaklık iniyor. Bir an havayla yer arsında asılı kalmış gibisin. Garip bir duygu. Sonrası yine aynı…

O günleri böyle basit cümlelerle tasvir etmek mümkün değil tabiki. Uykusuz bir gecenin ortasında o geceden aklımda kalanlar bunlar…

O günleri bir daha yaşamamak dileğiyle. Aramızdan ayrılanları saygıyla anıyorum.

Fotoğraf : AA (Hasan Türkan)

Kaynak : yüreğim

 
Toplam blog
: 92
: 11527
Kayıt tarihi
: 21.01.07
 
 

Dokuz Eylül Üniversitesi "Tarih Öğretmenliği" bölümü mezunu. Eğitim sektöründe çalışıyor. Yazmak ..