Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Nisan '17

 
Kategori
Öykü
 

Orada ne gördün ki

Hüseyin bürosunda çalışırken telefon çaldı. Ahizeyi kaldırıp konuşmağa başladı

Telefondaki can dostu arkadaşlarından Gürsel idi. Ankara’da  çalışıyordu. Bir iş için İzmir’e gelmiş onu görmek istiyordu.

“Buraya gel, sana “resmi öğle yemeği”yedireyim. Hem de bol bol konuşuruz “dedi. Saat öğle paydosuna yaklaşmıştı. Gürsel”Tamam” dedi.

Öğle yemeğini yerken ünüversite günlerini konuşup kahkahalarla güldüler. Sonra Gürsel, İzmir’e geliş nedenini anlattı.

Annesi, Gürsel’in babasının mezarına lahit yaptırmak istiyormuş. Bu işlere bakan bir ustayla anlaşmış. Bugün mezarlığa gidip lahdi yaptıracakmış. Acaba Hüseyin de onunla gelebilir miymiş.

Hüseyin ”Lafı mı olur. Ben nasıl olsa kendi kendimin patronuyum. Bugün öğleden sonra kendime izin verdim. Haydi kalk gidelim.”dedi. Hüseyinin aracına binip mezarlığın yoluna düştüler.

Hüseyin hem aracı kullanıyor, hem eski günleri yeniden yaşıyordu.

Gürsel’in kız kardeşi genç yaşında ölmüştü. Rahim kanseri demişlerdi. Üstelik nikahına bir hafta kala olmuştu bu olay. Annesi, onun ölümünden sonra durmaksızın ağlıyordu.

Gürsel’in babası ”Hanım,yapma.. Yeter artık. Böyle devam edersen ben de geçip gideceğim öteki yana” diyordu ama, anneyi yatıştırmak olanaklı olmuyordu.

Sonunda babanın dediği oldu ve emekli gümrük  memuru olan Gürsel’in babası da daha fazla dayanamadı ve göçüp gitti.

Gürsel’in annesinin acısı ikiye katlanmıştı. O da daha çok dayanamadı ve aklını yitirdi. Gürsel dayanamıyordu. Sonunda, annesini sayrılar evine kapattılar.

Gürsel bir başına kalmıştı ve bu kez de o deliliğin sınırlarında gezinmeğe başlamıştı. Altı ay gibi kısa bir zaman parçasında yediği bu şoklara dyanamamış, dengesini yitirmeğe başlamıştı. Hüseyin ve diğer arkadaşları bu durumu apaçık görebiliyorlardı.

Elele verip, iş saatlerinin dışındaki tüm zamanlarını Gürsel’e ayırıp onun yeniden dengeli yaşama dönmesine çabaladılar. Belli ölçüde de başarılı oldular.

Hüseyin’in aklına Gürsel’in askerliğini yapmamış olduğu geldi. Gürse’i ikna edip ilk tertipte yedek subay okuluna yolladılar. Belki de yeni bir çevre ve yaşama biçimi ona iyi gelebilirdi. Öyle de oldu.

Gürsel,iki yıl yedek subaylık yapıp geri döndüğünde tamamen düzelmiş gibiydi.

Bu arada,annesi de kendisini toparlamıştı. Doktorlar, sayrılar evinden onu alabileceğini söylüyorlardı Gürsel’e . O da öyle yaptı. Aldı annesini Ankara’ya götürdü.

Belanın biri bitmeden diğeri gelir derler ya,Gürsel için de öyle oldu. Yedek subaylığını yaptığı birlikte bir silah yitmişti. Bundan Gürsel’i sorumlu tutuyorlardı. Askeri mahkemeye vermişlerdi.

Gürsel yine dengesizleşmişti.

Hüseyin de yedek subaylık yapmıştı. O nedenle “İç Hizmet”i iyi biliyordu. İç Hizmet mevzuatına göre, yedek subaylara bölük ambarı zimmetlenemezdi. Ama öyle olmamış, Gürsel’in yüzbaşısı başka yere atanınca bölüğü ve bölük ambarını yedek teğmen Gürsel’e zimmetlemişlerdi. Tezkeresini alana dek de bölüğüne yeni yüzbaşı atanmamış ve bölük onun üzerinde kalmıştı, devredememişti.

Gürsel’e bunları anlattı Hüseyin. Gürsel de, buna göre bir savunma hazırladı ve mahkemede beraat etti. Sonra da bir kızla evlendi ve bütünüyle normal yaşamına döndü. Şimdi, yanında oturuyordu işte.

Mezarlığın kapısına geldiklerinde bir kamyonetin yanında bekleyen mezar ustasını gördüler. Tanıştılar.

Gürsel ”Hüseyin, ben mezarın başına gidemeyeceğim. Yine etkilenir, yine dengemi yitiririm diye korkuyorum” dedi. Hüseyin, bunu hiç beklemiyordu. Yine de ona “Olur. Sen burada bekle, biz işi bitirelim ve gelelim” dedi.

Gürsel’in babasının mezarı başına gittiler ustayla. Usta, bir gün önceden gelmiş,mezarın dört yanına duvar örmüştü. Hemen mezarın içine indi.Mezarın içindeki bir kafatasını, kol ve bacaklara ait kemikleri toplayıp bir çuvalın içine koydu. Çuvalı kürekle açtığı bir çukura yeniden gömdü.

Sonra, önceden hazırlanmış mermer bir kapağı Hüseyin’in yardımı ile mezar duvarlarının üzerine koydular. İyice yerleştirdiler. Önceden hazırlanmış lahit yazıtını da mezarın kıble yanında, mermer kapağın üzerine koydular. Usta, yazıt taşının çevresini bir yapıştırıcı maddeyle lahit kapağı mermere yapıştırdı. İşleri bitmişti.

Mezardan çıkıp Gürsel’in yanına gediler. Gürsel, ustanın kalan parasını da ödedi ve adam kamyonetine binip gitti.

Hüseyin ve Gürsel de, Hüseyinin aracına binip kente dönmek  için aracı çalıştırdılar. Mezarın kapısının önünden yeni ayrılmışlardı ki Gürsel konuştu

“Bir şey sorabilir miyim Hüseyin” dedi.

Hüseyin ”Sor bakalım”

Gürsel” Orada, yani mezarda ne gördün Hüseyin?” dedi.

Hüseyin şaşkın Gürsel’in yüzüne baktı. Yok, arkadaşı bunu ciddi ciddi sormuştu. Belki de orada, babasının bozulmamış bedeninin olduğunu düşünüyordu. Hüseyin,ne diyeceğini şaşırdı. Sonra,kararını verdi.

“Vallahi,bir kafatası, birkaç kol ve bacak kemiği vardı. Yahu, sen üniversite bitirmiş adamsın. Başka ne olacağını sanıyordun ki” dedi.

Gürsel sustu.

Gerçi, Gürsel haklı olabilirdi. Hüseyin’in babası bektaşi canıydı ve ölmeden önce ona “Bana göründüler. Ben insaniyeti kazandım. Bu evrene yine insan olarak geri döneceğim. Hem de senden geri döneceğim” demişti. Bedenler belki toprak oluyordu ama tin geri dönebiliyordu. Nitekim, ruh çağırma toplantıları yapılıyor, buralarda ölenlerin ruhları geri gelip orada olanlarla konuşuyordu.

Gerçekte bu yanlıştı. Tin min yoktu. İşin doğrusu, kişioğlu öldüğünde başka varlıklara dönüşüyordu. Ağaç oluyordu, kurtçuklar oluyordu, mineraller oluyordu.

Nitekim, Hüseyin’in babası da bunu biliyordu. Sağlığında, balık yerken ”Haydi bakalım balık efendi. Sevinmelisin. Şimdi seni yiyorum. Sen de kişioğlu oluyorsun” derdi. Geçekten de, yenilen her balık kişioğlu hücresi, kanı, lenfi oluyordu. Kişioğluna dönüşüyordu.

Toprak da mezarında kişioğlunun bedenini yiyor ve onu dönüştürüyordu.

Ama Gürsel ve başkaları bunu bildikleri halde,benimseyemiyorlardı.

Başka yaşamlara inanıyorlardı.

 
Toplam blog
: 142
: 578
Kayıt tarihi
: 04.09.13
 
 

1940 yılında İzmir'de doğdum İzmir Atatürk Lisesi'ni bitirdim 1961 yılında Mülkiye(Siyasa..