Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Eylül '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Oralarda neler oluyor?

Oralarda neler oluyor?
 

VATAN SANA CANIM FEDA...
Aslında bildiğimiz ama düşünmek istemediğimiz, sorgulamadığımız fakat sık sık duyduğumuz şu haber varya
“......İli kırsalında teröristlerce döşenen mayının patlaması sonucu ...... askerimiz yaralandı, ...... şehit oldu.”
İşte bu ve bunun gibi haberlerin arkasındakilerden bir astsubayımızın haykırışı.

Birkaç saniyede okunan bu haberlerin arkasındaki bir ömür…

......... İli kırsalında teröristlerin dur ihtarina ateşle karşılık vermesi sonucu çıkan çatışmada güvenlik görevlisi şehit oldu.

Ya da ….. İlinde devriye görevini yerine getiren aracına açılan ateş sonucu … Güvenlik görevlisi şehit oldu.

Ya da …… İli kırsalında teröristlerce döşenen mayının patlaması sonucu asker yaralandı…

Bu nasıl başlar biliyor musunuz?

Hava o kadar sıcaktır ki beyninizdeki sıvının buharlaşıp uçtuğunu düşünürsünüz.
Oluştuğu anda kuruyup giden ter damlacıklarından geriye kalan tuzlar yüzünüzün ve hatta elbisenizin her yanını kaplamıştır.
Avucunuzun içindeki ter, yüzünüzdeki gibi kolay kurumadığı için elinizdeki tüfeğinizin metal kısmı avucunuzun içinde vıcık, vıcık oynar.

Ter ile ıslanan çeliğin kokusu avucunuzun içine ve elinizi sürdügünüz her yere siner…

Önünüzde yürüyen adamın, ayağının kuru toprakla her temas edişinde çıkan toz, agzınızın kupkuru olmasına ve zor nefes almanıza sebep olur.

Sırt çantanızın askı kayışları yüzünden omuzlarınızı hissetmezsiniz. Kült ağrıları ancak çantayı sırtınızdan çıkardığınızda fark edersiniz.

Bastığınız her taş parçası, her çalı ve bir ayağınızın kaplayabildiği her yeryüzü parçasından çıkan sesi duyarsınız.

Yürüdüğünüz yerdeki her Ağustos böceğinin sesini, dallardaki kuşları, yüzünüzün etrafında ürkütücü devriye uçusları yapan arıların kanat seslerini, ağzınıza ve yüzünüze ya da herhangi bir yerinizdeki küçük yaraların üzerine konmaya çalışan sineklerin vızıltılarını, ayağınızı bastığınız yerden havalanan yeşil çekirgenin küçücük cüssesine rağmen çıkardığı tok kanat sesini en ince ayrıntısına kadar duyarsınız.

Sonra, kendi teçhizatınızın ve önünüzdeki arkadaşınızın ve arkanızdaki arkadasınızın teçhizatlarının çikardığı düzensiz seslerin her birini ayrı ayrı duyarsınız.

Ve aynı anda önünüzdeki arkadaşınızın nefes alışlarını duyarsınız, öksürmesini ve hapşırmasını da duyarsınız.

Telsizinizden çıkan seslerin ve cızırtıların her biri ayrı ayrı katılır bu senfoniye.
Ter ve tozun birleşmesinden oluşan kaygan çamur, postalın içindeki tüm ayağınızı kaplamiştır, çoraplar önce su toplayıp sonra patlayan yerlere adeta bir deri gibi yapışmıştır.
En çok yapmak istediğiniz şey ayaklarınızı yıkayıp, çoraplarınızı değiştirmektir. Ama bu çok büyük bir lükstür o anda.

Çünkü… Çünkü hangi çalının dibinde, hangi kayanın arkasında sizi beklediğini bilmediğiniz ihaneti arayıp bulmanız ve yok etmeniz gerekmektedir.

Bütün masumların hayatı ve huzuru size emanet diye, öğretmenler bayrak direğine asılmasın diye, kundaktaki bebekler kurşunlanmasın diye, binlerce yıllık emanete halel gelmesin diye kahpeliği ve ihaneti yok etmeniz gerekmektedir.

Çünkü bunun için bayrağın, silahın, namusun ve şerefin üzerine yemin etmişsinizdir.

Çünkü önemli olan ayağınız değil, ülkeniz, bayrağınız ve onurunuzdur.
İşte bu yüzden lükstür ayak yıkamak, çorap değiştirmek.
İşte bu yüzden senfoniye dönüşmüştür bütün o düzensiz sesler güruhu. Sonra!…

Sonra birden tüm sesler kesilir, bıçağın dalı kestiği gibi, makasın kâğıdı, pensenin bir hoparlör kablosunu kestiği gibi…
Bir anda… Kuşların sesleri, arıların ve sineklerin vızıltıları, çekirgenin kanat sesleri hepsi bir anda biter.

Gözlerinizi açtığınızda önünüzdeki arkadaşınızı değil, gökyüzünü görürsünüz, yere düşmüş olduğunuzu anlamanız birkaç saniye sürer.

Tek hissettiğiniz keskin bir barut ve yanık et kokusudur, yüzünüzün toprak parçalarıyla kaplandığını fark edersiniz, temizlemek için çalışmazsınız. Arkadaşlarınızın bağırarak koşuşturduğunu görür ama kulağınızdaki çınlama ve uğultudan seslerini duyamazsınız.

Sesleri yavaş yavaş duymaya başladığınızda ayağa kalkmaya çalışırsınız ama başaramazsınız.
Yine birkaç saniye sonra arkadaşlarınızın sesleri arasında “mayın” kelimesini ayırt eder ve kalkmaya çalıştığınızda ayağınızdaki yoğun ağrıyı fark edersiniz.
Ayağınız yoktur ama yine de ağrıdığını hissedersiniz.

Ne olduğunu anlamak için baktığınızda ise parçalanmış pantolonunuzun ve kopmuş ayağınızın farkına varırsınız.

İşte her şey o anda başlar.

Avazınız çıktığı kadar bağırırsınız.
Sonra, nefesiniz biter.
Sonra, yeniden nefes alırsınız ve yeniden bağırmaya başlarsınız.
Sonra yine nefesiniz biter ve yeniden, yeniden ve yine…

Yanınıza ilk gelen arkadaşınız size, “fazla bir şey yok, sadece küçük bir yara” gibi telkinlerde bulunur.

Ama siz arkadaşınız konuşurken de, helikopterle hastaneye götürülürken de artık bir ayağınızın olmadığını biliyorsunuzdur.

Hep bir soru çınlar kafanızın içinde “neden ben, neden ben, neden ben?”

Hastanede geçen aylar, tedavi ve terapilerde geçen yıllar sonunda, diz kapağınızın on iki santim altından takılı olan ve her akşam yatarken veya banyoya girerken çıkarıp kenara koyduğunuz takma bacak artık bir uzvunuz olmuştur.
Ama bunun önemi yoktur çünkü bu fedakarlığınız sayesinde vatan var olacaktır.
Sizin bir bacağınızın ne önemi vardır ki!

Artık koşamayacak olmanızın, yazın herkes gibi havuza, denize giremeyecek olmanızın da hiç önemi yoktur.

Vatan sağ olsun yeter.

Sonra askere, polise, öğretmene ateş eden, yol kesip soygun yapan, köy yakan, okul yıkan, mayın döşeyen teröristlerin başka ülkelerde sadece “ben bir şey yapmadım” demelerinin esas kabul edilip, suçsuz sıfatıyla serbest bırakıldıklarını görürüz.

O gövdelerden toprağa akan kan, bu defa içimize akar. Oralarda kaya arkalarında, çalı diplerinde aranan ihanet gelir akıllara, o mayınları yerleştiren eller gelir.

Sorgulamaya baslarız, -Bu ihanet niye?.

Üzülürüz hemde çook üzülürüz…
Her askere her adımda söyletilen, beyinlere ve yüreklere kazınan sözler gelir aklımıza…

VATAN, SANA CANIM FEDA.

Vatan için bedel ödeyen insanların neler yaşadığını herşeye rağmen bilmemiz, düşünmemiz gerek.
Okuduğumuz ya da televizyonda duyduğumuzdan daha fazlaymış meğer yaşananlar.

Yani aslında gazetelerin iç sayfalarında ki, minicik karelerde okuduğumuz;

“..... ili kırsalında teröristlerce döşenen mayının patlaması sonucu, bir güvenlik görevlisi yaralandı!” haberi aslında o kadar da kısa ve basit değildir.

Hepimizin, daha okuduğunu gazetenin arka sayfasına geçerken unuttuğumuz, magazin haberlerine ayırdığımızdan daha uzun zaman ayırmadığımız bu küçük haber, birileri için bir ömür boyu sürecek ve asla unutulmayacaktır. Ve bizler unuttuktan sonra da başka bizler, “ne için?” dediğinde “vatan için” diyecekler ve fedakârlıklarını herşeye rağmen yapmaya devam edeceklerdir.

Her ne olursa olsun, her nekadar geçte hatırlasak, bu kahramanca fedakârlıklar oralarda yaşanmaya devam edecektir.
Hatta bir gün o kahraman, o gazi, o şehit birde bakacağız ki yanıbaşımızdaki dostumuz, arkadaşımız, kardeşimiz, askere giderken bekleyeceğim diye söz verdiğiniz, ve belkide oğlunuz olabilir…

Asla unutmamalıyız ki başımızın üstündeki egemenlik örtüsünün payandası kopan bacaklar, bedeli ise herşeye rağmen bu vatan için akan kanlar, feda edilen canlar, sıcak yuvalarını, babalarının yüzlerini unutan küçücük çocuklarını düşünmeden vakfedilen hayatlardır.

Ne kadarını anlayabildik, veya nekadarını anlatabildik bilmiyorum, ama birileri bunları oralarda yaşamakta, birileri hala yaşıyor ve emin olun dünya döndükçe, Türk vatanı ve Türk Bayrağı için birileri daha yaşayacak…
Bizler, arkadaşlarımız, dostlarımız ve çoçuklarımız…

VARLIĞIMIZ TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN

Siz de bilin ki, eeey şehit oğlu şehit ve gaziler, yeminimiz olsun ki, biz de ORALARDAki sizleri asla unutmayacağız.
ASLA.

 
Toplam blog
: 19
: 1463
Kayıt tarihi
: 20.09.08
 
 

80'li yılların sonunda, IBM’ in ve Dansk Data Elektronik'in (Danimarka)PC/ Mainframe/Unix, HW/SW ..