Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Mart '08

 
Kategori
Deneme
 

Orda bahar geldi mi bilmem ama...!

Orda bahar geldi mi bilmem ama...!
 

Bir gün kasabamızın küçük patikasından yukarı doğru tırmanıyordum. Güzel bir bahar gününün tadını küçük bir gezintiyle çıkarmak üzere dışarı çıkmıştım. Önünden geçmekten, çocukluğumdan beri korktuğum o kocaman bahçeli, siyah boyalı, kasvetli eve yaklaştıkça geri dönmek istiyordum fakat içimdeki mutluluk o gün korkumu yendi. Evi biraz geçmiştim ki, kapıdan biri çıktı. Bir süre yavaş yavaş beni takip etti. En sonunda dayanamayarak arkama döndüğümde karşımda solgun yüzlü, on-on bir yaşlarında küçük bir çocuk gördüm. Kendisine döndüğümü görünce ürkerek geriye birkaç adım attı. Tam gidecekken:
_ Dur küçük, benden bir şey mi istiyorsun? dedim. Ne kadar çekindiği gözlerinden okunuyordu. Yanına yaklaştım ve gülümseyerek:
_ Söyle küçük, çekinme! dedim. Biraz duraksadıktan sonra:
_ Şeyy, … aslında ben size bir şey sormak istiyordum ama… Buna izin verir misiniz?
_ Tabi sorabilirsin… Ama mümkünse kolay bir şey sor! dedim ve gülümsedim. O da gülümsedi fakat dudaklarındaki gülümsemede manasını çözemediğim bir acı vardı. Ancak o zaman bu küçüğün yüreğindeki acıyı sezinledim.
_ Ben şeyy… Ben cennete bir mektup göndermek istiyorum. Ama bunu nasıl yapacağım konusunda hiçbir fikrim yok. Ve, bunu bana söyleyecek kimsem de yok… Bahçede otururken, evin önünden ilk geçecek olan kişiye bunu sormaya karar verdim ve siz de… diyerek devam etti. Bir süre söylediklerini hiç duymadım. Demek, bu kez beni o evin önünden geçerken cesaretlendiren, Allah’ın benim bir çocuğu sevindirmemi istemesiydi. Bir süre sonra sözlerini bitirdi. Sustuğunu fark ettiğimde yüzüne baktım. Öyle ümit dolu ve yalvaran gözlerle bakıyordu ki dayanamadım ve:
_ Belki de sana yardım edebilirim küçük, ne dersin?
_ Gerçekten mi? Bunu yaparsanız inanın çok mutlu olurum. Ve, ve size bu mektubu okurum. Biliyor musunuz, ben sadece bu mektubu yazabilmek için aylardır kendi kendime okuma-yazma öğrenmeye çalışıyorum. Babam beni hiç okula göndermedi de… Bir an durdu, bir başka yarası kanamıştı belli ki… Yere eğdiği başını kaldırdı ve sesini biraz daha yükselterek:
_ Hem, bana yardım ederseniz bu iyiliğinizin karşılığını büyüdüğümde mutlaka size öderim.
_Ah küçük, bana hiçbir şey ödemen gerekmiyor. Ne şimdi, ne de büyüdüğünde. Madem cennete bir mektup göndermek istiyorsun öyleyse beni, mektubu göndereceğin kişinin mezarına götür.
_Hemen şimdi mi?!
_Tabi şimdi, yoksa hemen göndermek istemiyor musun?
_Evet, tabi ki istiyorum, hemen gidelim… Ama durun bir dakika. dedi ve cebinden yeşil bir zarf çıkardı:
_Bunu size okuyacağımı söylemiştim. Eğer söylediysem, bunu yapmalıyım, öyle değil mi? Ama, siz isterseniz tabi….
_ Ama küçük bu, senin için çok özel olmalı.
_Haklısınız çok özel, ama size okumak istiyorum...
_Peki öyleyse, madem bunu istiyorsun. dedim ve elimi omzuna attım, sonra da yürümeye başladık. Gülümseyerek zarfı açtı sonra, hiç değişmeyen o acı gülümsemesi ile…
_Aslında bu bir şiir… Anneme ancak böyle anlatabileceğimi düşündüm duygularımı… dedi. Kağıdı açtı ve okumaya başladı:
ORDA BAHAR GELDİ Mİ BİLMEM AMA…
Hani, bir zaman bacağını kırdığım için
Çok kızdığın, küçük bir masam vardı…
Onu tamir etmek için çok uğraşmıştın hani…
Şimdi o kırık masa,
Benim tek arkadaşım.
Şimdi o kırık masanın başında,
Ağlamakla geçiyor günlerim.
Unutmadan, beni hiç yalnız bırakmayan
Belki de bırakamayan demeliyim
Bir de küçük pencerem var odamda…
Aaa, o da ne, penceremin önüne
Küçük, zavallı bir güvercin kondu…
Kim bilir, kime ait…
Kim bilir, annesi nerde…
Belki onun annesi de cennettedir
Senin yanındadır belki de…
Biliyor musun,
Ben de ona benziyorum bir parça,
Onun gibi zavallı, yapayalnız bu dünyada…
Ama bu güvercini
Burada ilk defa görüyorum ben…
Bir şeylerin habercisi olmalı…
Yoksa tabiat anadan mektup mu getirdi bana…
Aman Allah’ım!..
Yoksa bahar mı geldi?..
Yoksa, kışın o soğuk
O kapkaranlık günleri sona mı erdi?..
Lütfen, lütfen izin ver anneciğim…
Emin ol birkaç dakika sonra tekrar döneceğim…
…Bu kadar anlayışlı olduğun için
Gerçekten çok teşekkür ederim…

Şimdi geldim anneciğim.
Seni beklettiğim,
Birkaç dakika da olsa
Mektubu geciktirdiğim için
Çok özür dilerim…
Bu birkaç dakikada neler gördüm bir bilsen,
Bir bilsen anneciğim,
O kuş cıvıltıları
O yumuşacık güneş ışınları
Ve hiçbir zaman bana arkadaşlık etmemiş olan
Hayalimdeki sevgili arkadaşlarımın kahkahaları,
Sen gittiğinden beri
Benden nefret eden babamın bakışları ile
O kadar karşıt ki birbirine…
Hayat bu mu anneciğim?..
Hayat, baharda kış yaşamak mı her zaman?..
...Hani, bana kardeşlik, mutluluk hikayeleri anlatırdın,
Hani hep bahardan, onun güzelliklerinden bahsederdin.
Çiçeklerden…
Yemyeşil çimenlerden…
Ve onların üzerinde zıp zıp zıplayan
Bembeyaz tüylü keçilerden…
Sen gittiğinden beri
Bunları anlatan kimse yok bana.
Aslında kimsenin
Anlatacağı hiçbir şeyi yok…
Halbuki benim o kadar çok var ki…
Ama kime, nasıl anlatırım?..
Nasıl paylaşırım, şu küçücük kalbime sığmayan
Kocaman sevgiyi…
Nasıl paylaşırım senin sevgini…
Hem kim dinler ki beni
Kim umursar ki?..
Şimdi yanımda olsaydın
(Ki herhalde yanımdasındır!)
Herhalde bu güzel bahar gününde
Benim, bu karanlık odada
Bu kırık masanın başında
Yalnız başıma oturmama izin vermez:
“Hadi birlikte dolaşmaya çıkalım.” derdin.
Beni mutlu etmeyi çok iyi bilirdin.
(Ve ben de seni!..)
Teklifini duyar duymaz
Hemen boynuna sarılır öpücüklere boğardım seni..
Sonra birlikte küçük tepemize tırmanır
Orda ıslak çimenlere otururduk…
Başımızı gökyüzüne kaldırır
O sonsuz maviliği seyre dalardık…
Dizlerine koyardım başımı sonra…
Ama sen yoksun ki…
Belki, birlikte en mutlu olacağımız zamanlarda
Beni bırakıp gittin...
Yoksa orda,
Burada olduğundan daha fazla mı mutlusun?..
Oradaki çiçekler daha fazla mı güzel?
…Orda bahar geldi mi bilmem ama
Burada geldi…
Kimi canlılar yeniden başladılar yaşamlarına.
Rengarenk çiçekler açtı yeniden…
Tabiat hayata döndü anneciğim…
Kış günlerinin, bu karanlık mevsimin bitişi
Hayata döndürdü onları,
Sen neden dönmüyorsun anne?...
Yoksa kışın bittiğinin, hala farkına varmadın mı sen?..
Kış bitti anneciğim,
Duyuyor musun, bitti!..
Neden hala hayata dönmüyorsun
Diğer çiçekler gibi…
Orda mevsim hep bahar mı yoksa?..
Kış olunca, burada solacağından mı korkuyorsun?..
Yoksa, yoksa bıktın mı bahardan!..
…Yoksa orda hiç mi gelmiyor bahar?..
Özledin mi?..
Öyleyse buraya gel,
Yeniden mutlu olalım seninle…
Hayata yeniden başlayalım, birlikte…
Korkuyor musun yoksa?..
Orda bahar geldi mi bilmem ama
Burada çoktan geldi ve SENİ BEKLİYOR!..
Mektubu bitirdiğinde ikimizin de gözleri yaşlarla dolmuştu. Farklı olarak ben gözyaşlarımı gizlemeye çalışıyordum sadece. Birazdan mezarın bulunduğu yere ulaştık. Bu mezarlığı daha önce hiç görmemiştim. Kapıda durduğumuzda:
_Özür dilerim, sizi üzmeyi asla istemezdim. Affedin beni lütfen… Şimdi ne yapmam gerekiyor?..dedi. Ben de:
_Aaa, önemli değil küçük, asıl ben sana teşekkür ederim ki böyle özel bir şeyi benimle paylaşman gerçekten çok mutlu etti beni. Şimdi yapman gereken tek şey, annene ona bir mektup getirdiğini söylemek ve mektubu mezarın üzerine bırakmak. Yarın gelip baktığında mektubu aldığını göreceksin. dedim .
Birlikte annesinin mezarının olduğu kısma doğru yürüdük. Benim ürperişlerime karşılık o, şaşılacak derecede soğukkanlıydı. Fakat bu ancak annesinin isminin yazılı olduğu mezar taşını görünceye kadar devam etti. Onu böyle hıçkırıklara boğan bir mermer parçasıydı işte… O güne kadar hiç böyle içten ağlayan birini görmemiştim. Gördüğüm manzara karşısında fazla dayanamadım ve ben de ağlamaya başladım. Ellerimle gözyaşlarımı silerek onu annesiyle baş başa bırakmak için kapıya kadar yürüdüm. Kapıda durup onu izlemeye başladım sonra. Ağlamayı bırakmış, gözlerini mezar taşına dikmişti. Kımıldamadan öylece oturuyordu. Ne garip, her taraf bir ölüm sessizliğiyle kaplanmıştı. Daha biraz önce cıvıl cıvıl şarkılar söyleyen doğa birden bire susup küçük bir çocuğun hıçkırıklarını dinlemeye başlamıştı sanki. Birazdan elindeki zarfı bıraktı ve yanıma geldi. Yeniden elimi omzuna koyarak:
_Mutlu olmalısın küçük… dedim. Gözlerini bana kaldırarak:
_Neden? diye sordu kısık bir sesle.
_Çünkü cennete mektup gönderen ilk insan sensin!.. dedim. Kalbimi sızlatan o acı gülümsemesiyle cevap verdi:
_İsterseniz, sevgili ablacığım, bu oyuna daha fazla devam etmeyelim!
_Ne, nasıl yani, ne demek istiyorsun sen küçük?
_Ben cennete asla mektup gönderemeyeceğimi biliyorum aslında…
O an şoka uğradım işte… Ne diyeceğimi bilemedim. Belliydi, bir şey söylememi bekliyordu. Ama ben sadece eğildim ve sıkıca sarıldım ona. Sonra elinden tuttum ve geldiğimiz yoldan yavaş yavaş geri döndük. Onu evinin kapısına bıraktığımda dönüp bir kez daha baktım eve. Bu kez o kadar da korkunç görünmüyordu. Demek bu evin içinde de böyle bir yürek yaşıyordu…
O günden sonra birkaç kez daha karşılaştım küçükle. Hep aynı yöne, annesinin mezarına doğru gidiyordu. Ama nedense ikimiz de hiç birbirimize bakmadık, hiç konuşmadık. Bir ay sonra, bir yağmurda fazlaca ıslanarak zatürree olduğunu öğrendim. Çok üzüldüm ve korkumu bir kez daha yenerek evine gittim. Kapıyı çaldım, fakat kapı açıldığında, ne söyleyeceğimi hiç düşünmemiştim. Nihayet kapı açıldı, orta yaşlı, esmer, iri yapılı, deyim yerindeyse tam tahmin ettiğim gibi bir adam açmıştı kapıyı. Bu, onun babası olmalıydı:
_Buyurun, bir şey mi istediniz? dedi. Sesinin tonu çekingenliğimi bir kat daha artırmıştı, cevap veremedim.
_Bir şey mi istediniz? dedi tekrar. Kendimi biraz toparladım ve:
_Şeyy, … Ben, oğlunuzun hasta olduğunu duydum da… Acaba onu görebilir miyim? Ben onun bir arkadaşıyım… diyerek cevap verdim. Sonra da içimden derin bir “oh” çektim. Adam biraz şaşırdı ve “Arkadaşı ha!” diye homurdanarak beni içeriye davet etti. Ev dışarıdan göründüğü kadar korkunç değildi. İki kat merdiven çıktıktan sonra en son kata ulaştık. Merdivenin karşısındaki kapıyı iki kez tıklattı ve açtı. İçeriye başını uzatarak:
_Seni görmek isteyen biri var, arkadaşınmış dedi ve kapıyı biraz daha açarak bana tekrar:
_Buyurun, dedi ve kendisi çıktı. İçeri girdim sonra. Solgun yüzlü küçük daha bir sararmış, daha bir zayıf düşmüştü. Hafifçe başını kaldırdı ve gülümsedi. Bu kez içten bir gülümseyişti bu:
_Geleceğini biliyordum! dedi. Ben de ona gülümseyerek:
_Ne o küçük, hasta mı oldun? Seni yaramaz, ne işin vardı o yağmurda senin dışarıda?
_Anneme gitmiştim, her zaman olduğu gibi bana cevap vermesi için yalvarmaya... Hava çok güzeldi ama birden bire…
_Birden bire yağmur bastırdı, değil mi? Ee, bahar bu, ne olacağı belli olmaz ki!..
_Haklısın, bahar bu!
_Bak bunu çok sevdim.
_Neyi?
_Bana “sen” demeni. Bundan sonra senin tek arkadaşın o kırık masa olmayacak. Çünkü ben varım.
_“Bundan sonra”... Benim için bundan sonra olursa tabi…
_Evet tabii…
O sırada duraksadım, sözümü tamamlayamadım, kırık bir masa çekmişti dikkatimi. Küçük bir pencere bir de. Gerçekten, oda tıpkı şiirde söylediği gibiydi, karanlıktı. Masanın üzerinde aynı yeşil zarfla kağıt vardı. Masaya baktığımı görünce:
_O masa, dedi.
_Evet diye karşılık verdim.
_Geleceğimi nerden biliyordun sen bakalım?
_Annem söyledi!
_Annen mi söyledi, nasıl yani?..
_Şimdi gerçekten mutluyum, biliyor musun.
_Neden, yani… neden şimdi?
_Çünkü şimdi, gerçekten cennete mektup gönderen ilk insan olduğumu biliyorum...
Kafam karışmıştı. Hiçbir şey anlamıyordum küçüğün söylediklerinden. En sonunda:
_Annem dün gece mektubuma cevap verdi, dedi.
_Nasıl?.. Ya küçük ne diyorsun sen?
_Dün gece rüyamda gördüm onu. Mektubu aldığını, şiirimi de çok beğendiğini söyledi. O da mektup göndermek istemiş, ama bu mümkün olmadığı için yapamamış ve rüyamda benimle konuşmaya karar vermiş.
_Ee, sonra?
_Aslında yanıma da gelmek istiyormuş ama maalesef bu da mümkün değilmiş!... Ve, biliyor musun, ben onun yanına gidecekmişim…
Bunu duyunca beynimden vurulmuşa döndüm. Bazen rüyaların gerçekle ilişkisi olduğunu ya da ölülerin rüyalara girdiğini filan duymuştum ama… Demek yakında… Hayır, hayır bu olmamalıydı, ölmemeliydi küçük. Oturduğum sandalyeden kalktım ve yatağına, onun yanına oturdum. Sanki, ona yakın olup elini tuttuğumda gitmeyecekti. Bir an duraksadı, yutkundu ve devam etti. Ara sıra bir öksürük nöbeti bölüyordu konuşmasını:
_Biliyor musun, orda da mevsim baharmış. Tıpkı burada olduğu gibi, çok güzel geçermiş orda da bu mevsim. Senden bahsettiğini söylemiştim, değil mi? Ah evet, senin bugün buraya geleceğini, sana teşekkür etmemi ve seninle vedalaşmamı söyledi.
_Hey, ne vedası küçük, nereye böyle!.. Hem bak elin de bende, bırakmıyorum seni… dedim ve hıçkırıklara boğuldum.
_Ağlama, bana böyle mi veda ediyorsun?!.. Hem sen de bana mektup yazarsın. Emin ol bütün mektuplarına cevap veririm. Bilirsin sözüm sözdür…
_Bilirim küçük, verirsin, sözünü tutarsın sen…
_Ama… sen de bana yazacaksın, söz mü?...
_Söz küçük, yazacağım, ama ne diyorum ben böyle, sen bir yere gitmiyorsun ki, küçük lütfen!..
_Hoşça kal, seni çok seviyorum... Teşekkür ederim…
_Güle güle demeyeceğim küçük, gitme lütfen…
_...
_Küçük, hey sana söylüyorum, gitme diyorum, gitme, gitme… Ve cesede sarıldım. Öylece belki akşama kadar ağladım. İsmini de cenazenin olduğu gün öğrendim. Sormaya hiç gerek duymamıştım, o da söylemeye…Ona “küçük” demek hoşuma gitmişti. Mektuplarıma da hep “Küçüğe!” diyerek başladım. Fakat hiçbir mektubuma cevap vermedi küçüğüm. İlk defa sözünde durmuyordu belki de, ama bu onun elinde değildi, ne yazık!.. Çok merak ettim, ama bir kere olsun anlatmadı bana cennetin baharını. Bugün ölümünün birinci yıldönümü. Evet küçüğüm, tam bir yıl oldu sen gideli. Pırıl pırıl bir güneş ve kuş cıvıltıları içinde güzel bir bahar günü, tıpkı geçen yıl bugün olduğu gibi… Ve şimdi, sana söylemek istediğim tek bir şeyim var küçük:
“Orda bahar geldi mi bilmem ama
Burada çoktan geldi ve SENİ BEKLİYOR!...”

Sevgilerimle...!

 
Toplam blog
: 3
: 1964
Kayıt tarihi
: 27.02.08
 
 

1979 Ankara doğumluyum. S.D.Ü. inşaat bölümünü bitirdim. Şuan Ankara'da ikamet ediyorum ve bir inşaa..