Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Nisan '17

 
Kategori
Siyaset
 

Ordu ve siyaset (II)

TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİYLE ilgili değerlendirmeler yaparken, değerlendirmenin tarafları bakımından hem eleştiriye, hem de dinlemeye, ve dinlediğini anlamaya minimum düzeyde ihtiyaç var.

*

Artık şundan da vazgeçilmeli. Türk Silahlı Kuvvetleri, ülkemizde konuşulamaz, eleştirilemez, eksik ve hataları dillendirilemez, tabu konusu bir kurum olmaktan çıkarılmalıdır. Ordumuz da ülkemizdeki diğer anayasal kurumlar gibi, teşkilatlanmasını ve görev sorumluluğunu yasalardan almaktadır. Bu bağlamda, ordumuz da diğer makamlar gibi, eleştiriye ve saydamlığa açık olmalıdır.

*

Tabii ki, bunları söylerken, bazı art niyetli hususları da es geçemeyiz. Bunlar ne mi? Özellikle, bazı mecraların, Türk Silahlı Kuvvetlerini eleştirmek adına “kara propagandaya” malzeme yapmasıdır. Ve sürekli, TSK’lerinin kamuoyuna olumsuz bir gelişme ile sunularak, ordunun prestijinin yıpratılmak kaydıyla kurumun, toplumumuzdaki yerinin sarsılmasının hedeflenmesidir.

*

Yine bazı mecraların, ordumuzun aksayan yönlerinden bahisle, sürekli TSK’lerini yaralamak derdiyle haber-yorum yaptığı da gözden kaçmamaktadır. Bu bağlamda, ordumuzu eleştirmek, yapılan yanlış uygulamaların, demokratik hukuk devletlerindeki uyuşmazlıklarını ifade etmekle, TSK’lerini karalamak, aynı kefede değer göremez.

*

Türkiye’de aktif siyasal alanda yaşanan en büyük problem, siyaset kurumunun, bir türlü yıllardan beri kendi göbeğini kendisinin kesememesi(y)di(r)...

*

Silahlı Kuvvetlerin, ezelden kalma yetiştiriliş kültüründen dolayı, siyasete müdahil olma hevesi- aslında tüm ordu personelini sanki siyasetle içlidışlı olma heveslisi gibi göstermek de yanlıştır. Bence, bu durum, daha çok darbe heveslisi, cuntacılar demekle daha iyi ifade edilmiş olur. Sonuçta, ordumuzun içinde mutlaka anayasal demokratik düzeni kendiliğinden içselleştirmiş insanlar çoğunluktadır, diye düşünmekteyim- ülkemizdeki yasama-yürütme-yargı güçler ayrılığının, ülkenin ortak hedefleri çerçevesinde “optimal” çalışmasına koşullar itibariyle olanak vermemiştir.

*

Ordunun, siyaseti “vesayet” altında tutması... Ordunun belirlediği tehlike alanları: İrtica, laiklik ve eksen kayması, vatandaşların şüpheli kodundan yaftalanması...

 

Tabii ki, şunu da belirtmek gerekir. Türk Silahlı Kuvvetleri, her ne kadar 3 Kasım 2002’de iktidara gelen AK Parti ile “iktidar” mücadelesi verdiyse de bu dönemde ordu, diğer dönemlerde olmadığı kadar da yasal çizgilerin içinde görev icra etmeye azami çaba sarf etmiştir. Genelkurmay Başkanlarının, görev sürelerince, hükümetle “görece” de olsa yasal sınırlar içinde, nezakete dayalı mesaileri, ordu alt kademelerindeki bazı “heveslileri”  dizginlemiş olabilir.

*

Türk Silahlı Kuvvetlerinin, cumhuriyet döneminden bu yana, sanırım yaptığı en büyük yanlışlık, süreçler itibariyle kendi eliyle gerçekleştirdiği darbelerin, ordunun “askerlik” kabiliyetini zayıflatmasıdır. 1960, 1980, 28 Şubat Post-modern kalkışmaları, bence, siyaset kurumumuza ve demokrasimize kayıplar yaşattığı kadar, ordumuzun kurumsal itibarını da etkilemiştir. Ordumuzun, sürekli “darbelerle” anılmasına neden olmuştur. Askerlerimizin; demokrasiyi, hukuku, millet egemenliğini içselleştiremediği ve sindiremediği yanlış algılamasına da neden olmuştur. Bence, TSK’leri içinde vazifesinin gereği savunma ve savunma teknikleriyle, dünyada yaşanan savaş teknolojileriyle iştigal olan subay-komutanlarımız daha fazladır. En azından ben, bu minvalde düşünmek istiyorum...

*

Eski GENELKURMAY BAŞKANI SAYIN IŞIK KOŞANER paşanın internete sızan-gayriahlâki bir biçimde- özeleştirileri, ordumuzun, daha modern düzeneklerle yapılandırılması gerektiği yönündeki tartışmaları, yeniden kamuoyunun önüne getirdi.

*

IŞIK KOŞANER paşanın, ordumuzun eksiklikleri hususunda açık yüreklilikle konuşması, yapılan hataların üzerinde durması, bazı basın mecralarında mal bulmuş mağribi durumunu yaşattı. Bu kaset ifşaatları daha çok, negatif ün salma babında kullanıldı. Pekâlâ, Sayın KOŞANER’İN ifadelerinde/konuşmalarında insanın canını sıkan, üzüntülere neden olabilecek hususlar yok değildi. Fakat, bu internet ifşaatının çarpıtılarak, kamuoyuna aksettirilmesi başka, buradan saydamlık, iyi niyet ve açık görüşlülükle eleştirel çıkarımların yapıldığının, bilgisine/haberine matuf olmak başka...

*

21.yüzyıl, 2000’li yılların başları, dünyanın çok hızlı dönüşümleri yaşadığı, teknolojinin boyut babında genel olarak “mikro” boyuta kaydığı dönemleri, bizlerin dimağına işliyordu.

Mikro düzeyde teknolojik alanda kaydedilen ilerlemeler, bilgisayarın, hacimsel boyutta “laptop”, “netbook” gibi dönüşümleri yaşadığı; fakat içerik nicelik ve niteliğinin bunda da hızla değiştiği postmodern ötesi toplum tasavvurunda, artık gizli kapaklı plan ve tertiplerin de yapılmasını işlevsiz kılıyor, yapılsa bile eninde sonunda internet denen durdurulması güç bir mecra tarafından, ifşa edilebiliyor...

Zaten, bu çok eleştirilen TELEKULAK meselesi...

Andıçların, plan safhasında kalan darbe teşebbüslerinin...

Darbe günlükleriyle ilgili olarak, suçlamalara muhatap kalan kişilerin, hukuksuzca Telekulak tarafından kayda alınan konuşmalarının, internetten servis edilmesinin...

Ahlâksızlık ve toplumun bilgilendirilmesi/bilinçlendirilmesi çelişkisi...

Ezcümle, postmodern sonrası toplum dönüşümlerinde

saydamlık adına artık daha fazla araç ve olanaklar mevcut...

NOT: Bu makale, 2011 yılında yayımlanmış olup, "güncel" değildir...

 
Toplam blog
: 706
: 83
Kayıt tarihi
: 18.05.16
 
 

Ben, Uludağ Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü mezunuyum. Şuan için öze..